Altın Koza Film Festivali tarafından davet edildiğim Adana´da kaliteli filmler izledim. Uluslararası film seçkisinin ağır topları Cannes´da prömiyerlerini yapan filmlerdi. Bu sütunlarda geçtiğimiz aylarda bu filmlerin eleştirisine yer verdiğim için, onların dışında kalan beş filmden bahsedeceğim.
FESTİVALDEN BEŞ İLGİNÇ FİLM
29. Altın Koza Film Festivali’ne kadın yönetmenler başarılı çalışmalarıyla damgalarını vurdu. Bu sebeple beş filmlik seçkimin dördünü genç kadın yönetmenlerin yapıtlarından seçtim. Üçü ödüllü filmlere Şili’den gelen başarılı bir yapıtla başlayalım.
‘1976’
Santiago doğumlu 39 yaşındaki Şilili oyuncu ve senaryo yazarı Manuela Martelli ilk uzun metrajlı filmi ‘1976’da ülke tarihinin karanlık bir dönemine odaklanıyor. 1973’te ABD destekli bir darbeyle sosyalist Allende’yi devirip ülkesinde 17 yıllık dikta yönetimi sürdüren Augusto Pinochet’nin iktidarının üçüncü yılında geçen konusuyla ‘1976’, 49 yaşındaki burjuva Carmen’in (Aline Küpperhaim) öyküsünü anlatıyor.
Filmin açılış sekansında Carmen’in sahildeki lüks evlerine yapılan tadilatı görmek için yola koyulmasını izleriz. Kocası, çocukları ve torunları kış tatilinde buraya gelip gitmektedir. Aile rahibi Sanchez (Hugo Medina), Carmen’e gizlice orada barındırdığı yaralı genç bir rahibe (Nicolas Sepulveda) bakmasını istediğinde, Carmen alışık olduğu sakin burjuva ev kadını hayatından uzaklaşarak keşfedilmemiş sulara adım atar. Gencin acısını dindirecek ilaçları gayrı resmi yollardan temin etmek, gerilla liderleriyle temas edebilmesini sağlama çabaları Carmen’in hayatını tehlikeye atacaktır.
Martelli’nin senaryo yazılımına katıldığı ‘1976’, karakter tahlilleri ustalıkla yapılmış, atmosfer yaratmada başarılı bir politik drama. Demir yumruklu Pinochet’nin polisinden kaçan bir gerillayı gizlerken, Carmen kendi hayatının değişmeye başladığını, sessiz bir devrim yaşadığı bilincine varır. Bu rolü canlandıran, Allende ile ilgili ikinci bir filmde yer alan deneyimli aktris Aline Küpperheim çok başarılı.
Şili tarihinin en karanlık dönemi sayısız yazara ilham verdi. Bunlardan Pablo Larrain Pinochet diktası altındaki ülkesinden insan manzaraları sunan trilojisiyle adını uluslararası arenaya duyurmuştu. Kariyerinin başındaki ‘Tony Manero’ (2008), ‘Post Mortem’ (2010), ‘No’ (2012) Şili’de darbe sonrası sancılı dönemin yarattığı travmayı inceleyen politik filmlerdi. 1982 Cannes Film Festivalinde Yılmaz Güney’in ‘Yol’ filmiyle Altın Palmiye Ödülünü paylaşan Costa Gavras’ın ‘Kayıp / Missing’i, Pinochet’nin Salvador Allende’ye karşı düzenlediği darbe sırasında kayıp oğlunu arayan Amerikalı bir babanın yaşadığı travmayı anlatıyordu.
‘KORSAJ / CORSAGE’
Bavyera Düşesi, Avusturya İmparatoriçesi, Macaristan Kraliçesi Elisabeth Amalie Eugenie (Vicki Krieps) güzelliğiyle idolize edilen, moda trendlerine ilham vermesiyle ünlüydü. Elisabeth’in rolü kendi isteklerinin aksine tamamen törenselliğe indirgenmişken, bilgi açlığı ve yaşam zevki Viyana’da geçirdiği günlerini daha huzursuz kılar ve bu duruma giderek daha fazla isyan eder. İmparatoriçe törensel görevlerle dolu bir geleceğin mübalağalı imajına başkaldırır ve ardında bırakacağı şanını korumak üzere bir plan yapar. Elizabeth’in kocası, Avusturya- Macaristan’ın en uzun hüküm süren imparatoru Franz Joseph, eşine karşı sert, haşin ve toleranssız bir insandı.
40 yaşına geldiğinde resmi olarak yaşlı kabul edilen Elisabeth, kamuoyundaki imajını korumak için sıkı oruç ve egzersiz yaparak zamana karşı savaş başlatmış sorunlu bir kadındı. Film, talihsiz imparatoriçenin yaşadığı işkenceye ne kadar katlanabileceği sorusuna cevap arıyor. Kadınlık ve kimlik üzerine büyüleyici bir inceleme olan ‘Korsaj / Corsage’da genç senaryo yazarı- yönetmen Marie Kreutzer, Avusturya İmparatoriçesi Elisabeth’i, günün sosyal sınırlamalarına karşı çıkan son derece huzursuz bir ruh olarak perdeye taşıyor.
Canlandırdığı karaktere uygun incecik fiziğiyle, Lüksemburglu aktris Vicky Krieps müthiş performansıyla, talihsiz imparatoriçeyi inandırıcı kılıyor. Bu yıl Cannes’ın Belirli Bir Bakış bölümünde aldığı En İyi Kadın Oyuncu Ödülü sonuna kadar hak edilmiş bir ödül. ‘Korsaj’ ile beşinci uzun metrajlı filmini gerçekleştiren, 1977 doğumlu Avusturyalı yönetmen-senaryo yazarı-yapımcı-oyuncu Marie Kreutzer TV filmleriyle de tanınan bir sanatçı.
‘BANA KARANLIĞINI ANLAT’
37 yaşındaki Ankara doğumlu senaryo yazarı-yönetmen Gizem Kızıl’ın ‘Bana Karanlığını Anlat’ adlı ilk uzun metrajlı filmi, Altın Koza Festivalinde izleyebildiğim yerli filmlerin en iyisiydi. Filmde kalp krizi sonrası vefat eden Veli’nin defni öncesi gasilhaneye getirilmesiyle aile arasında gizli kalmış çatışmaların su yüzüne çıkmasını izliyoruz. Konusu birkaç saat içinde tek mekânda geçen, tiyatro tadındaki bu filmde, Gizem Kızıl senaryosunda bilhassa kadın karakter tahlillerine ağırlık vererek tam bir ‘kadın filmi’ inşa etmeyi hedeflemiş. Yıllardır mutsuz bir evliliğin içine hapsolan Nermin (Aslıhan Gürbüz), eşi Veli’nin ölümünün ardından geçen yılların hesaplaşmasını gasilhanede yapmaya karar verir.
Severek evlendiği kocasının, annesinin de desteğini arkasına alarak yaptığı baskı, kişiliğini kaybetmesine yol açmıştır. Nermin canlı, hayat dolu, işinde başarılı bir genç kız olarak başladığı evlilik hayatında, erkek baskısıyla sindirilmiş, ezik ve mutsuz bir kadına dönüşmüştür. Nermin’in gasilhanede cansız yatan Veli’yle yüzleşmesi aslında bir yandan kendi yüzleşmesidir. Sevdiği erkeği kaybetmenin acısı, mutsuz bir evlilikten kurtulmanın getirdiği huzurun yanında sönük kalır. İlk günden beri kendisini dışlamış, sürekli hakaret gördüğü kayınvalidesinin (Serpil Gül) Nermin’i aşağıladığını film boyunca izleriz. Nermin’den boşanmayı planlayan Veli’nin yasak ilişki sürdürdüğü metresinin de gasilhaneye gelmesi genç kadının yalnızlığını artırır.
Nermin, genç imam (Aytek Sayan) ve gassala (Selim Can Yalçın) açılarak içini boşaltmayı dener. Veli’nin kardeşi miras stratejileriyle dul kadının canını sıkar, Almanya’dan gelen Veli’nin paragöz dayısı (Mehmet Yılmaz Ak) bencilliğiyle herkesi bunaltır. İmamın gecikmesi, suyun kesilmesi gibi aksilikler arasında kadınlar arasındaki çatışma, düşmanlık gergin bir ortamda devam eder. Gizem Kızıl komediyle dramı ustalıkla harmanlayan senaryosunu düzgün bir mizansenle perdeye taşıyor. Başrol oyuncusu Nermin’i canlandıran, TV serilerinden tanıdığımız Aslıhan Gürbüz başarılı performansıyla Altın Koza’nın En İyi Kadın Oyuncu Ödülünü hak ediyor. Filmin ikinci ödülünü En İyi Müzik dalında Taner Yücel kazandı.
‘AKDENİZ ATEŞİ / MEDETERRANEAN FEVER’
1970 Nazaret doğumlu kadın yönetmen-senaryo yazarı Maha Haj ilk filmi ‘Personal Affairs’ ile 2016 Cannes Belirli Bir Bakış bölümüne katılmıştı. Yine İsrail’de yaşayan Filistinliler hakkında yaptığı ikinci filmi ‘Akdeniz Ateşi / Mediterranean Fever’ ile bu yıl aynı bölümün En İyi Senaryo Ödülünü kazandı. Senaryo, İsrail’de yaşayan Filistinlilerin psikolojisini yansıtmada son derece başarılı. Filmin kahramanı 40 yaşındaki Filistinli Velid, eşi ve yetişkin iki çocuğuyla Hayfa’daki deniz manzaralı evinde konforlu bir yaşam sürmektedir. Eski bir teknoloji mühendisi olan Velid, bir yandan kronik depresyonuyla uğraşırken bir yandan yazarlık hayalleri kurar. Ancak yazmayı arzuladığı kitabı ilham kaynağı bulamadığı için bir türlü yazamaz. İki yıldır gittiği psikoloğundan fayda görmemiştir. Mutlu olmak için neye ihtiyacı olduğunu çözemiyor gibidir. Bir süre sonra hayatında en önemli kişi haline gelecek yeni komşusu Celal ile tanışır. Kibar ama kendini beğenmiş, küçük çaplı bir dolandırıcı olan Celal’in mafyayla başı beladadır. Velid borcunu ödeyemediği için tehdit edilen Celal ile yakınlaşmaya çalışır. Bunu yazmak istediği roman için malzeme toplamak gayesiyle yaptığını tahmin ediyoruz. Ancak hızla sıkı fıkı olan ikili dertlerini paylaşırken, Velid’in gizli bir ajandası olduğunu keşfederiz. İki komşunun beklenmedik arkadaşlıkları onları karanlık bir karşılaşma yolculuğuna sürükler. Maha Haj’ın iki erkek kahramanı çalışmayı reddederken, eşleri işe giden, sorumluluk sahibi kadınlar.
‘İLGİ MANYAĞI / SICK OF MYSELF’
37 yaşındaki Norveçli Kristoffer Bogli’nin senaryosunu yazıp yönettiği ikinci uzun metrajlı filmi ‘İlgi Manyağı / Sick of Myself’, dikkati çekmek için her şeyi yapmaya hazır, psikopat genç kadın Signe’yi (Kristine Kulath) merkezine alıyor. Bu özgün fantezi filmi mayıs ayında prömiyerini yaptığı Cannes’da beğeni kazandı. Signe, erkek arkadaşı Thomas (Eirik Saether) ile sağlıksız rekabetçi ve karşılıklı bağımlılığa dayanan bir ilişki sürdürmektedir. Thomas çoğu çalıntı mobilyalardan yapılmış tuhaf çalışmalarıyla bir sergi açmayı başarır. Sevgilisinin ilgi odağı olduğu ve kimsenin kendisini artık dinlemediği gerçeğinden rahatsız olan Signe, dikkat çekme ve sempati toplamaya kararlı yeni bir kişilik yaratarak statüsünü geri kazanmak üzere umutsuz girişimlerde bulunur.
Kendini hasta etmek için internetten bulduğu tehlikeli ilaçları kullanan Signe, suratını ve vücudunu tanınmaz hale getirmesinden sonra, kaçınılmaz olarak topladığı sempati ve acıma hissinin tadını çıkarır. Kleptoman bir erkekle narsist sevgilisinin bu garip hikâyesini anlatan film sayısız toplumsal eleştiri getiriyor. Şöhreti yakalamak için kamikazeyi göze alan bir genç kadın üzerinden film narsisim üzerine ilginç şeyler söylüyor. Müthiş bir makyaj başarısıyla tanınmaz hale gelen Signe’yi canlandıran Kristine Kulath olağanüstü performansıyla oynadığı zor karaktere inandırıcılık kazandırıyor.