60 Günlük Yolculuk
Yazar: R.Simon Jacobson
Çeviri: Lizet Deadato
#60
Tişri 30, Roş Hodeş Heşvan’ın İlk Günü
25 Ekim Salı
Yaptığınız her şey önemlidir
Bir zamanlar, Baal Şem Tov başka bir kasabada yaşayan muhtaç bir çifte yardım etmek üzere öğrencilerinden birkaçını gönderir. Öğrenciler geri döndükleri zaman, görev hakkında bilgiler almaktan çok yolculukla ilgili ayrıntılarla, ne yedikleriyle, nerede uyuduklarıyla, nasıl seyahat ettikleriyle ilgilenir.
Öğrenciler bu ayrıntıların önemini anlamazlar, ama o her şeyi dinlemekte ısrarcıdır. Öğrenciler bir sabah bir derenin yanında oturup orada su içtiklerini anlattıkları zaman, adamın yüzü aydınlandır ve “Su, dönemlerin başından beri, birinin gelip oradan su içmesini ve kutsamasını bekliyordu.”
Yahudi mistik düşüncede, yer, zaman ve maddenin, İlahi enerjinin güçleri olduğu-yaratılış zamanında yeryüzüne inen ve varoluşun her alanına giren kıvılcımlar olduğu- ifade edilir. Bu kıvılcımların, İlahi plana göre dünyanın mükemmelliğe ulaşması için kutsallık açısından yükseltilmeleri gerekir. Bu yüzden, bazen hayatta yaptığınız küçük işler büyük işlerden daha önemli olur. Bazen yolculuğun kendisi, varış noktası kadar veya daha önemli olabiliyor.
Yarın işe gittiğiniz zaman, oraya nasıl gittiğinizi değerlendirmek adına, bir an için düşünün. Yolculuğunuzun her saniyesi önemlidir -yolda karşılaştığınız insanlar, otobüs beklerken içtiğiniz bir fincan kahve, çöpe attığınız bir kâğıt parçası gibi -olayların hepsi, eylemlerinizle değişir.
Çoğunlukla, görünürde kontrolünüzün dışında olan şeyler esasında, dünyada tutsak kalmış İlahi enerjinin kıvılcımlarını yükseltmek için, bunu yaparak da maddeyi ruhsal kılmak - fani olana sonsuzluğu getirmek- için birer fırsattır.
Bu, dünyaya bakmanın daha derin bir şeklidir. Dünyaya bu şekilde bakmaya başladığınız zaman, karşınıza yepyeni bir dünya, Tanrısal bir dünya, ölümsüz bir dünya, gerçek dünya ortaya çıkacaktır.
Kendinize sorun: Yaptığınız her küçük şeyin önemli olduğunu hiç durup düşündünüz mü?
-Yeni sene için Tanrı’dan talep ettiğiniz son bir isteği yazın.
-Son iki ay boyunca yazılmış günlüğü bir daha okuyun.
-Bütün gerçekleştirdiklerinizin keyfini çıkarın. Bu da önemlidir.
Şimdi 60 günlük zor ama canlandırıcı çalışmayı bitirmiş oluyorsunuz. Kendinizle gurur duyun.
Bu zengin mevsim sona ererken, şimdi olağanüstü bir yolculukta- binlerce yıldır işlek olan bir yolda yer aldığınızı bilin.
Yine de sizin bu seneki yolculuğunuz, o yolun üzerinde hiç yürünmemiş olan bir kısmı kapsadı: sizin benzersiz, kendi yolculuğunuz .
Ve buraya ulaşmak için kutsandınız. Bayramların bütün zenginliğiyle güçlendiniz: Roş Aşana (yenilenme); Yom Kipur günü (kutsallık) ; Sukot ( neşe )ve Simhat Tora (coşku) verdi.
Bir sonraki adım sizinkidir.
Sizlere sağlıklı, tatlı ve anlamlı bir sene nasip olsun. Sizin ve aileniz için neşe ve mutlulukla dolu bir sene olsun.
60 günlük çalışma- Bir ömür boyu kutsanma…
---------------------------------------------------------------------------------------------------------
#59
Tişri 29
24 Ekim Pazartesi
Avraam'a benzemeye çalışmak
Bazı insanlar, Tora ve onun emirlerini yerine getirmelerinin gerekli olmadığını, çünkü yürekten bir Yahudi olmanın yeterli olduğunu düşünürler. Tanrı’yı sevdiklerini söylerler, evrenin tekliği üzerine çok derin düşünürler ve temelde iyi insanlardır. Yahudiliğin geleneklerine ve emirlerine ihtiyaçları yoktur.
Yahudiliğin dışında çoğu spiritüel disiplinlerde eylemin, görünenin altında neler olup bittiği kadar önemli olmadığı doğrudur. Ama Yahudilik der ki, görünenin altında varolan, eğer yüzeyde de bir eylem olmazsa gerçek bir değişime yol açmaz. Bu, hiçbir zaman imzalanmamış ve uygulanmamış bir anlaşma gibidir.
Örneğin, harika bir iş sunumu yaptığınızı hayal edin ve müşteriniz içtenlikle şunları söyler: “Ne kadar mükemmel bir proje! Ben bu işte varım! %100 sizinleyim.” Ama eğer o kişi sözleşmeyi imzalamazsa, eğer projenize yatırım yapmazsa, onun sözleri sonuçta ne işe yarar? Onun duygusal olarak size destek vermesi güzel, ama sizin ihtiyacınız olan onun bilfiil desteğidir.
Somut dünya sonuçlarla ilgilidir; eylemle harekete geçer ve sadece eylemle değişebilir-ve herhangi bir eylem değil de, maddeyi manevi kılan eylem gerekir. İşte bu yüzdendir ki, sadece yürekten bir Yahudi olmak yetmez.
Şaşırtıcı olan da, eylem sayesinde hayatınızda, bedeniniz dâhil, her şeyi manevi kılmak mümkündür; yaşlanma sürecinizi bile geciktirmek mümkündür. Yaradılış Kitabı 175 yaşına kadar yaşayan Avraam’dan söz eder: “Avraam yaşlandı ve yaşam günlerini hayatına kattı.” Ve Zohar bunun, Avraam’ın, her anını manevi kıldığı için çok yavaş yaşlandığı anlamına geldiğini açıklar. Avraam böyle yaparak, hayatını ebedi kıldı.
Bugün, Avraam’ın yaşadığı dönemden 4000 sene sonra, tüm dünyada milyonlarca torunu onun sadece ismini değil, aynı zamanda sonsuza kadar Tora’da kayıtlı olan yaptığı her şeyi hatırlıyor. Buna ölümsüzlük deniyor.
Kendinize sorun: Hayatınızın ne kadarı başkaları tarafından hatırlanacaktır?
-Onlar vasıtasıyla sonsuza dek hatırlanmak istediğiniz, yaptığınız veya yapmayı planladığınız üç şeyi sıralayın.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------
#58
Tişri 28
23 Ekim Pazar
Tanrı'nın istediğini yapmak
Bet Amikdaş’ın Yeruşalayim’de olduğu dönemlerde, Koen Gadol’ün görevleri Tora kanununda özenle ve tüm ayrıntılarıyla anlatılmıştı. Bu kanun Koen Gadol’ün çok tuhaf bir şey yapmasını emrediyordu. Kipur Gününde, bütün senenin en önemli hizmeti olarak, Kutsalların Kutsalına girdiği zaman, dışarıda bir ses duyduğu takdirde hemen dışarı çıkması zorunluydu. Neden? Bu tür şeylerle ilgilenecek başka Koenlerin bulunmasına rağmen, amaç birinin yaralanıp yaralanmadığına bakmaktı. Çünkü hiçbir zaman, hayatın kutsiyetini unutacak kadar İlahi deneyime dalamazdı. Sürekli orada olma nedeninin, manevi coşkudan haz almak değil de, Tanrı’nın istediğini yapmak olduğunu hatırlaması gerekiyordu.
Hayatımızda maddi dünyayı spiritüelleştirme görevini yerine getirirken, bunu hiç aklımızdan çıkarmamalıyız.
Örneğin, bağış yaptığımız zaman, bunu neden yaparız? Bazı insanlar bunu vergilerini düşürme amacı ile yaparlar. Başkaları bunu plaket ve onur nişanı almak için yapar. Başkaları ise, kendilerini iyi hissettirdiği için yapar. Ama bunu yapmak için tek bir iyi neden vardır: çünkü Tanrı bize bunu yapmamız gerektiğini söyledi, bu yüzden bunu yapmak doğrudur, dünyanın doğru bir şekilde işlemesini sağlar. Tanrı, dünyanın mühendisi olarak, hayat “makinesinin” en iyi şekilde çalışması için bize talimatlar verdi.
Tanrı istediği için bir şey yaptığımızda, paranın ve bağışın ötesinde olan bir şeye bağlanırız. Yine Tanrı istediği için bir şey yaptığımızda, bu maddi dünyadaki köşemizle kozmik mühendisin planını aynı hizaya getirir, böylece onu Tanrısal bir mekâna dönüştürürüz.
Eğer Tanrı’nın istediklerini yapmaya yönelik bir hayat sürdürürseniz, hayatınıza ölümsüzlüğü getirmeyi garantilemiş olursunuz. Hatta bundan daha fazlası olarak, kendiniz hakkında her şeyi değiştirmeyi garantilemiş olursunuz. Çünkü bedeninizin her lifi ve gününüzün her anı yeni bir yaşam gücü ile birleşir. Sizden çok daha yüce bir şeyle bağlantı kuruyorsunuz ve aynı zamanda gerçekten kim olduğunuzu ortaya çıkarıyorsunuz; bu da çok heyecan vericidir.
Kendinize sorun: Hayatınızın ne kadarı Tanrı’nın ne istediğine göre yönleniyor?
-Tanrı’nın yapmanızı isteyip de sizin yapmadığınız bir şey söyleyin.
-Onu yapın.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------
#57
Tişri 27
22 Ekim Cumartesi
Kutsal bir hayat sürdürmek
Bütün bu hafta okunan Tora bölümünün adı Bereşit’tir. Bereşit Yaradılış Kitabının başlangıcıdır ve ünlü “başta Tanrı gökyüzünü ve yeryüzünü yarattı” sözüyle başlar.
Diğer bir deyişle, bu cümle Tanrı’nın hem ruhu, hem de maddeyi yarattığını ima eder. Açıkça demek oluyor ki, Tanrı ne ruhtur, ne de maddedir. Ayrıca, insanların ya materyalist ya da ruhsal bir hayat sürdürme seçenekleri olduğu varsayımı yanlıştır. Üçüncü bir seçenek daha vardır: o da Tanrısal veya kutsal bir hayat- ki bu da tamamen farklı bir şey sayılır.
Tanrısallık veya kutsallık; spiritüalite ile aynı şey değildir. Spiritüalite kutsallığa götürebilir, ama kendi başına kutsallık değildir.
Spiritüalite, kutsallığa götüren bir yol değilse, maddiyatçılık kadar benmerkezci olabilir. Oldukça kibirli olan spiritüel insanlar vardır. Kendilerini, onlar kadar spiritüel olmayanlardan daha üstün görürler. Diğer taraftan, kutsallık alçakgönüllülük gerektirir.
Spiritüellikle kutsallık arasındaki bir başka fark da eylemdir. Spiritüellik, somut dünyadan farklı olarak, tamamen bir meditasyon deneyimi olabilir. Kutsallık ise, maddi dünyayı değiştirmek için, onun içinde yaşama sorumluluğunu üstleniyorsunuz demektir.
Bu konuyu uygun bir şekilde anlatan iki Hasidik kişinin bir öyküsü vardır: Tora eğitimine odaklanmış bir baba ve oğul vardır. Aniden, oğlun yan odada uyuyan bebeği yatağından düşer ve ağlamaya başlar. Oğul kendini Tora çalışmasına o kadar vermiştir ki, bebeği duymaz. Baba ise ağlayan bebeği duyar ve bebekle ilgilenmeye gider. Baba geri döndüğü zaman, oğluna “eğer bir bebeğin umutsuzca ağlayışını duymazsan, senin Tora çalışmanın ne değeri kalır? Tora çalışmanın amacı seni geliştirmek, bir başka insana nasıl yardım edeceğini öğretmek ve muhtaç birinin yakarışını duymaktır!” der.
Kendinize sorun: Ne tür bir hayat sürdürüyorsunuz? Maddiyatçı mı, spiritüel mi, yoksa Tanrısal bir hayat mı?
Hayatınızı Tanrısal kılmak için, onu nasıl değiştirmeniz gerektiğini anlatın.
•Bugün gerçekleştirebileceğiniz Tanrısal bir eylem bulun ve onu yapın.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------
#56
Tişri 26
21 Ekim Cuma
Zorluklarla başetmek
Hayatta karşımıza çıkan her zorluk belli bir miktar enerji içerir. Bu zorlukla baş etmek de, bizim o zorluğun enerjisine eşdeğer bir enerjiye sahip olmamızı gerektirir. Örneğin, direnç 10 kiloluk ise, ona 10 kiloluk bir dirençle karşı koymamız gerekir. Ve onu yenmek için de, 11 veya daha fazla kiloya ihtiyaç duyarız.
Madde ile ruh arasındaki gerilime gelince, (Tişri ayının 25indeki makaleye bakınız) ruh aynı enerjiyi harcamalı ve maddeyi yenmek için de daha fazlasını harcamalıdır.
Fiziksel olarak konuşursak, iki kişi aynı iskemlede aynı zamanda oturamaz, çünkü fiziksel nitelikler tanım olarak zaman ve mekân gerektirir. O halde, bir şeyi bir başkası ile paylaşmak için başka bir şeyden feragat etmemiz gerekir. Eğer yiyeceğimiz varsa ve onu başkası ile paylaşırsak, bize daha az düşer. Paramız varsa ve başkası ile paylaşırsak, yine bize daha azı düşer. Maddi dünyada nesneler nicelik olarak böyle ölçülürler.
Ama manevi açıdan konuşursak, iki kişi birbirlerinden milyonlarca kilometre uzaklıktaki farklı yerlerde oturabilirler, ama sevgileri o kadar büyüktür ki, bir tek kişi gibidirler. Onlar için yiyeceklerini ve paralarını paylaşmak, vermek değil, çok daha değerli bir şeyi kazanmak demektir.
O halde madde ve ruh tamamen farklı yönlerde çalışırlar. Madde (bencil olmak) her zaman sıkıca kendi yerine tutunur, ama ruh (özverili olmak) kendi yerini vermeyi sorun etmez. Ruh paranın tükendiğini, yiyeceğin bozulduğunu, maddi olan her şeyin sonunda çürüyüp tükendiğini anlar. Manevi değeri olan her şey, tanım gereği, ebedidir ve değişmez.
Demek oluyor ki, hayatta manevi değer kazanan her an, ölümsüz oluyor. O halde, Ulu Bayramlara ekstra zaman ayırdıysanız, ebedi bir şey elde etmiş oldunuz.
Kendinize sorun: Ulu Bayramları yaşadığımız bu döneme enerjinizden ne kadar kattınız? Ve bundan ne kadar enerji kazandınız?
-Ulu Bayramlara hazırlanırken ve onları kutlarken verdiğiniz zamanı ve çabayı hesaplayın.
-Gelecek sene bu zaman ve çabanın size çeşitli şekillerde geri döneceğini bilin.
-Bunu bekleyin.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------
#55
Tişri 25
20 Ekim Perşembe
İlhamı eyleme dönüştürmek
Eğer Ulu Bayramlar döneminde gelen ilhamın yok olması yerine senenin ve hayatınızın geri kalanında yararlanacağınız ebedi anlara dönüşmesini istiyorsanız, bu konuda bir şeyler yapmanız gerekir.
Meditasyon çok yararlı olabilir, ama eylem herhangi bir meditasyondan çok daha güçlüdür. Esasında, meditasyon sadece eylem için bir alt yapı hazırlar. Eylem insanları değiştirir, dağları hareket ettirir ve sonunda bütün dünyayı değiştirir.
Bir eylem dünyayı nasıl değiştirebilir? Madde ile ruh arasındaki gerginliği yok ederek, onları tek olarak kaynaştırır.
Madde (bizim maddemiz, dolayısıyla dünyevi âlem) geçicidir, ama dokunulabilir. Ruh (bizim canımız) sonsuzdur, ama ona dokunamazsınız. Bu yüzden, aralarında bir gerginlik vardır. Yahudilikte çözüm ikisini birleştirmektir, yani maddeye manevi değer kazandırmaktır.
Bunu yapabilmek için de, sonsuz olan her şeyin tam karşıtı olan somut hayatınızı ele alıp onu sonsuz olan bir şeye bağlayabilirsiniz. Kilit noktası budur.
Birçok insan bunun, hayatını daha fazla ebedi ve ruhsal faaliyetlere ayırması gerektiği anlamına geldiğini ileri sürer. Örneğin, günde on dört saat çalışmak yerine, eve daha erken dönüp ailelerine daha fazla zaman ayırabilirler.
Bu iyi bir çözümdür, ama başka bir yöntem daha vardır.
İşe gittiğiniz zaman, iş yerinizi sonsuzluğa dönüştürmeniz gerekir. Öneri olarak, özellikle eğer işiniz para kazanmakla ilgiliyse, çalışma masanıza bir bağış kutusu koyabilirsiniz. Başkaları tarafından yapmacık bir hareket gibi görünse bile, parasal bir anlaşma yaparken başka şeylerin daha önemli olduğunu bize ( ve etrafımıza) sürekli hatırlatmış olur.
Başka bir öneri de, yiyecek tüketimine o kadar önem verildiğine göre, yemek yemeden önce ve sonra, her zaman yiyeceğimizi kutsamaktır. Bu da yapmacık bir hareket olarak görünse bile, kutsama maddi dünyanın bizim haz almamız için değil de, daha saf olmamız ve değişmemiz için burada olduğunu bize (ve etrafımıza) sürekli hatırlatır.
Kendinize sorun: Ulu Bayramların verdiği ilhamı nasıl ele tutmayı düşünüyorsunuz? Onu nasıl eyleme dönüştürebilirsiniz?
· Günün alıştırması:
- Maddeyi hayatınızdaki ruhsallıkla kaynaştıracak bir eyleme kendinizi adayın.
- Onu yapın.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
#54
Tişri 24, Isru Hag
19 Ekim Çarşamba
Ebedi Anlar
19.yüzyılda yaşamış olan Hasidik Usta Rebbe Raşab hakkında bir öykü anlatılır. Bu Rebbe’yi 37 senedir görmeyen bir arkadaşı onu ziyarete gider.
Birleşme biraz tuhaf olur. Belli ki bir zamanlar yakın olan arkadaşların bu kadar zaman sonra konuşacakları pek bir şeyleri yoktur. Sonra Rebbe şarkı söylemeye başlar; bu şarkı başka zaman dilimlerine ait bir ezgidir. Rebbe şarkı söylerken, şarkının onu başka yerlere götürdüğünü hissederek gözlerini kapar. Kendinden geçmiş bir halde uzun zaman şarkı söyler ve bitirdiği zaman, arkadaşına dönüp, “hatırlıyor musun?” diye sorar. Ve arkadaşı “evet hatırlıyorum,” diye cevap verir. Birbirlerine söyledikleri bundan ibarettir ve bir hafta sonra arkadaşı vefat eder.
Daha sonra Rebbe o ana tanık olan öğrencilerine bir açıklama yapar: “37 sene önce, yollarımız ayrıldığı zaman, söylediğimiz şarkı buydu. O şarkı bir bakıma, geçmiş olan bütün yılları içinde tutan bir zaman kapsülü gibiydi. Arkadaşım hatırladığını söylediği zaman, tekrar birleşmeye ihtiyacımız olmadığını biliyordum, çünkü aslında hiçbir zaman ayrılmamıştık. O şarkı bizi, sanki o yıllar hiç geçmemiş gibi, ebedi bir zaman ve mekâna yükseltmişti.”
Ebedi anların, zaman ve mekânın ötesine geçme güçleri vardır, çünkü fani olanla sonsuzluk arasında uçup giden bağlantıyı içlerinde tutarlar. Böyle anlar Tanrı’nın ödülüdür ve olağanüstü enderdir. Bu tür ebedi anları hepimiz yaşamak isteriz, çünkü bütün arzu ettiğimiz ölümsüzlüktür. Ancak maalesef, hayat çoğumuz için ebedi anların değil, sınırlı, “ölen anların” toplamıdır.
Ulu Bayramlar dönemindeki deneyimlerimizi sürdürdükçe, yaşadığımız sonsuz anları elimizde tutmak, onları hatırlayabilmek ve kendi ruhumuzla, Tanrı ile aramızda hissettiğimiz yakınlığa geri dönmek için onları kullanabilmek isteriz.
Kendinize sorun: Bu Ulu Bayramlar döneminde hangi sonsuz anları yaşadınız? Onları daha sonra anımsamak ve zaman ile mekânın ötesine bir kere daha gitmek için neler gerekecek?
· Günün alıştırması:
Hatırlayabildiğiniz kadar çok ebedi anları tanımlayın.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
#53
Tişri 23, Simhat Tora
18 Ekim Salı
Yıkılmayanın kutlanması
Simhat Tora’da, Tora’yı okuma devresini tamamlamış oluruz (Devarim Kitabının son pasukları) ve Yaradılış Kitabı ile baştan başlarız.
Tora’nın en son sözleri şunlardır: “…Ve Moşe’nin, bütün İsrail’in gözleri önünde gerçekleştirdiği bütün yüce işler.” (Devarim 34:12)
Raşi’ye göre, bu sözler Moşe’nin levhaları kırmasını ima eder. Ancak, onun levhaları kırması başarıdan ziyade, bir zayıflıktı. Levhaları kırmak nasıl yüce bir iş olabilirdi ki?
Yüce bir işti, çünkü Moşe’nin bu levhaları kırması, yıkılamaz olacak olan ikinci levhaların yazılmasına yol açtı.
İlk levhalar, masum doğup kutsal bir hayat sürdüren bir tsadik’e benzetilebilir; ikinciler ise, düşen, ama daha sonra doğrulan, pişman olup yeniden başlayan ve deneyim için çok daha fazla güçlenen baal teşuva’ya (“Tanrı’ya dönüş üstadı”) benzetilebilir.
İlk levhalar kırıldığı için var olan ikinci tabletler, hayatın zorluğunu, yani insanın düşüşünü ve tekrar benzeri görülmemiş yüksekliklere doğrulma yeteneğini yansıtır.
İkinci levhalar, insan girişiminin gücünü yansıtır: bu levhalar Moşe’nin 80 gün boyunca yılmadan sarf ettiği çabadan sonra, Kipur Gününde Tanrı tarafından verildi ve Moşe tarafından kazıldı. Bu nedenle, ikinci levhalar Tanrı ile aramızdaki ilişkinin yeni bir boyutunu ortaya çıkardı. Bizler düştükten sonra bile, çabalarımızla (teşuva), bütün zayıf noktalarımızı aşan Tanrı ve Tora ile olan asıl bağımızın yenilmezliğini gösterebiliriz.
Kısacası, ikinci levhalar içimizde yeni ve benzersiz bir boyutu, Tora’yı ve Tanrı ile olan ilişkimizi ortaya çıkardı.
Simhat Tora bu yeni boyutun kutlamasıdır. Bu yüzden, bizler büyük bir tutku ile sınır tanımadan dans ederiz. Bizler bacaklarımızla dans ederiz ve kollarımız bir Tora tomarını sarar. Bu dans bir Yahudi’nin özüne, Tora’nın özüne ve Tanrı’nın özüne dokunur. Sınırlı zekâmızı ve duygularımızı aşan, eğitime, özgeçmişe ve manevi duruma bakmaksızın, bütün insanları içine alan bir danstır. Bu dans ölümsüzlüğün kendisine dokunan sonsuz bir danstır.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
#52
Tişri 22, Şemini Atseret, Sukot’un Sekizinci Günü
17 Ekim Pazartesi
Özde zengin bir gün
Şemini Atseret bayramının birçok anlamı vardır.
İbranice bir sözcük olan şemini “sekiz” anlamında gelir, ama aynı zamanda “zengin” veya “şişman” anlamına gelen şuman ile aynı kökene sahiptir. Atseret sözcüğü ise “tutma/içine çekme” veya “kısıtlama/geri çekilme veya “hasat toplama/toplantı” anlamına, aynı zamanda “öz” anlamına da gelebilir. O halde Şemini Atseret bütün senenin öz zenginliğini simgeler, çünkü bugün, Tişri ayındaki bütün bayramların enerjisini tamamlar ve senenin bütün günlerine yönlendirir.
Raşi’nin Tora yorumunda, Şemini Atseret’in anlamı aşağıdaki kısa öykü ile açıklanır:
Bir zamanlar çocuklarını birkaç gün sürecek olan bir ziyafete davet etmiş olan bir kral vardı. Çocukların gitme zamanı geldiğinde, onlara “çocuklarım, lütfen benimle bir gün daha kalın, sizin ayrılmanız bana zor geliyor…” dedi.
Öyküde kral “bizim ayrılmamız bana zor geliyor” değil de, “sizin ayrılmanız bana zor geliyor” diyor. Gerçekten de Tanrı her yerdedir, onun için O hiçbir zaman bizden ayrılmaz. Tanrı ile olan ilişkimizden uzaklaşarak, O’ndan ayrılan biziz.
“Sizin ayrılmanızın” yine başka bir anlamı daha vardır-Tanrı’nın gözünde O’ndan ayrılmakla eşdeğer olan birbirimizden ayrılmaktır. Tanrı ile bir olduğumuz zaman, Kral Babamızın çocukları olarak birleşerek birbirimizle de bir oluruz. Tersi için de aynı şey geçerlidir: Tanrı’nın çocukları olarak, ortak bir kimlikle birleşerek birbirimizle ‘bir’ olduğumuz zaman, Tanrı ile de ‘bir’ oluruz.
Bu ayrılık Tanrı için üzücüdür. Bu yüzden, bizi sekizinci gün, bir gün daha “tutar” veya “içine çeker “veya “toplar”. O gün artık suka da oturmak bir emir olmaktan çıkar, ama yine de Sukot’un birliği içimizi kaplar.
O gün sukanın içindekiler bizler değiliz, suka bizim içimizdedir. O gün bize Sukot’un birliğini özümseme, öz olarak onu ayrıştırma ve gelecek aylarda ondan yararlanabilmemiz için ruhumuzun derinliklerinde saklama gücünü verilir.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
#51
Tişri 21, Oşana Raba, Sukot’un Yedinci Günü
16 Ekim Pazar
Bir dal bir yaprak
“Sade, Basit” sözcüğü insanlar veya fiziksel nesneler için kullanılınca, bir şeyin eksikliğini ima eder. Örneğin, sade,basit bir insan çok fazla zekâ veya duygu derinliği bağışlanmamış bir insandır.
Ancak “sade, basit” sözcüğünün başka bir anlamı daha vardır- çeşitli bölümlerden ve parçalardan oluşmuş bir şeyin aksine, saf ve benzersiz bir şeyi ima eder. Bu şekilde, Tanrı “Sade, Basit Tek’lik” olarak tanımlanır.
Bizim dünyamızda böyle basit bir teklik için bir örnek yoktur, çünkü en homojen birim bile çeşitli parçaların, özelliklerin ve yönlerin bileşiminden meydana gelmiştir. Ancak Tanrı Bütün ve Mutlaktır.
Yine de Baal Shem Tov, eğitim ve manevi incelik eksikliği ile tanımlanan beşeri “basitlik” ile İlahi “basitlik” arasında bir benzerlik kurar. Tanrı’ya basit bir inanç besleyen basit bir Yahudi’yi, ondan daha bilgili ve gelişmiş dostlarından ayrı tutar. Bunun nedeni, bilgelerin inançlı olmamaları veya Tanrı’ya bağlı olmamaları değildir. (İnanç ve Tanrı’ya bağlılık, her Yahudi ruhunun özünde doğal olarak vardır. ) Nedeni, onların içindeki masumiyetin, bilgilerinin kapsamı ve çok yönlülüğü ile gölgelenmiş olmasıdır.
Oşana Raba’da özel bir mitsva için basit söğüt dalını seçerek, basit Yahudi’yi kutlarız. Esasında o güne “Söğüt Ağacı Günü” denir. “Dört tür” arasında söğüt dalı ne bilgelikte, ne de başarılarında sivrilmemiş bir Yahudi’yi temsil eder. Ve Oşana Raba’yı oluşturan, bu söğüt ağacı dalıdır.
Genellikle “dört türü” salladığınız zaman, en az iki söğüt ağacı dalı bulunmalıdır ve her birinde en az üç yaprak bulunmalıdır, ama Oşana Raba’nın özel mitsvası tek bir yaprağı olması yeterli olan tek bir söğüt dalı ile gerçekleştirilir.
Bu mitsva o kadar önemlidir ki, Talmud hahamlarının Yahudi takvimini ayarladıkları şekilde, Oşana Raba hiçbir zaman ağaç dallarını bu şekilde kullanmanın yasak olduğu Şabat’a denk gelmez.
Oşana Raba bu dünyanın değişimlerinden ve sallantılarından uzak tutulmalıdır. Eğer zamanın döngüleri onun tutarlılığını tehdit ederse, o döngülerin yönünü saptırmamız gerekir, hatta icabında takvimi ayarlamamız gerekebilir; böylece söğüt dalının sadeliğinin-Tanrı’ya tam olarak güvenen Yahudi’nin sadeliğinin- her zaman Sukot’un yedinci gününde ön plana çıkmasını garantilemiş oluruz.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
#50
Tişri 20, Sukot’un Altıncı Günü
15 Ekim Cumartesi
Bağlanmanın gücü
Suka’da oturabileceğimiz iki veya üç gün kaldı. Şimdi suka’da mümkün olduğu kadar çok zaman geçirmek ve Sukot’un getirdiği özel enerjiden mümkün olduğu kadar yararlanmak için geriye kalan fırsatı değerlendirme zamanı geldi.
Suka’da oturduğunuz zaman, bir şeyin sizi ve orada sizinle oturan herkesi çevrelediğini mutlaka farkedersiniz. Ezgilerin Ezgisi (2:6) bu dönem için “Onun sağ eli beni kucaklar” der.
Bu, Tanrı’nın etrafı saran ışığıdır. Sizin üstünüzde bir şeyin, her şeye rağmen sizinle beraber olduğunu algılarsınız.
Bu dönem, kendinizi daha yüce bir şeye açma dönemidir.
Ama dolu olan bir kapta, başka hiçbir şeye yer kalmadığını aklınızda tutun. Yeni bir şeyin içeri girmesine izin vermek için kabınızı birazcık boşaltmanız gerekir. Eğer değişmek istiyorsanız, sadece kendinizle ve (özellikle de işe yaramadılarsa) kendi çözümlerinizle dolu olamazsınız.
Ama değişmek için ilham almak yeterli değildir. İlhamın gücü sınırlıdır; eğer ilham içinize nüfuz edip sizinle bütünleşmezse, uzaklaşır.
İlhamı nüfuz ettirmek çok çaba gerektirir; işte bu noktada başka insanlar yardımcı olabilir. İki insan bir şeyi beraber yapmayı üstlenirse, aralarında bir bağ kurarlar ve birbirlerinden sorumlu olurlar. Sukot döneminde her gün salladığımız “dört tür”, dünyanın dönmesi için ihtiyacımız olan farklı insanların birlik gücünü temsil eder.
Hala Sukot’un bitmesine birkaç değerli gün var. Onları akıllıca kullanın. Suka’da elinizden geldiği kadar çok zaman geçirin. “Dört türü” elinize alın ve neyi temsil ettiklerini düşünün. Tek bir şeye, kendinizde değiştirmek istediğiniz bir yönünüze odaklanın. İlahi Varlık sizinle olacak ve senenin geri kalanında planınızı izlemeniz için size enerji verecektir.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
#49
Tişri 19, Sukot’un Beşinci Günü
14 Ekim Cuma
Gülme zamanı... dans etme zamanı
Rebbelere göre, Roş Aşana’da ve Kipur Gününde gözyaşları ile başardıklarımızı, Sukot ve Simhat Tora’da sevinç ile başarabiliriz.
Açıkça şunu sormamız gerekir; eğer aynı şeyi gözyaşları yerine sevinçle başarabiliyorsak, o zaman kim gözyaşı dökmek ister ki? Neden Roş Aşana ve Kipur Gününü atlayıp doğrudan Sukot’a geçmiyoruz?
İşte sır buradadır; başta ağlamadan, ulaşabileceğiniz sevinç durumuna ulaşamazsınız. Gerçek sevinç, inkâr etmek veya kaçmakla yaşanmaz. Sevinç hayat ödülünün ve bize verilen görevin kutlamasıdır. Böyle bir sevinç, sorumluluk, hesap verme ve gerekli olduğu zaman duyarlı olma ihtiyacı ile kaybettiğimiz fırsatlar ve hatalarımız için gözyaşı dökmekle el ele gider.
Diğer bir deyişle, Kral Şlomo’nun yazmış olduğu ve bazılarının Sukot’ta okuduğu ünlü Vaiz Kitabı Eccclesiastes (Koelet) te öğrendiğimiz gibi, ağlamanın da sevinmenin de zamanı vardır.
Her şeyin bir mevsimi ve göklerin altında her amacın bir zamanı vardır; doğmanın, ölmenin, bozmanın, inşa etmenin, ağlamanın, gülmenin, yas tutmanın ve dans etmenin bir zamanı vardır…(Koelet 3:1-8)
Uzmanlaşmamız gereken nokta hayatın ahengine nasıl uyum sağlayacağımızdır. Bu bayram bize tam olarak bunu öğretir, çünkü her şey döngülerle ilgilidir. Göze çarpan en önemli konu yedi sayısının döngüsüdür: Tişri yedinci aydır. Roş Aşana ve Kipur Gününde önemli dualar yedi kez okunur. Roş Aşana ve Kipur Gününü yedi gün birleştirir. Ve nihayet Sukot da yedi gün sürer.
Oşana Raba’da bima’nın etrafında yedi kez döneriz, yedi Oşanot’u okuruz. Nihayet, Şemini Atseret’ten sonra yedi pasuk okuyup, yedi kez Akafot (“dönmeler”) dans ederek, bima’nın etrafında yedi kez dönerek Simhat Tora’yı kutlarız.
Yedi, zamanın döngüsüdür, varlığın döngüsüdür; kozmik bir döngüdür.
Dengeli bir hayat sürdürmenin sırrı, varoluşun ritimlerine, içsel döngülere ayarlanmamızda yatar. Ne zaman ağlayacağımızı ve ne zaman dans edeceğimizi bilmemiz gerekir. Çünkü her şeyin bir zamanı vardır.
#48
Tişri 18, Sukot’un Dördüncü Günü
13 Ekim Perşembe
Bir'liğin sevinci
Eskiden ordular savaşa giderken zafer şarkıları söylerlerdi. Henüz savaş başlamamışken, neden zafer şarkıları söylerlerdi? Çünkü savaşı kazanacaklarına dair inançlarını ifade etmek isterlerdi. Bu inanç, askerlerin moralini yükseltir ve zaferin güvencesi ile daha cesurca savaşmaları için ilham verirdi.
Sukot işte bu zaferin şarkısıdır. Bizler, manevi silahlarımızla donanarak, her savaşta mücadele etmeye kararlı bir şekilde, galip geleceğimize inanarak, “dört türle” ilerleriz.
Sukot bize güvensizliklerimizi, korkularımızı ve zayıf noktalarımızı aşma gücünü verir. İçimizde sevinç duyguları uyandıran daha büyük bir güce sahip olmamıza yardımcı olur. (Tam tersine bu gücün farkındalığının eksikliği güvensizliğin, korkunun, belirsizliğin ve kaçınılmaz bir sonuç olarak umutsuzluğun kaynağı olur. )
Sevinç; ruhun içsel olarak hayatı kutlamasının dışa vurumudur. Hayatı kutlamak, vazgeçilmez hayat amacımız ve İlahi görevimizle bağlantımızdır. Sukot’ta bu bağlantıyı kutlarız. Varlığımızın özünden gelen gerçek mutluluğu ifade etmek için saf bir neşe ile dans eder, şarkı söyleriz.
Sukot “bizim neşelenme zamanımızdır”, çünkü bizler tek başımıza kutlama yapmayız, Tanrı da kutlamaya katılır ve bizimle, O’nun yarattıkları ile neşelenir.
Sevinç bizi Tanrı ile ve başkaları ile birleştirir. Esasında sevinç tek başına kutlanamadığı için suka mıza misafir davet ederiz.
Talmud der ki, “Bütün İsrail’in tek bir suka içinde oturması uygundur.” Fiziksel olarak ayrı suka larda otursak da, manevi olarak hepimiz tek bir birleştirici suka altında beraber otururuz. Farklı kişilikleri simgeleyen “dört türü” beraber bağlarız. Bunu yaparken, çeşitliliğimizin gücümüzü yansıttığını, birliğimizi beslediğini, her birimizin daha büyük bir iyiliğe katkıda bulunduğunu kabul ederiz.
Sukot’un geri kalan günlerinde birlikte toplanalım ve hayatlarımızı, Tanrı’nın bize her gün verdiği ödülleri kutlayalım. Bu umut, sevinç ve birlik dolu mesaja her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Bizim ilerlememize, tekrar inşa etmemize ve daha da gelişmemize yardımcı olan en büyük yakıt bu umuttur.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
#47
Tişri 17, Sukot’un Üçüncü Günü
12 Ekim Çarşamba
Dünyayı değiştirmek
Sukot haftası boyunca peygamberlerin yazılarından (Aftarot) çeşitli alıntılar okuruz. Bunlar özellikle Zeharya ve Ezekiyel’in yazıları, Günlerin Sonunda yer alacak olan dünyanın ve milletlerinin değişiminden söz eder.
O zaman dünya Tanrı’nın karşısında, bir hesaplaşma günü yaşayacaktır:
“Ve denizdeki balıklar ve gökyüzündeki kuşlar ve tarladaki ayılar ve toprağın üzerinde sürünen varlıklar ve yeryüzünde yaşayan bütün insanlar Benim varlığımda titreyecekler ve dağlar yok olacak ve dik yerler devrilecek ve her duvar yere yığılacaktır.” (Ezekiyel 38:20)
Sonunda, Tanrı bütün haşmeti ile Kendini açığa çıkaracaktır. Bu olay gerçekleştiği zaman, dünyadaki bütün milletler O’nun yüce hâkimiyetini kabul edecekler ve O’na tapmak için Yeruşalayim’e göç edeceklerdir:
“Ve Yeruşalayim’e karşı gelen milletlerden arta kalan herkes, Krala, Ev Sahiplerinin Tanrı’sına tapmak için yükselecek ve Çardaklar Bayramına uyacaklardır. “(Zeharya 14:17)
Tanrı’nın İsrail’i korumasını simgeleyen Sukot, dünya milletleri tarafından özellikle kabul edilecek ve bunun için ödüllendirileceklerdir.
Sukot kutlamasının her zaman dünyada derin bir etkisi olmuştur. Sukot’ta, Bet Amikdaş’a getirilen yetmiş adak, Nuh’un oğullarından gelen yetmiş millete tekabül ediyor ve onları koruyordu. Onların torunları da günümüzün milletleridir. İsrailoğulları bu adakları milletlerin bağışlanması için getiriyor, onların refahları için, tüm insanların arasında evrensel barışın ve uyumun sağlanması için dua ediyorlardı.
Bugün bu adakları dualarımız ile tekrar yaratıyoruz. Sukot sırasında sevincimizin ve hizmetimizin, eski dönemlerdeki gibi, dünyanın kaderi üzerinde kozmik bir etkisi bulunmaktadır.
Böylece görüyoruz ki, Sukot kutlamaları, tüm insanlık için barışı sağlamak üzere, sadece kendimizi değil, bütün gezegeni değiştirmeyi amaçlar.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
#46
Tişri 16, Sukot’un İkinci Günü
11 Ekim Salı
Suyun tadı
Tapınak Yeruşalayim’de iken, “su dökmek” Sukot bayramının önemli bir özelliğiydi.
Bütün sene boyunca, Tapınak’ta sunulan gündelik kurbanların yanında, sunağın üzerine şarap dökülürdü, ama Sukot bayramında şarabın yanında su da dökülürdü.
Bu amaç için kaynaktan su çekilmeden önce, bütün gece Tapınağın avlusunda kutlamalar gerçekleşirdi. Gün ağarıncaya kadar şarkılar söylenir ve dans edilirdi. Daha sonra şenlikçiler su çekmek ve suyu Tapınağa getirmek için Şiloah Kaynağına giderlerdi.
Talmud der ki, “Su çekme kutlamalarını görmemiş olan bir insan hayatında neşe görmemiş demektir.”
Şarap ve su Tanrı’ya hizmetimizin iki unsurunu temsil eder. Suyun, tadı, kokusu ve rengi yoktur, ama buna rağmen hayatımızın temel bir ihtiyacıdır; su entelektüel ve duygusal olarak yavan olsa da temelde elzem olan “Tanrı’nın hakimiyetinin kabul edilmesini” temsil eder.
Göze, damağa ve buruna hoş görünen, beyni uyuşturan ve kalbi coşturan şarap, bizim İlahi hizmetimizin bedensel olarak memnun edici yönünü, yani Tora mitsvalarının içsel anlamını kavramamızın ve Tanrı ile yaşadığımız ilişkinin verdiği sevinç ve mutluluğu simgeler.
Ama eğer su “lezzetsizi”, Tanrı’ya hizmetimizin duygusal olarak yavan yönünü simgeliyorsa, o zaman Sukot’ta sunağın üzerine dökülen su neden bu kadar neşe veriyordu?
Susamış biri için, bir bardak su en leziz şaraptan daha tatlıdır. Manevi açıdan baktığımızda, ruh Tanrı’ya susadığı zaman, Tanrı ile olan ilişkinin ne kadar önemli olduğunu kabul ettiği zaman, duyular için bir bayram gibi olan coşkulu bir deneyim yaşar. Böyle bir ruh için, Tanrı’ya hizmet ederken sunağa dökmek üzere, benliğinin en derin noktasından çektiği “su”, sarhoş eden herhangi bir şaraptan çok daha büyük bir sevinç kaynağıdır.
Sukot, “Tanrı’nın hâkimiyetini kabul ederken” keyif ve sevinci yaşamaya en açık olduğumuz dönemdir.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------
#45
Tişri 15, Sukot’un İlk Günü
10 Ekim Pazartesi
Fetih yürüyüşü
Daha önce 13 Tişri’de “dört türün”, yani mersin dallarının (adasim), söğüt dallarının (aravot), hurma yaprağının (lulav) ve limonun (etrog) anlamını incelemiştik. Onları beraber bağlar ve Sukot haftası boyunca her gün onları altı yöne doğru sallarız. “Dört türü” anlamanın bir başka yolu onları insan bedenine benzetmektir:
· Limon (etrog) şekil olarak, bütün eylemlerimizin arkasındaki itici güç olan kalbe benzer.
· Hurma yaprağı (lulav), bedeni bir bütün olarak tutan, dengemizi sağlayan ve onsuz hareket etmemizin mümkün olmadığı omurgaya benzer.
· Mersin yaprakları (adasim) badem şekliyle Tanrı’nın dünyasına dikkatle baktığımız gözlere benzer.
· Söğüt yaprakları (aravot), düşünce ve duygularımızı ifade ettiğimiz dudaklara benzer.
Bu dördünü birlikte tutarak, bir insanın bütün gücünü ve yeteneğini Tanrı’nın hizmetine adaması gerektiğini gösteriyoruz.
Bayramlarda övgü mezmurları olan Allel’i söylerken, bu “dört türü” beraber tutar ve altı farklı yöne (güney, kuzey, doğu, yukarı, aşağı, batı), her altı yöne üçer kez ileri geri olmak üzere, toplam on sekiz hareketle onları sallarız. Bu hareketler yükseltmekle sorumlu olduğumuz evrendeki bütün parametrelerde “dört türün” birliğini ve İlahi birliği yansıtırlar.
“Dört türü” yukarı kaldırdıktan sonra, İlahi ışığı aşağıya, bu dünyaya çekmeyi ifade etmek için onları göğsümüze değdirmeden önce yeryüzüne doğru indiririz. “Dört türü” aşağıya indirdiğimiz zaman, onu yerine geri getirmeden önce, dünyeviliği cennete doğru yükselttiğimizi ima etmek için ilk önce yukarı doğru uzatırız.
Her Sukot gününde, Allel’den sonra, Oşa-na (“lütfen bizi kurtar”) sözcüklerinin defalarca tekrarlandığı Oşanot duasını okuruz. Bunu yaparken, Tora’nın okunduğu platformun (bima) etrafında döneriz.
Bu dairesel hareket, Yeriho’yu fethetmek için şehri çevreleyerek yapılan fetih yürüyüşüne benzetilir. Bizler savaşmak ve her savaşı kazanmaya kararlı bir şekilde ruhsal cephanemizle, ya da “dört türle” yürürüz.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------
#44
Tişri 14, Erev Sukkot
9 Ekim Pazar
Daha yükseğe tırmanmak
Baal Shem Tov her sorunun bir cevabı olduğunu ve her cevap için de bir sorunun bulunduğu söylemeyi çok severdi.
Huşudan sevince geçiş yaparken, şunu da aklımızda tutmalıyız: daha yüksek bir enerji şeklini her özümsediğimizde, farklı ama yine yüksek bir enerjiyi elimizden kaçırmış oluruz.
O halde bu bizim tırmandığımız bir merdivendir.
Üçüncü Habad Rebbe Tzemah Tzedek çocukken, başka çocuklarla bir merdivende oynuyordu. Bütün çocuklar merdivenin yarısına kadar tırmandılar, ama tepeye kadar çıkan tek çocuk o oldu.
Daha sonra pencereden onları seyreden büyükbabası Liadi’li Rabbi Schneur Zalman, ona “bütün arkadaşların vazgeçerken, sen nasıl oluyor da tepeye tırmanmaktan korkmadın?” diye sordu.
Çocuk “çok basit, asla aşağıya bakmadım, sürekli yukarıya baktım; ne kadar aşağıda olduğumu görmek, beni daha yukarıya tırmanmam için teşvik etti,” diye cevap verdi.
Bu, amacını tespit etme meselesidir. Bir insan ile bir hayvan arasındaki, fark hayvanların dört ayakları üstünde yürümeleri ve hiçbir zaman gökyüzüne bakmamalarıdır. İnsanlar ise dik yürürler; bu demektir ki, başları diktir ve yukarıya bakabilirler. Peygamber Yeşaya’nın dediği gibi, “Gözlerini yukarı kaldır ve bunları kimin yarattığına dikkat et.” (Yeşaya 40:26)
Yukarıya bakabiliyor olmamız, bizi sürekli gelişmeye ve alçaktaki konumumuzu aşmak üzere daha yükseğe tırmanmaya teşvik eder.
Bu bayram döneminde bütün sene için bize gerekli olan araçları tedarik ederiz. Ama onları kullanıp kullanmamak bize kalmıştır. Tanrı ile olan ilişkimiz ulaşılmaz değildir. Onunla olan ilişkimiz bir ortaklıktır, iki yönlü bir sokak gibidir ve bu da, kutlama yapmak için yeterli bir sebeptir.
Bu Sukot’ta hepimize büyük bir aydınlanma, anlamlı ve neşeli bir kutlama nasip olsun.
Kendinize sorun: Daha fazla yükselmeye hazır mısınız? Kutlamalara hazır mısınız?
· Günün alıştırması:
-Sukot kutlamaları için hazırlıklarınızı bitirin.
Misafir davet etmek
Kutlamalar yalnız başına yapılamaz. Kutlamaları başka insanlarla birlikte gerçekleştiririz. İşte bu yüzden, Tora bize misafir ağırlamayı emreder (ahnasat orhim mitsvası.) Neşemizi paylaşmak çok önemlidir.
Sukamızda misafir ağırlamak ve neşeli bir beraberlik içinde bayram yemekleri yemenin yanı sıra, Kabalistik geleneğe göre, yedi mistik misafiri (uşpizin), Avraam, İtshak, Yaakov, Moşe, Aaron, Yosef ve David’i, yani “yedi sadık çobanı” da ağırlarız. Zohar’ın açıkladığı gibi:
Bir insan inancın gölgesinde sukada oturduğu zaman, Şehina (Tanrı’nın Varlığı) kanatlarını onun üzerine yayar… Avraam, beş atamız ve David onunla birlikte otururlar. Kişi bayramın her gününü onunla oturan bu misafirlerle kutlamalıdır. (Zohar, Emor 103a)
Bu “yüce ve kutsal misafirler” bizi manevi olarak beslemeye gelirler ve her biri kendisine has özelliğini katar. Bize gelince, onların hayatına benzemekten, onların karakter özelliklerine uygun bir hayat sürdürmeye çalışmaktan daha büyük bir misafirperverlik yoktur.
Yedi bayram gününün her birinde, yedi upşizinden bir tanesi grubu yönetir.
Bu akşamki onur misafiri Avraam’dır. Onu ve grubun geri kalanını bu sözlerle ağırlarız: Benim yüce misafirim Avraam, müsaade ederseniz, diğer yüce misafirler İtshak, Yakov, Moşe, Aaron, Yosef ve David burada benimle ve sizinle otursunlar.
Avraam sevecen iyiliği temsil eder (hesed). Avraam’ın varlığı sukada toplanmış olan insanları Yeşaya’nın Kitabındaki (Yeşaya 58:14) şu sözlerle kutsar: “Ben Tanrı ile birlikte keyif alacağım.”
O halde, bu akşam başlayan Sukot’un ilk günü odaklanacağımız tema budur: sevgi, iyilik ve birbirimize keyif vermek.
Sevgi dolu iyilik temasını sürdürürken, sukamıza bazı ihtiyaç sahibi insanları da davet etmeliyiz ( “yukarıdaki mistik” misafirlerin karşılığı olarak “aşağıdan dünyevi” misafirler). Eğer ihtiyaç sahibi yabancıları davet etmek mümkün değilse, en azından başka yerde kutlama yapabilmeleri için onlara yiyecek ve para sağlayabiliriz.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
#43
13 Tişri
8 Ekim Cumartesi
''Dört türü'' tedarik etmek
Suka sevincini yaşamak için hazırlıkların en önemli ikinci parçası “dört türün” tedarik edilmesidir. Bunlar üç mersin dalı (adasim), iki söğüt ağacı dalı (aravot), bir hurma dalı (lulav) ve bir tür limondur (etrog). Bunları beraber bağlar ve Şabat hariç, Suka haftası boyunca her gün altı yöne doğru sallarız.
Midraş’a göre “dört tür”, dört insan tipinin karşılığıdır:
· Hem güzel bir tadı, hem de muhteşem bir kokusu olan limon türü etrog, hem öğrenen, hem de başaran kişiyi temsil ediyor.
· Hurma yaprağı lulav tadı hoş, ama kokusu olmayan bir meyve verir; bu tür, eylem dünyasından uzak duran bir bilgenin portresidir.
· Kokusu olan, ama tadı olmayan mersin ağacının dalı adas, iyi eylemlerinin bolluğunun bilgeliğini gölgelediği kişiyi temsil eder.
· Ne kokusu, ne de tadı olan söğüt ağacının dalı arava, hem Tora öğrenmeyen, hem de iyi davranışlarda bulunmayan kişiyi temsil eder; bu kişi ne zihinsel gücünü,aklını, ne de dünyayı geliştirme potansiyelini gerçekleştirir.
Sukot’ta Tanrı’nın halkının birer parçası olan bu “dört tür”, “bir demet halinde birbirlerine bağlanır”, her biri vazgeçilmezdir ve her biri diğerlerine katkıda bulunur.
“Dört türün” anlamı karşısında şaşkına dönen Kral Şlomo, limonun “acı çekmiş” bir meyve olduğunu fark eder. Limon bütün sene boyunca, her türlü iklim koşullarına maruz kalarak ağaçta durur. Ama biz de biliyoruz ki, en yüce insanlar zahmetler ve zorluklar yüzünden rahat görmeyen insanlardır. En dengeli insanların da, sürekli yeni iklimlere ve çevrelere uyum sağlama ihtiyacı ile karşı karşıya kalan insanlar olduğunu görüyoruz.
Ve açıkçası, hiçbir olumlu nitelik sergilemeyen söğüt dalı, yine de nehir kenarındaki topraklı tepeciklerde yetişir. Aynı şekilde, bazı insanlar olumlu özellikler taşımayabilirler, ama kökleri atalarının nehirlerine sıkıca yerleştirilmiş ve onların suları ile beslenmişlerdir. Onları bireysel olarak gözlemlersek, erdemlerini ifade edemeyebilirler, ama bir toplum olarak biraraya geldikleri zaman, ruhları ışıldar.
Kendinize sorun: Siz bu “dört tür”den hangisisiniz? Sizde olmayıp da başkalarında var olan erdemleri görebiliyor musunuz?
· Günün alıştırması:
“Dört türü satın alın veya Sukot boyunca sallamak için onları ödünç almaya çalışın.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------
#42
12 Tişri
7 Ekim Cuma
Suka inşa etmek
Sukot sevinci için hazırlığın önemli bir parçası, bir suka inşa etmektir. Suka, Sukot haftası boyunca içinde yaşamamız emredilen hurma yaprakları ve dalları, sazlar veya bambularla örtülmüş bir çatısı olan bir kulübedir. Bazı kişiler hemen Kipur’dan sonraki gece sukalarını inşa etmeye başlarlar; başkalarının ise onu Tişri ayının 11. ve 14.günleri arasında inşa etme alışkanlıkları vardır.
Bu mitsvanın anlamı nedir? Bu garip ama hoş dekorda toplanmak, parti düzenlemek ve yağmur yağmadığı takdirde kamp kurmak hoş sayılsa da, bugün bu garip mitsva bizim için gerçekten kişisel bir anlam taşır mı?
18.yüzyılda yaşamış olan Hasidik Üstad Mezritch’li Magid’in öyküsü bu soruya cevap verir.
Bir gün zengin bir adam ünlü bilgeyi ziyaret etmeye gelir ve kasabanın dış mahallesinde çok az eşyası olan bir barakada yaşadığını görünce şok olur. Dehşete düşen zengin adam Magid’e konumuna uygun bir konut sağlamayı önerir.
Magid cevap olarak, zengin adama kuşkusuz bir konağa benzeyen evini ve sonra seyahat ederken kaldığı yerleri tasvir etmesini söyler. Varlıklı adam tasvirini bitirdiği zaman, Magid şöyle cevap verir: “görüyorum ki, iş seyahatine çıktığın zaman kaldığın yerler, senin ev dediğin yerden çok daha mütevazı. Benim için de aynı şey geçerli. Bir gün benim gerçek evime geleceksin ve ne kadar farklı olduğunu göreceksin.”
Suka bize bu somut dünyada bizlerin sadece birer yolcu olduğumuzu hatırlatır. Bizim gerçek evimiz burada değil. Oturduğumuz ev ne kadar güzel olursa olsun, bizim gerçek evimiz değildir. Gerçek evimiz paranın satın alabileceğinden veya hayal bile edebileceklerimizden çok daha yüce ve güzeldir.
Kendinize sorun: Evinizi gerçek eviniz olarak mı görüyorsunuz? Bunun sizin gerçek eviniz olmadığını ne kadar sıklıkla anımsıyorsunuz?
· Günün alıştırması:
Eğer henüz bir suka kurmadıysanız, bu sene bir suka inşa etme veya en azından bir sukada yemek yeme olasılığını araştırın.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------
#41
11 Tişri
6 Ekim Perşembe
Huşu´dan sevince
Bugün “Huşu Günleri” (Roş Aşana ve Kipur Günü) ile “Sevinç Günleri” (Sukot, Şemini Hag Atseret, Simhat Tora) arasındaki dört günlük geçiş dönemi başlar.
Tişri ayının ilk yarısı, Yahudi takviminin ilk ayı olarak, senenin gerisini kontrol eden kozmik bir sinir sistemi gibi çalışır. Bu dönem bize, Tanrı’yı bizden çok daha yüce olarak deneyimlememizi emreder. O bizim Kralımız, Yargıcımız, hayatımızın tek ve Mutlak Otoritesidir.
Bu neden yeterli değildir?
Çünkü bu deneyimde eksik olan; yakınlık, sevgi ve en önemlisi bütünlük unsurudur.
Doğadan bir örnek kullanacak olursak, gök gürültülü bir fırtına altındaki okyanusun görüntüsünü karşısında huşu içinde kaldığımız zaman, bizler esinlendiğimizi ve yükseldiğimizi hissedebiliriz. Ama muhtemelen bu müthiş manzaraya uzaktan şahit oluyoruzdur. Okyanusun kuvvetinden korkarak suya atlayıp dalamayız, dehşete kapılmış bir halde öylesine kalakalırız.
Aynı şey Tanrı ile olan ilişkimiz için geçerlidir. Bu nedenle, Tişri bize Neşeli Günleri verir.
Huşu Günleri daha büyük bir şey için yalvarmayı temsil eder. Tamamen bizim ötemizde bir gün olan Kipur Gününde doruk noktasına ulaşır. Bu süre zarfında (25 saat) yemek yemeyiz, çok az uyuruz ve dua etmek için sinagoga kapanırız. Bizler bunu yaparak, yükselmemizi engelleyen maddi hayattan kurtulmaya çalışırız.
Ama ondan sonra ayın ikinci yarısı gelir, az önce deneyimlediğimiz dönemi bütünleştirme ve kutlama zamanı gelir.
Neden bu dönemi kutluyoruz? Çünkü Kralın sarayına geldik ve O’nun yargısından geçtik. Şimdi sarayı terk ediyoruz ve sokaklarda dans etmeye hazırız.
Kendinize sorun: Kutlamaları başlatmaya hazır mısınız? Büyük Bayramlarda yaşadıklarınızdan sonra, içinizde artan sevinç duygusunu hissediyor musunuz?
· Günün alıştırması:
-Eğer cevabınız olumlu ise, kutlama için neleri hazır etmeniz gerektiğini listeleyin. Eğer cevabınız olumlu değilse, nedenini anlatın.
-Kişisel sevgi hayatınızda, şu iki elemana ihtiyaç duyan bir benzerlik bulun: saygı (huşu) ve yakınlık (sevinç).
---------------------------------------------------------------------------------------------------------
#40
10 Tişri
5 Ekim Çarşamba
TEK’LİK GÜNÜ
Kipur Gününe hazırlık süreci; sinagogda Kipur gününün beşinci ve son duası- Neila (“Kapıların Kilitlenmesi”) ile doruk noktasına ulaşan içsel bir yolculuktur.
Her gün -Maariv (akşam duası), Şahrit (sabah duası), Minha (öğleden sonra duası) adlarında üç duamız vardır. Şabat günü ve diğer Yahudi bayramlarının her birinde Musaf adında (ek dua) dördüncü bir dua vardır. Beşinci dua olan Neila sadece Kipur Gününde okunur.
Bunun nedeni de, Neila’nın, ruhun Kutsalların Kutsalına, sadece o gün ve o zaman diliminde ulaştığımız ruhun beşinci ve en yüksek boyutuna tekabül etmesidir.
Ruhun beş boyutu, en alçağından en yükseğine doğru şöyledir:
5. Yehida “Teklik” Öz
4. Haya “Hayat” Metafizik hayat
3. Neşama “Ruh” Entellektüel hayat
2. Ruah “Nefes” Duygusal hayat
1. Nefeş “Can” Biyolojik hayat
Senenin her günü ruhun üç boyutuna ulaşabiliyoruz; Şabat günü, dördüncüsü olan haya ya ulaşırız; ama beşincisi olan yehida ya veya Tanrı ile birliğe sadece Kipur Günü ulaşabiliriz.
Bunun nedeni de, Neila sırasında kapılar kilitlenmeden önce, her şey açıktır ve insan ruhunun en mahrem, kırılgan, yumuşak ve nazik, diğer seviyelerin savunma mekanizmalarına karşı en korumasız kısmı olan yehida ya bile ulaşabiliriz. Biz ona tam olarak Neila nın söylendiği ve sonunda şunu açıkladığımız anda ulaşırız: Şema Israel …”Dinle ey İsrail, Tanrı bizim Tanrımızdır, Tanrı Tek’tir.”
16.yüzyılın ünlü bilgesi Şaloh şöyle yazar: “bir Yahudi için, Tanrı’nın Tek’liğini kabul etmesinden ve tüm hayatını Tanrı’ya bahşetmeye hazır olmasından daha büyük bir deneyim yoktur.” Bu an bütün sene boyunca, kıvılcım ile alevin en çok yaklaştığı andır. Bu an senenin en güçlü ve etkili anıdır. Bu an her şeyin özüne, Tanrı’ya en yakın olduğunuz andır.
‐--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------‐-
#39
9 Tişri
4 Ekim Sali
MELEKLER GİBİ OLMAK
Bu akşam 25 saatlik bir Kipur orucuna başlayacağız. Bunu, Tişa Beav’da Mabedin yıkılışı için yas tuttuğumuzdaki gibi keder içinde yapmayız. Esasında Kipur Günü matem tutma günü değil, sevinç dolu bir gündür. Kipur Gününde oruç tutmamızın nedeni, o gün fiziksel kısıtlamalarımızın ötesine geçip melekler gibi olmaktır; çünkü yemek ve diğer fiziksel konular dikkatimizi manevi özümüzden alıp dağıtır.
Bazı insanlar açlığın, dualara ve günün dini uygulamalarına odaklanmalarına engel olduğunu söyleyip şikâyet ederler. Ama Kipur Gününün zorluğu da buradan gelir: fiziksel unsurlara fazla odaklanmamak.
İçinizin derinliklerinden gelen besini ve içeceği deneyimlemek için yememe ve içmeme fırsatını kullanın. O zaman oruç tutmak çok özgür kılan bir deneyim olacaktır.
Kipur Günü ruhunuzun en derin bölümüne ulaşabildiğiniz gündür. Ama bu ancak Kipur için bir alan yaratırsanız mümkün olur. Sizin ruhunuzun ve her ruhun eşsiz bir mırıldanma sesi çıkaran yumuşak ve sakin bir tınısı vardır. Bu mırıldanma ancak, iç sesinizi bastıran günlük yaşam sesini kısarsanız duyulur.
Kipur Gününde “kaynağın” ruhunuzun “kıvılcımına” en yakın olduğu aşamada, elinizden geldiği kadar dikkati dağıtan maddi unsurları yok etmek istersiniz, böylece ruhunuz özgürce şarkı söyleyebilir ve “kıvılcımınız” özgürce dans edebilir.
Kipur Gününü bu şekilde çaba harcayarak geçirdiğiniz zaman, o gün aç olarak geçirdiğiniz değil, kendinizi bir melek olarak geçirdiğiniz bir gün olur. Çaba gerektirdiği için de, o gün için hazırlık yapmanız gerekir.
Aynı şey Kipur Gününde, yıkanma, yağlanma, cinsel ilişki, deri giymek gibi diğer yasaklar için geçerlidir. Bu yasakların amacı, ruhsal âlemi deneyimlemek için mümkün olduğu kadar bizi fiziksel âlemden koparmaktır.
Fiziksel zevklerden haz almak yerine, günümüzü dış dünyadan koptuğumuz bir sinagogun kozasında dua ederek geçiririz; bütün niyetimiz fiziksel âlemin, somut yuvamızın ötesine geçmek ve en saf ruhsal özümüze, Tanrı’daki gerçek yuvamıza yolculuk etmektir.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------
SIKIŞTIRAN BAĞLARI KOPARMAK
Kipur Gününe denk gelen Tişri ayının 10.günü resmen başlamadan ve karanlık çökmeden önce, dünyanın her tarafındaki sinagoglarda Kol Nidre isimli unutulmaz bir ezgi söylenir.
Kol Nidre “Bütün Yeminler” demektir ve klasik metin üç kez tekrarlanır; her seferinde daha yüksek sesle okunur ve edilen bütün yeminlerden ve antlardan vazgeçmek anlamına gelir.
Senenin en kutsal gününü, Tanrı’dan bütün günahlarımızı affetmesini istediğimiz güne, eski vaatleri bozarak başlamamız garip gelebilir.
Ama Kol Nidre bu değildir. Kol Nidre senenin en kutsal gününe girdiğimiz süreçtir.
Neder, sadece bir başkasına yüksek sesle ettiğiniz yeminler veya vaatler değildir; sizi sıkıştıran, engelleyen bütün sorumlulukları, bağları ifade eden bir kelimedir.
“Bütün yeminleri” bozarak, içinize yolculuk etmenizi, Kipur Günü deneyimine açılmanızı engelleyen zorunlulukları koparma sorumluluğunu açıklıyorsunuz.
Elbette ki bu, sağlıklı sorumlulukları ve yükümlülükleri terk etmek anlamına gelmez. Sadece sizi kısıtlayan, karmakarışık eden ve zor duruma, tuzağa düşüren bağları, bağlantıları terk etmek demektir.
Kol Nidre’nin en önemli odak noktası budur. Kipur Gününe başlamak için mükemmel bir duadır, çünkü kendinizi bu tür tuzaklardan kurtarmazsanız, içinize doğru yolculuk edemezsiniz; bir top ve bir zincire bağlı olursanız, hiçbir yere gidemezsiniz.
Kol Nidre konuşmalar, eylemler ve düşüncelerle ilgili olarak üç kez tekrarlanır:
Ettiğimiz bütün yeminler ve kendimize yasakladığımız şeyler… Onları yapmış olmaktan pişmanız, hepsine izin verilsin, affedilsin, ortadan kaldırılsın, yok edilsin ve artık geçerli olmasın veya var olmasın. Bizim yeminlerimiz artık yemin olmayacak, yasaklarımız artık yasak olmayacak ve lanetlerimiz artık lanet değil…
#38
Tişri 8
3 Ekim Pazartesi
Umudun doğusu
Moşe Sinay Dağında bütün Tora’yı sadece 40 günde aldı, ama Yahudiler’in Altın Buzağı Günahının bağışlanmasını başarmak için o sürenin iki mislini, yani 80 gününü geçirdi.
Moşe nihayet Kipur Gününde dağdan indiği zaman, getirdiği yeni tabletler, eskilerinden daha büyüktü. İkinciler, acının derinliklerinden kazılmıştı ve kayıptan sonraki umudu gösteriyordu; ikinci levha seti yıkılamaz türdendi.
Bundan şunu öğreniyoruz ki, bozulmuş bir ilişkiyi düzeltmek, yeni bir ilişkiyi başlatmaktan çok daha zordur ve daha çok çaba gerektirir. Ama başardığımız zaman da, yeni oluşum çok daha sağlamdır ve bir daha asla kırılamaz.
Sadece iki gün sonra gelen Kipur Günü senenin en kutsal günüdür çünkü hayatta en önemli tek unsur olan umudun doğum günüdür. Kayıptan sonra şifanın, yıkımdan sonra yeniden doğuşun, kırılan şeyi her zaman yeniden inşa edebileceğimizin ve öncekinden daha güçlü kılabileceğimizin umududur.
Kipur Günü bize, Tanrı’yla, ölümsüzlükle bağlantı kurarak bütün bunları nasıl başaracağımızı öğretir.
İyi ile kötünün savaştığı bir dönemde yaşadığımızı giderek daha çok algılarken, paylaşmamız gereken en önemli mesaj budur. Bu mücadelede Kipur Gününün mesajını aktarabiliriz:
“Her şey mümkündür. Her türlü zorluğu ve rekabeti istikrarla yenebilirsiniz. Tanrı’ya inanın ve umut edin, çünkü iyilik galip gelebilir ve galip gelecektir.”
On Teşuva Gününe denk gelen Şabat gününde, bu mesaj Tora bölümünün sözcükleriyle tekrarlanır:
“Güçlü ve cesur olun. Onların önünde korkmayın ve güvensiz hissetmeyin, çünkü sizinle giden, Tanrıdır, O sizi ihmal etmeyecek ve terk etmeyecektir. “(Devarim 31:6)
Kendinize sorun: Kendiniz ve dünya için ümitli misiniz? Kendinizi teslim etmeye hazır mısınız?
-Morali kırık olan birine ilham verin. Ona ümit verin.
-Yukarda sözü geçen Tora bölümü üzerine iyice düşünün.
‐--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------‐-
#37
Tişri 7
2 Ekim Pazar
Bağışlanma döngüsü
Sadece üç gün uzağımızda olan Kipur Gününe “Bağışlanma günü” denir, çünkü bugün Yahudilerin Altın Buzağı günahını affetmesi için Moşe’nin, Tanrı’ya 80 gün boyunca yalvardıktan sonra nihayet başarıya ulaştığı gündür. Bugün Tanrı ona nihayet “ Senin istediğin gibi bağışlayacağım ” der.
Kipur Gününde, bu muhteşem günün enerjisine bağlanmayı, aynı zamanda kendimiz de bağışlanmayı isteriz. Ama kendimiz başkalarını bağışlamaya pek gönüllü olmazsak, Tanrı’nın bizi bağışlamasını pek bekleyemeyiz.
Bağışlamak kolay değildir; çalışma gerektirir. Ama en önemlisi, Hayat Veren Tanrı ile bağlantıda olmamız gerekir. Ana alevin kıvılcıma yaklaştığı şu an, bu bağlantıyı hissetmek için en iyi zamandır.
Başkalarını affetmenin sırrı, Tanrı’nın sizi önemsediği için size hayat verdiğini anımsamaktır. Onun yarattığı dünyayı mükemmelleştirme aşamasında, sizin de önemli ve yeri doldurulamayacak bir rolünüz var. Bunu anımsadığınız an, başkalarının size verdiği acıyı unutma ve hem kendinizi, hem de onları bağışlama gücünü elde edersiniz.
İbranice “bağışlama” ya da mehilah, “döngü” anlamına gelen mahol kelimesinden türemiştir. Hayat, bütün yaşadıklarımızı ve ilişkilerimizi uyumlu, kusursuz bir bütün olarak kapsayan bir döngü veya çemberdir. Birisi bizi incittiği zaman, çember kırılır. Bağışlama da kırığı tamir etme şeklidir.
Bağışlamak sadece bizi inciten kişiyi bağışlamak değil, aynı zamanda kendimizi, Tanrı’yı, hatta bütün garip ve bazen acımasız iniş çıkışlarıyla hayatı affetmektir.
Bağışladığınız zaman, döngü tekrar tamamlanır ve kendinizi Tanrı’nın yaradılışının bütünlüğü içinde hissedersiniz. O zaman bu Kipur Gününde Tanrı’nın size şunları söylediğini duyacağınızdan emin olabilirsiniz: “ Senin istediğin gibi, seni bağışlayacağım.”
Kendinize sorun: Kimi incittiniz? Kim sizi incitti?
-Affetmeniz gereken kişilerin listesini yapın.
-Affedilmeyi istemeniz gereken kişilerin listesini yapın.
-Başlayın.
‐--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------‐-
#36
Tişri 6
1 Ekim Cumartesi
Kişisel 'kutsalların kutsalı'
Yeruşalayim’de Mabedin yıkılmasından önce, Kipur Gününün doruk noktası, Kohen Gadol’un Kutsalların Kutsalına girdiği andı.
Kişi bu en kutsal yere, senenin bir tek bu zamanında girebilirdi ve bunu bir tek Kohen Gadol, o da çok kısa bir süre için yapabilirdi.
Bu öyle yoğun bir andı ki, eğer Kohen Gadol tamamen saf ve temiz olmasa, daha önce bağışlanmayan en küçük günahı bile olsa, oracıkta hemen ölürdü.
Nedenine gelince, Kutsalların Kutsalı o kadar temizdi ki, tek bir kusur bile kabul edilemezdi. Gözümüz tek bir kirpiğe bile dayanamaz, çünkü çok hassastır. Kutsalların Kutsalı da varoluşun en hassas, en saf yeriydi.
Kohen Gadol orada öldüğü takdirde, diğer kohanim daha önce giren Kohen Gadol’a bağlanmış olan bir iple cansız bedenini çekerdi. Ama Kohen Gadol eğer Yahudiler için Tanrı’nın affını elde etmeyi başarma görevini başarıyla yerine getirebilirse, Kipur dualarında etkili bir şekilde tasvir edilen, etrafa saçılan özel bir ışıltı ile ortaya çıkardı.
Bugün ne Kohen Gadol’ümüz, ne de Mabedimiz var. Ama Kutsalların Kutsalı kendi ruhumuzun derinliklerinde hala mevcuttur. Kipur Gününde benliğimizin en saf kısmına ulaşmaya ve orada Tanrı ile bağlantı kurmaya çalışırız.
O saf yerde çok uzun zaman kalamayabiliriz. Bu birkaç dakika bile olabilir. Ama bildiğimiz gibi, en özel deneyimler sadece bir an için sürerler. Bizler bu en özel anlar için saatler, yıllar, hatta on yıllık süreler boyunca hazırlanırız; bu hazırlığa harcanan çaba, o saliseye değer.
Kendinize sorun: Kipur Gününde yaşananlardan en iyi şekilde yararlanmak için yeteri kadar hazırlandınız mı?
· Günün alıştırması:
Kendi kişisel Kutsalların Kutsalına girme zamanınız geldiğinde, sözcüklerle tam olarak bağlantı kurmak için Kipur dualarını gözden geçirmeye başlayın.
‐--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------‐-
#35
Tişri 5
30 Eylül Cuma
Kaynağa yaklaşmak
Yeruşalayim’de Mabedin yıkılmasından önce, Kipur Gününün doruk noktası, Kohen Gadol’un Kutsalların Kutsalına girdiği andı.
Kişi bu en kutsal yere, senenin bir tek bu zamanında girebilirdi ve bunu bir tek Kohen Gadol, o da çok kısa bir süre için yapabilirdi.
Bu öyle yoğun bir andı ki, eğer Kohen Gadol tamamen saf ve temiz olmasa, daha önce bağışlanmayan en küçük günahı bile olsa, oracıkta hemen ölürdü.
Nedenine gelince, Kutsalların Kutsalı o kadar temizdi ki, tek bir kusur bile kabul edilemezdi. Gözümüz tek bir kirpiğe bile dayanamaz, çünkü çok hassastır. Kutsalların Kutsalı da varoluşun en hassas, en saf yeriydi.
Kohen Gadol orada öldüğü takdirde, diğer kohanim daha önce giren Kohen Gadol’a bağlanmış olan bir iple cansız bedenini çekerdi. Ama Kohen Gadol eğer Yahudiler için Tanrı’nın affını elde etmeyi başarma görevini başarıyla yerine getirebilirse, Kipur dualarında etkili bir şekilde tasvir edilen, etrafa saçılan özel bir ışıltı ile ortaya çıkardı.
Bugün ne Kohen Gadol’ümüz, ne de Mabedimiz var. Ama Kutsalların Kutsalı kendi ruhumuzun derinliklerinde hala mevcuttur. Kipur Gününde benliğimizin en saf kısmına ulaşmaya ve orada Tanrı ile bağlantı kurmaya çalışırız.
O saf yerde çok uzun zaman kalamayabiliriz. Bu birkaç dakika bile olabilir. Ama bildiğimiz gibi, en özel deneyimler sadece bir an için sürerler. Bizler bu en özel anlar için saatler, yıllar, hatta on yıllık süreler boyunca hazırlanırız; bu hazırlığa harcanan çaba, o saliseye değer.
Kendinize sorun: Kipur Gününde yaşananlardan en iyi şekilde yararlanmak için yeteri kadar hazırlandınız mı?
Kendi kişisel Kutsalların Kutsalına girme zamanınız geldiğinde, sözcüklerle tam olarak bağlantı kurmak için Kipur dualarını gözden geçirmeye başlayın.
-Mişle (20:27), şu pasuk üzerinde düşünün: “Tanrı’nın alevi insanın ruhudur.”
-Hayatınızda, ruhunuzu kaynağına yönelten çekim alanlarını bulun.
‐--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------‐-
#34
Tişri 4
29 Eylül Perşembe
Saf özüne dönmek
Daha önce teşuva nın anlamını incelerken (bkz. Elul 18), teşuva nın tövbe ve geri dönüş olarak iki seviyesi olduğunu belirtmiştik.
· Tövbe etmek, yanlış bir hareketten pişman olup, onu tekrarlamamaya karar vermesi, bağışlanmayı istemesi ve özür dilemesi,
· Dönüş ise, kişinin İlahi özüne, ruhuna, Tanrısal kaynağına geri gelmesidir.
Elul ayı boyunca üzerinde çalışmış olmamız gereken ilk seviye, şimdi Teşuva’nın On Günü boyunca odak noktamız olan ikincisine ulaşmak için bir vasıtadır.
Bu özel günlerde, asıl sahip olduğumuz mükemmel öze geri dönmeye çalışmalıyız. Kelimenin gerçek anlamı ile “dönüş” anlamına gelen teşuva içimizdeki bir parçanın her zaman sağlıklı, iyi ve saf olduğunu ima eder. Bunu sabah duasında “Senin bana verdiğin ruh temiz…” sözleri ile ifade ederiz. Ve hayatımızda bize, benlik duygumuza, kişisel onurumuza nasıl bir zarar verilmiş olursa olsun, her zaman ruhumuzun bozulmamış, zarar görmemiş kısmına geri dönebiliriz.
16.yüzyılın büyük Kabalisti Safed’li Rabi Moşe Cordevero veya bilinen diğer adıyla Ramak saf özümüze dönmenin en iyi yolunun, On Teşuva Günü boyunca, “Teşuva’nın Kapıları” dediği On Sefirot üzerinde derin olarak düşünebilmemiz için her gün kendimizi bir süreliğine maddi dünyadan uzak tutmak olduğunu ileri sürer. Bu şekilde her gün farklı bir “kapıya” girmek, böylece ruhu belli bir sefira’ da kendi kaynağıyla birleştirmek mümkün olur. Bu sefira’ ların her biri yaradılışta ve ruhumuzda İlahi enerji için bir kanal oluşturur.
Kendinize sorun: Benliğinizin en saf, en kutsal bölümü ile ne kadar birleşmek istiyorsunuz? Bunu mümkün kılmak için çaba ve zaman harcamaya istekli misiniz?
· Günün alıştırması:
-On Teşuva Gününün her biri için takvim yapraklarında Ramak ile Ari’nin listeledikleri özellikler arasındaki benzerlikleri gözden geçirin.
-Bugün Netsah’ın Sefirası (“dayanıklılık”) üzerinde düşünün. Bunu yaparken de dayanıklılık seviyenizi ve hırsınızı değerlendirin. İyi şeyler için kullanılıyor mu?
‐--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------‐-
#33
Tişri 4
28 Eylül Çarşamba
Krallığı tekrar inşa etmek
Bugün Kipur Günü için geri saymaya başlarız. Bugün On Teşuva Günü’nün üçüncüsüdür. Bu dönem en huşu dolu günlerin doruk noktasıdır. İbrani takviminde her bireye onluk grupların gücünün bahşedildiği en yoğun dönemdir.
Bize bu güç bahşedilmiştir, çünkü Tanrı’ya Kral’ımız olarak taç giydirdikten sonra, bu on günlük dönemde onun Krallığını hem “yukarıdaki” ruhsal âlemde ve “aşağıdaki dünyamızda” tekrar inşa etme görevini üstleniriz. Kabala dilinde buna Binyan HaMalhut denir.
Malhut (“krallık”) On Sefirot’un onuncusunu temsil eder. Sefirot, on küre(katman) veya Tanrı’nın dünyayı yaratmak için yararlandığı İlahi enerji kanallarıdır. Bu kanallar, bizim ruhumuz dahil, hakikatin her alanında akarlar. Demek oluyor ki, malhut’u tekrar inşa etmek için kendimizi, kendi asaletimizi, haysiyetimizi, yani Tanrı’nın görüntüsünde yaratılmış olan benliğimizin o yönünü tekrar inşa etmeliyiz. Kendi malhut’ umuzu inşa ederek, Tanrı’nın evrendeki Malhut’ unu inşa etmesine yardımcı oluyoruz.
Korktuğumuz veya kendimizi güvensiz hissettiğimiz zaman, kendi malhut’ umuzun tekrar inşa edilme zamanı gelmiş demektir, çünkü kendi güven ve güvensizlik duygumuz ona bağlıdır.
Çocuklar, haysiyetlerinin ayaklaraltına alındığı evlerde yetiştikleri zaman,onların malhut’ ları aşınıyor. Bu çocuklar büyüdükleri zaman, büyük bir zekâya ve yüreğe sahip olabilirler, ama gerçek bir gelişim için gerekli olan benliğinden uzaklaşma cesaretini bulamayan güvensiz yetişkinler olurlar. Kavrayabilecekleri en ufak onur kırıntısı için mücadele etmeleri gerektiğini düşünürler.
O halde, malhut’ un tekrar inşa edilmesi aslında onurun, haşmetin ve çok güvensiz olan bir dünyada güvenin inşa edilmesi demektir. Ve bu on gün boyunca bunu gerçekleştirmemiz için bize özel bir güç verilir. Bunu gerçekleştirmek sandığımız kadar zor değildir, çünkü bunu inşa etmek için tek ihtiyacımız olan şey, İlahi ruhumuzun bulunduğu yere, hiçbir zaman incinmemiş olan benliğimizin içindeki yere ulaşmaktır.
Kendinize sorun: Genelde hayatta kendinizi güvenli mi, güvensiz mi hissedersiniz? Sizin malhut’ unuz hayatınızda yaşadıklarınız tarafından yıprandı mı?
-Hiçbir zaman incinmemiş yönünüzü-İlahi ruhunuzu-tasvir edin.
-Bugün, onurunuzu, malhut’ unuzu inşa edecek ve gurur duymanızı sağlayacak İlahi bir şey yapın.
‐--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------‐-
#32
Tişri 2, Roş Aşana’nın ikinci günü
27 Eylül Salı
Taç giyme günü
Roş Aşana, Tanrı’yı Evrenin Efendisi olarak taçlandırdığımız gün olarak kabul edilir. Bu fikir, aramızda modern ve demokratik toplumlarda yetişenler için kabul edilmesi en garip ve en zor kavramdır. Bizler için krallar, en kötü ihtimalde yozlaşmış despotlar, en iyi ihtimalde peri masallarındaki karakterlerdir.
Buna rağmen, Roş Aşana’yı kutlamak için bu kavram çok önemlidir, çünkü Yahudiliğin lisanında kral mutlak otoritenin mecazi anlamıdır. Roş Aşana’da Tanrı’yı, hayatımızın her alanını yöneten üzerimizdeki mutlak otorite olarak kabul ederiz ve O’nun yargısına teslim oluruz. Kralımız aynı zamanda Babamız olduğu için, O’nun yargısının merhametli olacağına inanırız.
Tanrı’nın kendi üzerimizdeki mutlak otoritesini kabul ettiğimiz zaman, kendi bireyselliğimizi yok etmeyiz. Aksine bireyselliğimizi daha güçlü kılarız. Tanrı’yı Kralımız olarak kabul ettiğimiz zaman, İlahi görüntüde yaratılmış olmanın getirdiği içimizdeki asaleti, saygınlığı ve haşmeti de kabul ederiz.
Bu fikir bizi önüne geçilmez bir neşe ile doldurur ve Roş Aşana’nın çelişkisine dikkat çeker, çünkü Roş Aşana, bizim Yüce Kralın önünde durup “Onun egemenliğinin yükünü” ürkekçe kabul ettiğimiz gündür. Ama o gün, aynı zamanda büyük bir sevinç ve mutlulukla kutladığımız bir bayramdır.
Taçlandırma böyle bir olgudur: korkuyla sevinci, huşu ile kutlamayı birleştiren bir olaydır. Katı bir hükümdarlığın aksine, gerçek bir krallık, insanların krallarına gönüllü olarak boyun eğmelerinden doğar. O halde, bir kralın taç giyme töreninde halk, huşu içinde saygı gösterip, krala teslimiyetini sergilerken, aynı zamanda bu teslimiyeti tüm içtenliği ile arzu ettiğini doğrulayan bir sevinç yaşar.
Roş Aşana’nın sevincine ve kutlamasına v’gilu b’roadah denir, yani “ titremeye sarılmış kutlama” denir.
Kralın karşısında durduğumuz zaman, o kadar mutlu oluruz ki, dans etmek isteriz, ama Krala olan saygımız yüzünden bunu yapamayız. O halde, bu sevinç daha uygun bir ifade ile paketlenmelidir. Bizler ancak sarayı terk ettikten sonra
( Sukot bayramında), kendimizi dizginlemeden kutlamalara başlayabiliriz.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------
Hatırlama günü
Roş Aşana’ya eşlik ettiğimiz zaman, bu akşam tam güneş batımından önce, mumları yakar ve şu duayı okuruz:
“ Mübareksin Sen Tanrı’mız Evren’in Kralı, bizi emirleriyle kutsayan ve bizlere Hatırlama Gününün alevini yakmamızı emreden .”
Roş Aşana bir “ Hatırlama günüdür”, çünkü Tanrı’nın geçmiş yıla ait muhasebe defterlerimize göz attığı ve Onun bizi neden dünyaya gönderdiğini hatırladığı gündür. Tanrı’nın, bir şeyi hatırlaması gerektiğinin söylenmesine ihtiyacı yoktur. O halde, bunun daha derin bir anlamı vardır. Aslında Roş Aşana günü, bizim Tanrı’ya “Lütfen beni hatırla ve bunu yaparken, bana bu dünyadaki görevimi hatırlat ki, hiçbir zaman unutmayayım,” dediğimiz gündür.
Sinagoga geldiğimiz zaman, Roş Aşana’nın resmen başlamasından önce her zamanki akşamüstü duaları olan Minha’yı söyleriz. Bu dualar okunurken, çok özel bir şey cereyan etmeye başlar. Yahudi mistikleri, Roş Aşana’dan önce güneş batarken, evrenin koma haline girdiğini açıklarlar. Anlaşmanın yenilenmesinin verdiği endişe ile bütün varoluşun üzerine hafif bir uyku çöker, her şey kozmik bir sessizlik içinde hareketsiz kalır.
Sonra Roş Aşana başladığı zaman, yavaşça uyanış başlar. Ertesi sabah, koçun boynuzu olan şofar çalınınca uyanış tamamlanır.
Şofar evreni ve bizi bu kozmik uykudan uyandıran bir “çalar saat” gibidir. Tazelenmiş olarak uyanmak için bizim bu uykuya ihtiyacımız vardı, yenilenmemizin sırrı burada yatar. Daha ziyade, nefes alabilmek için nefes vermek gibidir. Ve Roş Aşana’da tam olarak cereyan eden budur. Sene biterken, kozmik bir nefes verişi ve daha sonra kozmik bir taze nefes alışı olur.
Roş Aşana başlarken derin bir nefes alın! Şimdi Roş Aşana duasının anahtarı olan eşsiz sözleri söylemeye hazırsınız. Bu duada, Tanrı’nın bizi neden yeryüzüne gönderdiğini ve buradaki görevimizin henüz tamamlanmadığını hatırlamasını isteriz.
“Hayatı arzu eden Kral, bizi yaşamamız için hatırla, Ey Yaşayan Tanrı, Senin hatırın için, bizi Yaşam Kitabına kaydet.”
---------------------------------------------------------------------------------------------------------
#31
1 Tişri, Roş Aşana’nın birinci günü
26 Eylül Pazartesi
Dünyanın titrediği gün
Dünyanın doğduğu gün
Roş Aşana duası olan hayom harat olam’ın iki anlamı günün özünü kısa ve net olarak aktarır: “Bugün dünya titriyor/Bugün dünya doğdu.”
Bu mesajı en çok şofar çalınırken hissederiz. İlahi bir ruha sahip ilk insanın yaradılışının doğum gününde, o ruhun-bizim ruhumuzun- yakarışını yansıtan şofarı çalarız.
O gün, Tanrı insanın içine yaşam ruhunu üfledi. Ve şimdi her Roş Aşana’da insan, Tanrı’nın onun içine üflemiş olduğu kendi nefesini, ruhunun sesinin yankılandığını duymak için bir koçun boynuzu ile üfler.
Erkek bir koyun olan koç, yaratıkların en nazik ve masum olanıdır, diğer hayvanların hırçın yapısıyla bozulmamıştır. Ayrıca, Avraam’ın, oğlu Yitzhak yerine kurban olarak sunduğu hayvandır. Koç bize ruhumuzun, benliğimizin nazik, masum, içinde yaşadığımız hırçın ve çıkarcı dünya tarafından bozulmamış tarafını hatırlatır. Koçun boynuzu ise, oyulmamış, insan becerisini kanıtlayan diğer aletler gibi kalıba dökülmemiş veya dizilmemiş en basit alet olup, akıllarda yer eden, çınlayan ve en güçlü haykırışı veren, ruhun saf sesine en yakın alettir.
Şofarı çalmadan önce okuduğumuz dua, onun sırrını daha da açıklığa kavuşturur: “Benim dar mekânımdan, benim derinliklerimden ve sınırlarımdan, Sana sesleniyorum ve Sen bana geniş mekânından cevap veriyorsun.”
Bizi “dar bir mekâna”-zor, acılı, düş kırıklığı, pişmanlık veya hüzünle dolu bir mekâna- zorlayan hayatın baskıları ve zorlukları, bizi dünyevi materyalist hakikatimizden daha fazlası için Tanrı’ya yakarmamıza zorlayan katalizörlerdir.
Bu dua , “kendi dar mekânımızdan” haykırdığımız zaman, cevabın, Tanrı’nın en büyük cömertliğinden akacağını garantiler. Esasında şofarın şekli, yani bir ucunun dar, diğer ucunun geniş olması bu deneyimi yansıtır.
Hayatımızdaki kısıtlamalardan yayılan en saf haykırış cennette en saf yere ulaşır ve bütün kutsamalar için bir yol açar.
‐--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------‐-
Daha önce teşuva nın anlamını incelerken (bkz. Elul 18), teşuva nın tövbe ve geri dönüş olarak iki seviyesi olduğunu belirtmiştik.
Elul ayı boyunca üzerinde çalışmış olmamız gereken ilk seviye, şimdi Teşuva’nın On Günü boyunca odak noktamız olan ikincisine ulaşmak için bir vasıtadır.
Bu özel günlerde, asıl sahip olduğumuz mükemmel öze geri dönmeye çalışmalıyız. Kelimenin gerçek anlamı ile “dönüş” anlamına gelen teşuva içimizdeki bir parçanın her zaman sağlıklı, iyi ve saf olduğunu ima eder. Bunu sabah duasında “Senin bana verdiğin ruh temiz…” sözleri ile ifade ederiz. Ve hayatımızda bize, benlik duygumuza, kişisel onurumuza nasıl bir zarar verilmiş olursa olsun, her zaman ruhumuzun bozulmamış, zarar görmemiş kısmına geri dönebiliriz.
16.yüzyılın büyük Kabalisti Safed’li Rabi Moşe Cordevero veya bilinen diğer adıyla Ramak saf özümüze dönmenin en iyi yolunun, On Teşuva Günü boyunca, “Teşuva’nın Kapıları” dediği On Sefirot üzerinde derin olarak düşünebilmemiz için her gün kendimizi bir süreliğine maddi dünyadan uzak tutmak olduğunu ileri sürer. Bu şekilde her gün farklı bir “kapıya” girmek, böylece ruhu belli bir sefira’ da kendi kaynağıyla birleştirmek mümkün olur. Bu sefira’ ların her biri yaradılışta ve ruhumuzda İlahi enerji için bir kanal oluşturur.
Kendinize sorun: Benliğinizin en saf, en kutsal bölümü ile ne kadar birleşmek istiyorsunuz? Bunu mümkün kılmak için çaba ve zaman harcamaya istekli misiniz?
-On Teşuva Gününün her biri için takvim yapraklarında Ramak ile Ari’nin listeledikleri özellikler arasındaki benzerlikleri gözden geçirin.
-Bugün Netsah’ın Sefirası (“dayanıklılık”) üzerinde düşünün. Bunu yaparken de dayanıklılık seviyenizi ve hırsınızı değerlendirin. İyi şeyler için kullanılıyor mu?
‐--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------‐-
60 DAYS
A SPIRITUAL GUIDE TO THE HIGH HOLY DAYS
BY
SIMON JACOBSON