Tüm duyularımla deneyimlediğim geziden bazı izlenimler…
Kapak fotoğrafında gördüğünüz iki kişi Yehuda Dvir ve Keron Siriri. Mukono Ortodoks Yahudi Cemaatine mensup iki arkadaş. Şabat günü sohbet etme şansı bulduğum bu genç adamların hayatındaki ‘neden?’ ve ‘nasıl?’lar çok etkileyiciydi.
Yehuda Dvir aslında adını, hayatını kaybeden İsrailli bir arkadaşından sonra bu şekilde değiştiriyor. Onun anısını böyle yaşatıyor. Kendisi bağlı Yahudi hayatı yaşamadan önce belirli zorluklardan geçtiğini anlatıyor. Ailesinin Mesiyanik Yahudilik inancına ait olması ve bu nedenle tabii ki geleneksel Yahudi cemaatleri tarafından kabul edilmemesi, Habad’dan din değiştirme talep edip İsrail’e gitmelerinin önerilmesi ama imkânsızlıklar nedeniyle gidememeleri…
Bunun gibi çok ilginç hayat hikâyeleri dinledim. Keşfetmenin, gezmenin, öğrenmenin ucu bucağı yok.
Artık öyle bir zamandayız ki, en uzak, en eşsiz, en insan eli değmemiş diyarlar hakkında bile bilgi sahibi olmamız mümkün. O diyarlardaki en ilginç hikâyeleri konu alan kitaplardan filmlere, belgesellerden tüm ülkeyi 20 dakikaya sığdıran YouTube videolarına kadar kaynaklar sınırsız gibi görünebilir. Yine de ülkenin havasını bizzat içimize çektiğimiz, dokusuna bizzat şahitlik ettiğimiz, yerel insanlarıyla birebir arkadaşlık kurduğumuz kadar da üzerimizde etkisi olamıyor. İşte dijitalliğin ulaşamadığı kısımda biraz doğaya ve dünyaya kulak verme kısmı devreye giriyor.
Yakın çevremden “Uganda yazısı ne zaman geliyor?” sorularına kayıtsız kalamadım ve son zamanlarda ziyaret etme fırsatı yakaladığım Uganda gezim hala tazeyken bir yazıyla bunu pekiştirmek istedim.
Uganda’ya gitmeye hazırlanırken çevremden başlıca iki çeşit tepki aldım. Biri “Uganda’da ne işin var?” ile başlıyor (anlattıklarımdan ve fotoğrafları gördükten sonra “Uganda da güzelmiş yahu!” diye devam ediyor.) İkincisi de etkilenme, imrenme ve şaşırma karışımı bir tepki, “Ben de gitmek istiyorum” ile başlıyor (“Gerçekten de hayal ettiğim kadar güzelmiş” diye devam ediyor.)
Neden diye soranlara genel olarak “Neden olmasın?” diye cevap vermeyi tercih ettim. Bir ülkenin sosyoekonomik ve politik gerçeklerini, kültürel farklılıklarını göz ardı etmiyorum fakat eğer konu keşfetmekse, Afrika kıtasında veya kendi deneyimimden yola çıkarsam, Uganda’da alıştığımız gerçeklikten apayrı bir gerçeklik var. Bu farklı gerçekliği de keşfetmek için ülkenin gezi severlere sundukları sınırsız.
Tarih boyu yöneticiler ve sömürgeler tarafından istismar edilmesinden ötürü yerel halkın çok yoksul yaşadığı bir gerçeklik de var. Tarihin yarattığı bu farkındalık ve hassasiyet ile bölgeye gidilmenin de önemli olduğunu düşünüyorum.
Afrika’nın incisi
Aynı zamanda ‘Afrika’nın incisi’ olarak bilinen Uganda, doğa harikaları, yeşilliği, dağı, kendine has kırmızı toprağıyla göreni etkiliyor.
Uganda, Rwenzori Dağları ve muazzam Victoria Gölünü kapsayan Doğu Afrika'da karayla çevrili bir ülke. Şempanzeler, goriller, nadir kuşlar, su aygırları, şelaleler gibi vahşi yaşamıyla ünlü. Victoria Gölü, alan bazında Afrika'nın en büyük ve dünyanın en büyük tropikal gölü. Gölün alanı Kenya, Uganda ve Tanzanya arasında bölünmekte.
Abayudaya: Uganda’daki Yahudi kabilesi
Uganda’da en yaygın konuşulan dili Luganda’da ‘Yehuda’nın oğulları’ anlamına gelen Abayudaya, ülkedeki Yahudi topluluklarından biri.
Uganda’ya gelip de oradaki Yahudi hayatını öğrenmemek olmazdı. Konumu ve Afrika’nın bütünsel değerlendirilmesiyle nedeniyle bazısı ilk söyleyişte Etiyopya ile karıştırsa da aslında iki Yahudi cemaatin hikâyesi birbirinden çok farklı.
Abayudaya, doğu Uganda'da; Mbale kasabası yakınlarında Yahudiliği uygulayan bir topluluk. Uygulamalarında din ve geleneksel kurallara bağlıdırlar. Kaşeruta ve Şabat’a bakan kabilenin yaşadığı birkaç farklı köy bulunmakta. Sinagogda İbranice öğretimleri, Yahudi yetimhane ve okul da bulunuyor. Abayudaya'nın nüfusunun 2 ila 4 bin arasında olduğu tahmin ediliyor. Halkın çoğu ülkenin geneli gibi tarım ve hayvancılıkla ilgilenmekte.
100 yıldır Yahudi hayatı yaşasalar da bu toplulukların çoğu Yahudiliğin Reform ve Muhafazakâr hareketleri tarafından tanınıyor. Aliya yapmaları da normale göre bir hayli zor. Fakat yaşadıkları yerlerde antisemitizmi de pek deneyimlemediklerinden bahsediyorlar.
1930'larda, dünyaca kabul gören Yahudi uygulamalarını onlara öğreten Avrupalı bir Yahudi'den etkilenerek, normatif Yahudiliği uygulamaya başladılar. Kendi imkânlarıyla da İbranice ve Tora öğrendiler fakat hiçbir zaman tam olarak resmen Yahudiliğe geçmediklerini fark ettiler.
Uganda’da, 2002’den 2016’ya kadar, çeşitli din değiştirme girişimleri gerçekleşti. 1.600 Abayudaya Muhafazakâr hareketin himayesinde ve 400'ü, Ortodoks bir şekilde İsrail’in Efrat kentindeki Baş Haham Shlomo Riskin önderliğinde gerçekleşti. Riskin, Putti köyündeki Abayudaya topluluğunun Ortodoks din değiştirmesi için Bet Din'e (Dini Mahkeme) önderlik etti.
Uganda ve Yahudilik ne alaka diyenlere… Geçmişe dönüş
Din değiştirmiş bir grup olan Abayudaya aslında kökenini Semei Kakungulu adındaki kişiye borçlu diyebiliriz. Muganda (Baganda) kabilesinin askeri lideri ve devlet adamı olan Kakungulu sözü geçen bir kişilikti. Kakungulu, 1880'lerde, ona İncil'i Swahili dilinde okumayı öğreten bir Protestan misyoner tarafından Hıristiyanlığa dönüştürüldü.
Birçok savaşçıyı komuta ettiği, Buganda krallığıyla bağlantıları ve bir Protestan olduğu için İngilizler, doğu Uganda'da imparatorluk yönetimini dayatmak için Kakungulu'nun desteğini aradılar. Koloniler için geldiği Uganda’da Eski ve Yeni Ahit’in ona hediye edilmesini dönüm noktası olarak alabiliriz.
Eski Ahit’in gerçek hayata uygulanabilir ve aynı zamanda böylesine eski olması onu etkiliyor, üzerine çalışmalar ve meditasyonlar yapıyor. Kakungulu, sünnet de dâhil tüm emirlere uyulmasını benimsedi ve bu riayeti tüm takipçilerine önerdi. Dediğim gibi, sözü geçen biri olmasının da takipçileri üzerindeki gücü atlamamak lazım.
Aynı zamanda Amin yönetimi altında bir korku da vardı. Tam adıyla Idi Amin Dada Oumee 1971'den 1979'a kadar Uganda'nın üçüncü cumhurbaşkanı olarak görev yapmıştı. Askeri bir diktatör ve modern dünya tarihinin en acımasız despotlarından biri olarak kabul edilir. Yahudi hayatının ve genel olarak Amin’in desteklemediği toplulukların ibadet özgürlüklerinin kısıtlandığı bir dönem oldu bu. Ne zaman ki hükmü yıkıldı, insanlar yeniden sinagoglara rahatça gitmeye yeniden başladı.
Hiç şüphesiz ki, ülkemizde ve dünyanın birçok yerinde gözlemlediğimiz ekonomik, sosyal ve siyasal krizlerin ardı arkası kesilmiyor. Bu koşullarda kendi ülkemizde bile gezmek zorken uzak topraklara seyahat etmek pek de kolay olmuyor. Fakat yeni rotalara yelken açma merakı benim gibi gezgin ruhların içinde.
Gıptayla izlediğimiz 1. dünya ülkelerini gezmeye ve keşfetmeye oldukça meraklıyız. Batı kültürü ve medeniyetini örnek almanın ve oraları gezmenin alışılmış olduğu günümüzde biraz da nispeten keşfedilmemiş veya az gidilmiş coğrafyalara gitmenin yeri ayrı.
Yalnızca gezip gördüğümüz değil, bizi geliştiren; ufkumuzu açan; farkındalık yaratan ve hayatımız hakkında düşündüren anlamlı gezilere…