Nereden başlasam, nasıl anlatsam? Gerçekten bugün gelecek miydi, hazır mıydı dünya buna? Tam son sayıda ne olacaktı? Ekselansları için gözyaşı dökecek miydik? İşte o gün trenle tenis dünyasının gelmiş geçmiş en büyük tenisçisinin son maçına giderken bunları düşünüyordum. Sevgili Şalom okuruna, Federer´e veda yazısını yazarken nasıl başlayacaktı yazı? İnanın, hala karar vermiş değilim. Sevgili okur, bu yazıyı bir haber yazısı olarak görme lütfen. Bu yazı dünyanın gelmiş geçmiş en büyük tenisçisine veda yazısıdır; bu yazı Roger Federer´e adanmıştır.
Roger Federer… İsviçreli tenisçi. 20 Grand slam, 103 ATP şampiyonluğu, 237 hafta üstüste 1. sırada kalma başarısı. Tabii ki ekselanslarının bütün başarılarını buraya yazmaya kalksam bütün gazeteyi iki kere doldurmam gerekir. Fakat adettendir, böyle bir giriş yapmış olalım. Bildiğiniz üzere 41 yaşındaki İsviçreli raket eylül ayının ilk haftasında bir paylaşım yapmış ve aktif tenis kariyerine Laver Cup turnuvasıyla beraber nokta koyacağını duyurmuştu. O gün aldığım haberle aynı anda hem üzüntüden, hem sevinçten gözyaşı döktüm. Üzüntümün sebebi elbette açıktı, fakat sevincimin sebebi ise temmuzda tamamen şans eseri “Hayatımda bir kez de olsun Federer’i izleyeyim” düşüncesiyle Londra’da düzenlenecek olan Laver Cup’a bilet almıştım. Tabii bileti alırken Djokovic ve Nadal’ın da orada olacağını biliyordum. Belki de son defa büyük üçlüyü bir arada görecektim ve öyle de oldu. Federer, kariyerine Laver Cup’ta nokta koyacaktı; ben de Federer’in jübilesini canlı izleyecektim. Başka bir deyişle, Şalom spor servisi adına, Federer’e gözlerimin tam önünde bay bay diyecektim.
LAVER CUP
Federer son maçında double oynamayı tercih etmiş, partnerini de en büyük rakibi olarak gördüğü Rafael Nadal olarak seçmişti. Önce Laver Cup düzeninden bahsedeyim. Turnuvada, Avrupa ve Dünya olarak iki takım oluyor. Avrupa takımına, Avrupa pasaportu olan altı oyuncu, Dünya takımına ise Avrupa dışından altı oyuncu seçiliyor. Tabii ki bu oyuncular güncel sıralamaların en üstünden seçilmekte. Ve iki takıma da tenisin efsane isimlerinden ikisi kaptanlık ediyor. (Avrupa Takım Kaptanı Bjorn Borg, Dünya Takım Kaptanı John McEnroe). Etkinlik üç gün sürüyor; cuma ve cumartesi iki seans, pazar ise tek seansla maçlar tamamlanıyor ve her gün biri çiftler üçü tekler olmak üzere dört maç oluyor. Bu sene Avrupa takımında, Novak Djokovic, Rafael Nadal ve Roger Federer beraber oynayacaklardı. Bu üç büyüklerin beraber oynadığı ilk ve son Laver Cup idi.
Her sene farklı şehirde düzenlenen Laver Cup’ın bu seneki adresi Londra’ydı. Ben de turnuvanın başlangıç tarihi olan 23 Eylül’den bir gün önce uçağa atladım ve inanılmaz bir heyecanla Londra’ya gittim. Çocukluğumdan beri Federer’i canlı izleme hayalinde olan ben, 28 yaşında Federer’in, bana bu sporu sevdiren kişinin jübilesine gidiyordum. Çıldırmamak elde değildi. Cuma sabahı etkinlik başlangıcından üç saat erken olarak alandaydım. Kalabalık toplanmaya başlamıştı. On kişiden altısında ya Federer tişörtü ya da Federer şapkası vardı. İsmi yetmişti herkesi erkenden toplamaya. Federer’in son maçı cuma akşamı oynanacak olan en son maçtı, Londra saatiyle akşam 22.00’de başlaması planlanıyordu fakat millet sabah 10’dan sıraya girmeye, tişörtlierin, şapkaların satıldığı küçük dükkanların önünde kuyruklar oluşturmaya başlamıştı. Hatta, etkinliğin başlamasına bir saat kala bütün Federer ürünleri önümde tam dört kişi varken tükenmişti. “Daha fazla Federer ürünümüz kalmamıştır” diye bağırmışlardı dükkanlardan. Orada bir kez daha anlamıştım ekselanslarının nasıl bir efsane olduğunu.
Bu sırada bütün ekranlarda Federer’in videoları dönüyor, hemen arenanın yanında kurulan büyük maç izleme alanında uzun kuyruklar oluşuyordu. Derken kapılar açıldı ve içeriye girdik. Tabii heyecandan içeriye biraz erken girdiğimi farketmemişim, iki saat kadar içerde tek başıma oturdum. Salon dolmaya başladı, içerisi adeta Birleşmiş Milletler salonu gibiydi. Bütün dünya Federer’e veda etmeye gelmişti.
Takımlar anons edilmeye başlandı, önce Dünya Karması anons edildi. Sıra Avrupa Karmasına geldiğinde telefonlar hazırdı. Sırasıyla Djokovic, Nadal ve en sonunda Federer’in ismi okundu. Federer korta çıktığı ilk andaki gürültüyü asla unutamıyorum. Tenisin yaratıcısı oydu; o tenis, tenis onun için vardı resmen. Kendi tek el backhand’i zarifliğinde girdi içeri. Kıyamet koptu, ağlayanlar, bağıranlar… Ortam durulunca ilk maç başladı. Sırasıyla, Casper Ruud - Jack Sock, Tsitsipas - Diego Schwartzman, Andy Murray ve Alex De Minaur oynadı. Tam bir tenis festivaliydi. Fakat herkesin gözü Ekselenslarının son maçındaydı. Son defa raketini saracak. Son defa saç bandını takacak ve son defa servis atacaktı. O an için sahaya gelirken her yerden şu sesler yükseliyordu, “İnanamıyorum, gerçekten o an geliyor!” Belki her dilde buna yakın şeyler söylüyordu insanlar. Federer son kez korta ayak bastı, bütün klaslığıyla. Rakibi Nadal ile ısınmaya çıktılar. O andaki buruk heyecanı anlatamama gerek yok herhalde. İlk servis atıldı ve maç başladı…
SON MAÇ
Maçı çok fazla anlatmaya gerek duymuyorum. Zira tamamen bir formalite maçı havasında geçen maçta, Federer - Nadal ikilisi, Tiafoe - Sock ikilisine kaybetti fakat bu kimsenin umrunda değildi. Maça dair kayda değer anların ilki, Federer topu file boşluğundan geçirmesi ve her Federer’in servislerinden önce çıkan deli gibi haykırma ve ıslık sesleriydi. Maç sona erdiğinde ise ne yapacağımızı şaşırdık. Önce herkes alkışladı, sonra herkes sustu. Dünya şaşırdı sanki, dünyadan bir parça kopmuş gibi ölüm sessizliği çöktü korta. Bütün tenisçiler tek tek sarıldı isviçreli Maestroya. Yıllardır aralarında husumet olduğu söylenen Djokovic, Federer’i omzuna aldı, sarıldı, bir dost gibi sardı onu. Tam da bu hayatımda gördüğüm en harika spor karesi derken, bunun en iyi ikinci spor karesi olduğunu bilmiyordum. Federer’in bütün şampiyonluk sayıları korta yansıtılırken, yılların rekabeti, Nadal ile Federer yanyana oturmuş hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Evet, rakibi tenisi bırakan Nadal en az Federer kadar üzgündü ve ağlıyordu. O, dünyanın en iyi spor karesiydi. Federer öyleydi işte, rakiplerini bile ağlatıyordu. Harika insan Nadal ise bu anları, “Federer’in tenisi bırakmasıyla benim de hayatımdan bir parça koptu. Hayatımın her köşesinde o vardı” diye anlattı. Harikaydı, muhteşemdi. Sonra sırasıyla Federer’in çocukları, eşi Mirka, annesi ve babası geldi korta. Federer’in annesine sarılıp ağladığı anda artık herkeste film kopmuştu. Kendimi boş bir sandalyede ağlarken buldum. Çocukluğım bitmişti, tek el backhand, tenisin klası bitmişti. Fakat bunu izleyebildiğimiz için o kadar şanslıydık ki. Aklıma izlediğim grand slam şampiyonluk sayıları geldi. Son servislerinde öyle heycanlanırdım ki, oturamaz televizyon başına gelirdim. Bütün kort birbirne mendil dağıtıyor, tenisin elçisini uğurluyorlardı. O bir efsaneydi, o Roger Federer’di. Federer hıçkıra hıçkıra yaptığı konuşmadan sonra bütün kortu dolaştı, herkesi, her şeyi selamladı ve içeri girdi. Bitmişti, bir devir kapanmıştı... Bizse, ona teşekkür etmekten, iyi ki varsın demekten boğazımızı patlattık. Bu paragrafta Rafael Nadal’a ayrı bir cümle yazmak istiyorum. Sen harika bir insansın, harika bir sporcusun. İyi ki varsın, sen olmasaydın belki de Federer hep eksik kalacaktı.
2003’te ilk Wimbledon şampiyonluğuyla başlayan bu yolculuk, 2022 Eylülünde sonlandı. Onun bu kadar sevilmesinin sebebi 20 grand slam kazanan ilk erkek tenisçi olması mıydı, klas vuruşları ve klas tarzı mıydı, oyun stili miydi? Tek el backhand’i miydi yoksa akıl almaz yeteneği miydi?
Bu sorunun cevabı aslında yukarıdakı pragtafta gizli. Bu oyunu o kadar güzelleştirdi ki, en büyük rakipleri Djokovic ve Nadal bile ağlamaktan bitik hale geldi. Öyle bir oyuncuydu o, en sevmeyen bile saygı duydu. Oyunun en güzel tarafıydı Federer, en güzel dokunuştu. Bir arkadaşım bana o akşam şöyle yazmıştı: “Bir gün bu oyunun ismini kullanmak yasaklansa, onun kariyerine şahit olanlar tenis yerine ‘Roger Federer’ oynayalım derdi herhalde. Adam bu oyunun kendisi oldu.” Canım Leri, ne güzel yazmışsın. Tenisin kendisiydi artık Federer. Aldığı kupa sayılarının pek de bir önemi yoktu artık. Belki bir tenisçi gelir, 40 tane grand slam alır fakat Federer hep ayrı kalır. Zira rakiplerinin bırakmaması için yalvardığı, tenisin en sevilen kişisiydi o.
İşte Şalom Spor böyle bir yerdeydi, 75 yıllık Şalom buna da şahit oldu, bunu da gördü. Tenisten bir Federer geçti, herkes onu çok ama çok sevdi, sevmeyeni yoktu, bir daha böylesi de gelmeyecek, Federer efsanesi burada bitti, iyi ki vardın, iyi ki varsın. Güle güle çocukluğum, güle güle wimbledondaki beyaz kuğu, güle güle dünyanın en iyi tenisçisi.
Son kez, LET’S GO ROGER LET’S GO!