Dan Kabilesi
Danlı Eldad’ın İspanya Yahudilerine mektubundan
Danlı Eldad, 9. yüzyılın sonlarında yaşamış bir seyyahtı; günümüzde onun kökenleri hakkında fazla bir şey bilinmemekte, ancak kendisinin Dan kabilesinden geldiğini iddia ettiği malumumuz. Kendisinin, Babil, Kuzey Afrika ve İspanya’nın Yahudilerini ziyaret ettiği sanılmakta; on kabile ve bunların hâlâ devam eden bağımsız varlıkları hakkında konuştuğu düşünülüyor. Her ne kadar Eldad’ın söylemleri hem eski, hem de modern bilimciler tarafından sorgulanmışsa da bazı betimlemelerinin Hazar Krallığı gibi krallıklara ve Yahudi yöneticilerine dayandığı tahmin edilmektedir. Eldad, öyküsüne şöyle başlıyor:
“Benim Etiyopya'nın nehirlerinin karşı kıyısına geçmem şöyle olmuştu:
Ben ve Aşer kabilesinden başka bir Yahudi, tayfalarıyla birlikte bir ticari gemiye bindik. Maalesef gece yarısıydı. Tanrı, büyük bir fırtınayı harekete geçirdi ve gemi parçalandı. Şimdi Tanrı, ufak bir batık parçası sunmuştu ve ben de ona tutundum; arkadaşım bunu görünce, o da buna tutundu; aşağıya - yukarıya gidiyorduk. Nihayet deniz bizi Romanus adındaki bir halkın arasına fırlattı. Bunlar, Etiyopya’nın yedi krallığından birinde yaşıyorlardı ve siyahi Etiyopyalılardı; çok uzun boyluydular ve arazideki hayvanlar gibi yamyam idiler.
Onların ülkesine geldiğimizde, bizi yakaladılar. Arkadaşımın şişman olduğunu görünce, onu boğazladılar. O da şöyle bağırıyordu: ‘Heyhat, bu insanlarla karşılaştım ve Etiyopyalılar etimi yiyorlar.’ Fakat beni kenara aldılar. Çünkü gemide rahatsızlanmıştım, iyileşene ve semirene dek beni zincirlerle bağladılar ve Yasa’mıza aykırı nefis ve şişmanlatıcı yemekler getirdiler. Fakat ben bir şey yemedim ve yemeği sakladım. Bana yiyip yemediğimi sorduklarında da, ‘evet, yedim’ diye yanıtladım.
Ve onların arasında uzun müddet kaldım, ta ki, Tanrı kutsanmış olsun O, benim için bir mucizeyi icra etti. Çünkü başka bir yerden bir ordu geldi, bunları katletti ve yağmaladı, beni de tutsaklarla birlikte götürdü. Bu günahkâr adamlar ateşe tapıyordu. Her sabah büyük bir ateş yakıp eğiliyorlar ve önünde secde ediyorlardı. Onların arasında dört yıl kaldım ve günün birinde beni Azania adındaki bir yere götürdüler.
Ve Issahar Kabilesinden Yahudi bir tüccar, beni otuz iki altına satın alarak, ülkesine geri götürdü. Bunlar deniz kıyısında yaşıyor, onları Medler ve Persler yönetiyor. Şu emre uyuyorlar: ‘Bu yasanın kitabını dilimden düşürmeyeceğim.’ Onların üzerinde bir gücün yükü yoktur ama Yasa’nın gücü altında yaşamaktadırlar. Onların arasında askeri şahsiyetler de vardır fakat Yasa’yı korumak gerektiğinin haricinde, kimse ile de savaşmazlar. Onlar, bolluk ve barış içinde yaşar ve onların arasında sorun çıkaranlar, kötü olaylar yoktur. Yaşamış oldukları ülke, 10 güne -10 günlük seyahat süresi alanını kapsar ve çok miktarda sığır, deve ve eşekleri ve esirleri vardır ama atlarını eyerlemezler. Silahları yoktur, sadece hayvan kesmek için bıçakları vardır; aralarında hırsızlık yoktur ve hatta bir kamu yolunda giysiler veya para bulurlarsa, bunları almak için ellerini uzatmazlar. Fakat onların yanında ateşe tapan günahkâr insanlar yaşar; bunlar kendi annelerini ve kız kardeşlerini eş olarak alır, fakat kabilemize ne zarar verirler, ne de yardımcı olurlar. Ve bir de yargıçları vardır. Ben onun hakkında araştırma yaptım ve dediler ki, adı Nahson’dur ve dört ölüm cezasını, mücrimlerin infazında uygularlar: başını kesmek, yakmak, taşlamak ve boğmak. Bu kişiler, İbranice ve Farisi dillerini konuşurlar…
Ve ülkemizde aramızda bir gelenek mevcuttur: esaretin çocuklarıyız, Yehuda’nın kabileleriyiz ve Bünyamin kabilesindeniz, putperestlerin hükmettiği bir ülkede yaşıyoruz. Kutsal Mabebimizi yıkan Romalıların, Yunanlıların ve Muhammedilerin arasına dağılmış bulunuyoruz…
Ayrıca babadan oğula geçen eski bir geleneğimiz de bulunmaktadır; buna göre biz Dan Kabilesinden gelmekteyiz ve o eski günlerde İsrail topraklarında çadırlarda kalıyorduk ve tüm İsrail kabileleri arasında bizim gibi güçlüsü ve değerlisi yoktu. Nebat’ın oğlu Yeroboam, İsrail’i günaha sokarak altından iki inek yaptırdığı, bir isyana sebebiyet vererek David’in Krallığı’nın bölünmesine yol açtığı zaman kabileler, bir araya gelerek dediler ki: ‘Kalkalım ve Yeroboam’a ve Yeruşalayim’e karşı savaşalım’ Fakat Danlılar yanıtladılar: ‘Neden kardeşlerimizle ve İsrail’in ve Yehuda’nın Kralı David'in oğlu ile savaşalım? Tanrı, böyle bir şey yapmamıza engel olsun’ Bunun üzerine İsrail’in yaşlıları söz aldı: ‘İsrail’in tüm kabileleri arasında Dan kabilesi gibileri yoktur. O halde kalkınız ve Yehuda’nın kabilesi ile savaşınız.’ Fakat Danlılar itiraz etti ve dediler ki: ‘Babamız Dan’ın hayatı üzerine, kardeşlerimiz ile savaşmayacağız ve de kan dökmeyeceğiz.’ Bunun üzerine Dan kabilesi, kılıçlarını ve yaylarını ve oklarını aldılar ve İsrail topraklarından ayrılmak üzere hazırlandılar. Çünkü artık orada kalamayacağımızı görmüştük. Ve dediler ki: ‘Şimdi gidelim ve bir dinlenme yeri bulalım. Çünkü sonuna dek beklersek, yok olabiliriz.’ Ondan sonra öğüt aldık; Mısır’a gidip boş alana yayılmaya ve orada oturanları yok etmeye karar verdik fakat prenslerimiz ve asillerimiz arasında görüştükten sonra, güneye gitmeye öğütlendik. Fakat babalarımızın izlediği yoldan değil ve boş alana yayılmak için değil, sadece o topraklardan geçerek, Etiyopya’ya gitmek için Pişon Nehrini geçmek üzere… Ve işte Mısır’a geldiğimizde herkes titredi, kalpleri adeta eridi ve bize ulaklar göndererek sordular: ‘Savaş mı, barış mı?’ Biz de cevap verdik: ‘Barış; sizin ülkenizden Pişon Nehrine ulaşmak için geçeceğiz ve orada kendimize bir dinlenme yeri bulacağız.’ Fakat onlar bize inanmadı ve biz onların ülkesinden geçerken, Mısırlılar tetikteydi, ta ki biz Etiyopya’ya ulaşana dek… Orada iyi ve verimli bir toprak bulduk. Bu toprakta tarlalar, bağlar ve bahçeler bulunmaktaydı. Etiyopyalılar, bizim onlarla beraber olmamıza engel olamıyorlardı. Çünkü toprağı zorla ele geçirmiştik ve hepsini kılıçtan geçirmeyi arzuluyorduk; onun için bize baş eğmeleri gerekiyordu ve uzun yıllar onlar ile beraber yaşadık, verimli olduk ve çoğaldık, büyük zenginliklere sahip olduk. İşte bu da benim adım ve aile soyumdur: Eldad, Mahali oğlu, Ezekiel oğlu, Hezkiyah oğlu, Aluk oğlu, Abner oğlu, Şemaya oğlu, Hater oğlu, Hur oğlu, Elkanah oğlu, Hillel oğlu, Şalom oğlu, Caleb oğlu, Omram oğlu, Dumain oğlu, Obadiah oğlu, Abraham oğlu, Jozef oğlu, Ahaliab oğlu, Ahisamah oğlu, Hushim oğlu, Dan oğlu, Atamız Yaakov oğlu, hepsinin ve tüm İsrailoğulları’nın üzerinde barış olsun!”
Bu mektupları Prens Eldad İspanya’ya 883 senesinde gönderdi1.
Danlı Eldad’ın bu abartılı ve destansı olarak addedilebilecek öyküsü bile, çok eskilerden beri Yahudilerin; kendilerini Asurluların sürgüne göndererek, asimilasyon yolu ile yok etmeye çalıştıkları ve kaybolmuş olarak farz edilen on kabileden birine mensup oldukları hususundaki ısrarcı tutumu güçlendiren mahiyette… Bunlara kısaca bir göz atalım:
Bney Menaşe
Kayıp kabileler
-Anglo İsraelism (British Israelism): Bu Hıristiyan temelli din bilimi, Batı Avrupalıların kayıp kabilelerden geldiğine inanır.
-Bene İsrael: 1981 yılından beri varlığı bilinen, Telugu dili konuşan bu grubun Efraim kabilesinden geldiklerine inanılmakta. Çoğunluğu Hindistan, Pakistan ve İsrail’de bulunan bu cemaatin 65 bin üyesi bulunmakta.
-Beta İsrael (İsrail Evi)/ Falaşa: Falaşa denilen Etiyopyalı Yahudilerin küçük bir kısmı, Etiyopya’da olmasına karşın, çoğunluğu 107 bin kişilik nüfusuyla İsrail’de yaşamakta. Falaşalar, 1984’teki Musa ve 1991’deki Süleyman Operasyonları ile İsrail’e götürüldüler. Falaşalar, Dan kabilesinden geldiklerine inanır.
-Bney Menaşe: 1980’lerde Haham Eliyahu Avichail, kayıp kabileleri araştırırken, Kuzeydoğu Hindistan’da yaşayan 9 bin kişilik bir grupla karşılaştı. İbadet şekillerinin Yahudilik ibadetlerine benzemesi nedeniyle Avichail, bu grubun kayıp bir kabile olduğuna ikna oldu. Bu insanlar, efsanevî liderleri, Manmasi’nin aslında Josef’in oğlu Menaşe’nin kendisi olduğuna ve bu kabileden geldiklerine inanırlar.
-Buhara Yahudileri: İsrail Krallığının yıkılışı ile Orta Asya’ya göç eden bazı İsrailoğulları, Buhara Emirliğinin bulunduğu yere yerleşti; bunların 2000 yıl kadar süreyle dünya Yahudileri ile bağlantıları koptuğundan, kendilerine özgü gelenekler geliştirdiler. Çoğu İsrail’de ve ABD’de yaşayan 200 bin kadar Buhara Yahudi’si vardır; Tacikistan ve Özbekistan’da da az sayıda bulunurlar. İssakar, Naftali ve Efraim kabilelerinden geldiklerine inanılır.
-İbo Yahudileri: Nijerya’da bulunan bu cemaat, atalarının Yahuda, Naftali, Aşer, Dan, Zevulun ve Gad kabilelerinden olduğuna ve bu kabilelerden insanların 1.500 yıl önce Batı Afrika’ya yerleştiklerini inanırlar. Nijerya ve İsrail’de 40 bin İbo Yahudi’si bulunur.
-İran Yahudileri: Efraim'in soyundan geldiklerine inanırlar. Nüfusu 200 ila 300 bin olan İran Yahudilerinin çoğunluğu ABD ve İsrail’de yaşıyor. Bunların yaklaşık 20 bini İran’dadır.
-Kaifeng Yahudileri: Yahudilerin varlığı MÖ 231 yılına dayanır. İnanışa göre, bunlar Han Hanedanlığı zamanında Hindistan’dan göç ettiler. Çin’in Henan bölgesinde ataları Kaifeng Yahudi’si olan 600-1.000 kişi vardır.
-Samaritler: Efraim ve Menaşe kabilelerinden geldiklerine inanırlar; Babil Sürgünü sırasında yurtlarında kalan ender sayıdaki İsrailoğullarından olduklarına ve en has İbrani olduklarına inanırlar. ‘Kanunun (Kutsal Kitabın) Koruyucuları’ anlamına gelen ‘Şomronim’ kelimesinden adları türemiştir. İsrail’de 700 kadar Samarit kaldı.
-Yusufzai: Afgan Paştun kabileleri arasında en büyük gruplardan biri olan Yusufzai (Yusufi)’nin, Yosef’in (Efraim ve Menaşe) soyundan geldiğine inanılır. Yusufzai, ‘Yosef’in oğulları’ anlamına gelir. Paştun kayıtlarında İsrailoğullarının, Afganistan’ın Ghor şehrine yerleştikleriyle ilgili bilgiler bulunur. 1965 yılı itibarıyla dünyada 500 bin olan Yusufzai nüfusu, giderek artmaktadır…
Öte yandan başkaları tarafından kayıp kabile olarak düşünülenler arasında Kürtler, Japonlar, İrlandalılar vb. da bulunur2.
Keza, Danimarkalılar (Dan Kabilesinden), Mezopotamyalı Nestoryanlar, Burmalılar, Yemenli Yahudiler, Amerikalı Kızılderililer hakkında da kaybolmuş kabilelere mensup oldukları hakkında iddialar mevcuttur. Bunlar gibi ABD’de birkaç siyahî tarikatı da kısmen Tevrat’a, kısmen de Hıristiyan teolojisine bağlı dinsel görüşleri işlemektedir ve siyahilerin kaybolan on kabileden geldiğini savunanlar vardır.
1665’te dindar bir püriten olan Cromwell, Menaşe Ben Yisrael, On Yitik Kabile’nin Amerika’da olduğunu iddia edince; Mesih’in gelmesine uyum sağlamak için Yahudileri tekrar İngiltere’ye kabul etmişti. Bu şekilde Sakson-İsrail ve Kelt-İsrail bağlantıları üzerinde Gad kabilesi kökenli araştırmalar yapıldı. Aynı şekilde önemli bir Hıristiyan tarikatı olan Mormonlar da kendilerini Amerika’ya göç etmiş İsrailoğulları’ndan kabul etmekteler.
Ünlü Romalı Yahudi asıllı tarihçi Josephus Flavius, on kabileden gelenlerin Med ülkesinde, Fırat’ın öte yakasında olduğunu biliyordu ve çok kalabalıktılar: ‘Soyunu deniz kumu gibi çoğaltacağım’ (Yaratılış, 19:17). Ama Mişna’ya göre ise (Sanhedrin, 10:3): ‘On iki kabile bir daha dönmeyecektir. Çünkü şöyle yazılıdır: Rab büyük kızgınlıkla, şiddetle, öfkeyle onları ülkelerinden sürdü’ (Yasa’nın Tekrarı, 29:28). Lakin bilgeler, kabilelerin döneceği kanısındadır: ‘O gün Rab isteyecek ve Asur’da yitenler geri dönecek. Bunlar 10 kabiledir’ (Talmud Yeruşalmi, Sanhedrin, 10:4).
Yazımızın başında öyküsünü naklettiğimiz Danlı Eldad’ın kanısı ve beklentisi, bu kutsal metinlerde de adeta yankılanmaktadır ve tüm bu arayışların içinde Kutsal Kitap’ta hem Yahudilerin hem Hıristiyanların gerçekleşmesini bekledikleri vaatler yatmaktadır3.
Kaynakça:
1 The Jews, in Literature and Art, Könemann, Köln, 1992, S. 110-112.
2 Wikipedia.
3 Şalom, 30/3/2016, ‘Kayıp On İsrail Kabilesi’, Yusuf Besalel.