İsrail başta olmak üzere uluslararası basında, Türkiye televizyonlarında ve yazılı medyada sık sık Türkiye siyaseti yorumları ile tanıdığımız Dr. Hay Eytan Cohen Yanarocak ile yaklaşan İsrail seçimleri öncesinde konuşma fırsatı bulduk.
Dr. Hay Eytan Cohen Yanarocak kendini tanıtır mısın? Neden iki isim ve iki soyadı kullanıyorsun?
Bu soruyla hayatımda ilk kez karşılaşmıyorum. Evet, alışılmışın dışında iki ad, iki soyadı kullanıyorum ve taşıdığım isimlerimin her birinin beni, kişiliğimi ve ruhumu yansıttığını düşünüyorum. Adımın bir kısmını kullanıp diğer kısmını kullanmamak bana adeta kendime, geçmişime, aidiyetime yapacağım bir ihanet gibi geliyor. ‘Hay’ yaşam dolu, canlı anlamında, ‘Eytan’ güçlü demek, ‘Cohen’ Yahudi ve İsrail, Yanarocak ise Türkiye kökenim; hiç sönmeyecek bir ocak, bir aile... Sara ve David Kohen Yanarocak çiftinin oğulları olarak çocukluğumu, Göztepe Kültür Derneği, Caddebostan Mahzikey Tora ve Ulus Özel Musevi Lisesinde sevgi dolu kollarında geçirdim. O yıllarda Aliya yapmayı düşünmeme rağmen, üniversite eğitimimin sonuna kadar Türkiye’de kaldım. Geriye dönüp baktığımda kendimi ciddi anlamda geliştirmeye başladığım ilk dönemi Yeditepe Üniversitesindeki uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi konusunda yaptığım lisans eğitimine borçlu olduğumu düşünüyorum. Karşıma çıkan iyi eğitimciler sayesinde önce güvenlik bilimleri alanında yüksek lisans, ardından da Ortadoğu tarihi doktorası yapmaya karar verdim. Tüm planlarımın adresi ve çocukluk hayalim olan İsrail’e 2006 yılında yerleştim. İbranice eğitimi, master, iş derken 2011 yılında, Sary adında güzeller güzeli bir kızın babası olma mutluluğuna eriştim.
2009’da Şalom’da şöyle bir toplum haberi çıkmıştı: “UÖML mezunu Hay Eytan Cohen
Yanarocak, Tel Aviv Üniversitesi Güvenlik Bilimleri Master Programında, ana dilleri İbranice olan diğer öğrencileri geride bırakarak burs kazanan dört öğrenciden biri oldu.”
Günümüzde Tel Aviv Üniversitesinde akademisyen, Moşe Dayan Ortadoğu Araştırmaları
Merkezinde araştırmacı Dr. Hay Eytan Cohen Yanarocak olarak, seni Türkiye ile İsrail ilişkileri hakkında yazdığın makalelerden, uluslararası TV kanallarındaki demeçlerinden tanıyoruz. Bu kadar genç yaşta buralara nasıl geldin?
İki kelimeyle özetleyebilirim; istek ve kararlılık. İsrail’e yerleşmeyi istememdeki en önemli sebeplerden biri okuduğum bölümle alakalı konularda Türkiye’de istediğim yerlere gelemeyecek olma endişemdi. İsrail’de ise kanımca hayallerime ulaşmamda tek engel İbraniceye yeterince vakıf olmamamdı. Bunun üstesinden gelebilmek için ulpan, ardından da yüksek lisans eğitimimi
İbranice yapmaya karar verdim. Bu kendime karşı hayattaki en büyük meydan okumamdı belki de. İsrail’de tam anlamıyla İsrailli bir akademisyen olmanın yolu İbraniceye tamamen hakim olup akademide kendimi kanıtlamamdan geçiyordu. Bu motivasyonla çalışmaya başladım. Ses kayıt cihazıyla tekrar tekrar dinlenen dersler, sözlükle deşifre edilen notlar, makaleler, kitaplar... Sınıftaki en zeki ve akıllı öğrenci değildim belki ama en istekli, kararlı ve hatta en inatçı kesin bendim. Bu motivasyonu sıkı bir disiplin ve sebat ile birleşince mastırımı birincilikle bitirdim. Ardından da yine Tel Aviv Üniversitesinde doktora çalışmaları yapmak üzere hocalarım Prof. Ofra Bengio ve Prof. Uzi Rabi’nin davetiyle 2010 yılında Ortadoğu Tarihi bölümünde doktora yapmaya başladım. Doktora çalışmalarının yanı sıra bir düşünce kuruluşu olan Moşe Dayan Ortadoğu Araştırmaları Merkezinde (MDC) Türkiye araştırmacısı olarak çalışmaya başladım. 2017 yılında Tel Aviv Üniversitesi senatosundan doktor unvanımı aldım. O günden bugüne MDC’nin yanı sıra Prof. Efraim Inbar’ın teşvikiyle Kudüs Güvenlik ve Stratejik Araştırmalar Merkezinde (JISS) yine Türkiye uzmanı olarak çalışmaya başladım. İşimin önemli bir kısmı araştırma. Ancak bu merkezlerin dışında öğretim görevlisi olarak Tel Aviv Üniversitesi, İbrani ve Ben Gurion Üniversitelerinde de ders veriyorum. Yazdığım makaleler ve son çıkan kitabım sayesinde, siyasi gelişmeleri sık sık TV stüdyolarında, yorumlamak için medyada yer alıyorum. Sanırım işimi çok severek yaptığım için buralara geldim ve başarılı oldum.
Yakında gerçekleşecek İsrail seçimleri hakkında fikirlerin nedir?
Tam anlamıyla büyük bir hayal kırıklığı! Üniversitede Türk Anayasa Hukuku dersinde hocamızın öğrettikleri kulağımda çınlıyor: “Demokrasi ile yönetilen bir devletin düzgün yönetilebilmesi için iki önemli sütunun arasındaki dengeye ihtiyaç vardır bunlar; temsilde adalet ve yönetimde istikrar.”
Bugün yüzde 3,25’lik barajıyla İsrail dünyadaki en istikrarsız devletlerin başında geliyor. Temsilde adalet oldukça iyi bir seviyede olsa da, düşük baraj devleti yönetilemez duruma getiriyor. Düşük baraj küçük partilere hatta milletvekillerinin eline orantısız bir güç bahşediyor. Bütçeden veya mevkii olarak yeterince nemalanamadığına kanaat getiren parti veya milletvekili tüm ülkeyi seçime sürükleyebiliyor. Kurulan hükümetler 61’e 59 şeklinde kurulabilen pamuk ipliğine bağlı ortak ideolojiden yoksun suni siyasi birlikler üzerine inşa edilmiş vaziyette. Durum sağ, sol ayrımından ziyade, ‘kim eski Başbakan Netanyahu’yu boykot ediyor kim etmiyor, kim İsrailli Arap partileriyle koalisyon yapıyor kim yapmıyor’a döndü.
Şöyle özetleyeyim. Bugün Likud’dan ziyade Netanyahu ve Yeş Atid partisi yerine Lapid’in kendisi ön plana çıkıyor. Liderler ve egoları o denli siyasi diskuru domine ediyor ki, artık Meretz gibi aşırı sol bir parti, Yamina adlı aşırı sağ bir partiyle kendini koalisyon yaparken buluyor. Bu da hayati önemdeki hiçbir yasanın hükümetin çoğunluğu varken dahi yapılamaması demek. Yani hükümet var ama aslında yok. Önümüzdeki seçimlerde de bu tablonun büyük ölçüde değişmeyeceğini düşünüyorum.
Bir gün politikaya girmeyi düşünür müsün?
İsrail’e geliş sebeplerimden en önemlisi, bu ülkenin isteklerimin ve hedeflerimin önünde, beni kategorik olarak elemeyecek olmasıydı. Şu an kısa vadede siyasete atılmak gibi bir planım yok. Kaldı ki, bence gerek hayattan gerekse de mesleğime dair öğrenmem gereken daha çok şeyin olduğunu düşünüyorum. Ancak günün birinde, şartlar olgunlaşır ben de kendimi yeterince yontulmuş görürsem neden olmasın? Yaşadığımız ülkeye hizmet etmekten daha büyük bir onur var mı?