Yahudi annesinin dilini arayan bir yazar: Sevim Burak

Türk edebiyatının en ayrıksı kalemlerinden biri olan Sevim Burak, yakın zaman önce okurlarıyla yeniden ve içten kucaklaşsa da yaşadığı dönemin eril edebiyat ortamında kenara itilmiş, bunun kırgınlığını yaşamıştır. Ancak bu kırgınlık onu yazmaktan alıkoymaya yetmez. Elli iki yıllık kısa yaşamının tam kırk yılını yazarak geçirir. Böylesi uzun bir zaman yazan biri için geriye bakıldığında ondan bize kalanlar hayli azdır. Ancak Sevim Burak, sadece yazı yazmakla uğraşmıyor, kendi dilini kurmaya daha doğrusu kendi dilini aramaya uğraşıyordur. Aradığı bu dil, genç yaşta kaybettiği Yahudi annesinin dili, yani ana dilidir.

Bahar AKPINAR Perspektif
19 Ekim 2022 Çarşamba

Sevim Burak, 1931 yılında sonradan Aysel Kudret adını alan, asıl adı Marie Mandil olan Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç etmiş Yahudi bir anne ile, Mehmet Burak adında bir gemi kaptanının kızı olarak doğar. Neredeyse tüm yaşamı Kuzguncuk’ta geçer. Annesini on yedi yaşında kaybeden Burak, Alman Lisesi’nin orta bölümünde okuduğu sırada bir yakınları aracılığıyla Olgunlaşma Enstitüsü’nde mankenlik yapmaya başlar. 1954 yılında bu kurumun milli mankeni olarak dönemin Amerikan Büyükelçisi McGhee’nin öncülüğünde düzenlenen kültür etkinlikleri kapsamında Amerika’ya giderek, orada defilelere çıkmıştır. Amerika dönüşünde Sıraselviler’de bir moda atölyesi açan Sevim Burak dönemin önemli isimlerine kıyafetler diker ve adı bilenen bir isim olur. Sevim Burak, kendine has dilini oluşturmaya bu zamanlarda başlar. Küçük kumaş parçalarına yazdığı kelimeleri perdelere iğneleyip kendine bir anlam alanı yaratmaya çalışır. Zamanla bilinç akışı tekniğini oturttuğu görülen Burak, dilde kendini ifade etmede sıkışmış hisseder. Bu sıkışmışlık onu bir form arayışına itmektedir. Bu arayışın iki nedeni olduğunu söyleyebiliriz: Eril edebiyat dünyasında, eril bir düzen içinde bir kadın olarak kendini var edebilme gayreti ile Yahudi olan annesi ile arasındaki ilişki üzerinden öz kimliğine ulaşma çabası.

Annesi ile ilgili bu arayış ‘Sahibinin Dili’ adlı oyunda göze çarpar. Çeşitli kaynaklarda annelerinin Yahudi olduğunun herkesçe bilinmesine rağmen Burak ve ablası bu gerçeğin yıllarca üzerini kapatıp kendilerinden bile gizlerler. Ne var ki, böylesi bir gizleme çabası, kaçınılmaz olarak annelerinin kendilerinde var olan parçalarını da görünmez kılmalarına neden olur. Nilüfer Güngörmüş Erdem, annelerinin Yahudiliğinin en çok kullandığı dilden, aksanlı Türkçesinden anlaşılmasının altını çizerek, kardeşlerin ana dillerini bu haliyle kullanamadıkları için, babalarından gelen dili ana dil olarak benimsediklerini söyler[1]. Bu açıdan bakıldığında Sevim Burak için doğumundan on yedi yaşına kadar annesinden duyduğu dil, gizli bir dil olarak kalır.

Ne var ki bu dil, ilk kitabı ‘Yanık Saraylar’dan itibaren kendini belli eder. Tevrat diline öykünen, paramparça bir dil olarak ortaya çıkar. Bu ilk kitabında Sevim Burak, annesinin örtülü kimliğini ve gizli dilini avaz avaz bağırarak ifşa ederek edebiyat dünyamıza, annesinden kendisine geçen tarih ve dil ile oluşturduğu kendi özgün diliyle doğmaktadır. Bu dil kimi zaman kelimeleri tek tek kesip perdelere iğneledikten sonra montaj yaparak bir araya getirerek yarattığı, harf harf kendini var ettiği, parçalayıp bozarak yaptığı ve sonunda kendine ait bir göstergeler bütünü olarak şekillendirdiği özel bir dildir.

Freud sonrası psikanalizcilerin de belirttiği gibi, kadınlığın sadece erkek üzerinden anlaşılmayıp, anne-kız ilişkisindeki psiko-seksüel gelişimden de etkilendiği gerçeği, Sevim Burak’ın dilinin şekillendirmesinde anlamlı bir işaret olarak karşımıza çıkar. Sevim Burak’ın ‘annesinin kızı’ olarak değerlendirilip eserlerinin bu gözle okunması, kullanılan dilin aynı zamanda annesinin dilini de barındırdığı gerçeğini ortaya koyar niteliktedir. Çocukluğunda her ne kadar babasının dilini kullanarak var olmaya çalışsa da kendi kurduğu edebi yazında Sevim Burak, Yahudi annesinin kızıdır.

Sevim Burak, kurduğu dil ile kadını hiç olmadığı kadar derinlemesine inşa etmeyi başaran, her okunuşta kendini yeniden var edecek güçlü satırlara imza atar. Böylelikle, kendisini dışlayan edebiyat dünyasına, kadın olmaktan kaynaklanan dipsiz yalnızlığa, dilin sınırlandırmalarına ve hatta kendine rağmen bambaşka, ayrıksı ve gizem dolu bir dünya yaratır. O, kendisini ötekileştiren ve dışlayan her şeye rağmen yazandır. O, ‘Sevim Burak’tır.

‘Kimseyi görmem- Sokağa çıkmam – hiçbir – bildiğim Yok –

Yakında olursa O’nu görürüm – Konuşursa O’nunla birlikte

konuşurum – Etrafı taş duvarlı bir köşk içerisindeyim –

Orda oturuyorsun – Biliyorum – Vaziyetinden de belli –

Sensin – Sevim’sin – Karanlıktasın.’ [2]


[1] Bkz: Nilüfer Güngörmüş Erdem, Sanatçının ‘Annesinin Kızı Olarak’ Portresi, Cinsiyetli Olmak – Sosyal Bilimlere Feminist Bakışlar, YKY İstanbul 2009, s.102-103

[2] Sevim Burak, Yanık Saraylar, YKY, İstanbul 2009, s.87

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün