•“İsrail´in, kurulduğundan beri en önemli diplomatik başarısı olarak tarihe geçen Abraham Anlaşmaları ile Körfez ülkeleriyle yıllardır örtük bir şekilde sürdürdüğü belli seviyedeki ilişkisini açık diplomatik kanallara oturttuğu sırada Türkiye´nin ikili ilişkileri yeniden tesis ederek bölgesel denklemin dışında kalmamak adına adım atmış olması da önemlidir. Bu açıdan ikili ilişkilerin yeniden normalleşmesi yönünde Türkiye´nin dış politikası ve çıkarları açısından doğru adımlar atılmıştır.” Doç. Dr. Tuğçe Ersoy Ceylan – www.aa.com.tr
Bu Haftanın “Takılanlar”ı
Önce İsrail’in 19 Eylül 2022’de Irit Lillian’ı Türkiye’ye büyükelçi ataması, ardından da Türkiye’nin Şakir Özkan Torunlar’ı İsrail’e büyükelçi atama kararıyla yaklaşık on yıllık diplomatik "küslüğün" sonuna gelindi. Her iki ülke için de kazan-kazan olan bu status quo anteye dönüş hem iki ülke ilişkileri hem de bölge siyaseti açısından önemli bir gelişme. Gerek büyük güçlerin bölgeye dair politikaları gerekse de bölge içindeki siyasi dengeler açısından oyun kurucu olarak nitelenebilecek iki aktörün diplomatik ilişkileri yeniden tesis etmiş olmasının her iki ülkenin de dış ilişkilerine olumlu yansıyacağını söylemek mümkün.
İsrail’le diplomatik ilişki sürdüren birçok ülke gibi Filistin meselesine dair hususlar Türkiye-İsrail ilişkilerinin şekillenmesinde katalizör görevi görmüştür. Filistin meselesinin çözümüne dair Türkiye resmi olarak iki devletli çözümden yana bir tutum benimseyegelmiştir. Bununla beraber Türkiye, yüz yılı geçkin çatışmada şiddet yükseldiğinde karşısında durmuş, böylesi eylemleri kınamıştır. Öte yandan ise gerek temsil gerekse de hakkaniyet gereği tarih içinde pek çok vakada İsrail ile ilişkileri hilafına olsa da Filistin'i destekleyen açıklamalar yapmış, Birleşmiş Milletler’de (BM) halihazırdaki yetkilerini kullanmaktan çekinmemiştir.
...
Geçtiğimiz hafta Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçiliğine Şakir Özkan Torunlar’ın atanması kararı İsrail’i de memnun etti. Türkiye-İsrail ilişkilerinin nazik zeminin kaymasını engelleyecek tecrübeye sahip, meslekten diplomat olan ve 1983’ten beri Dışişleri Bakanlığı’nda görev yapan Torunlar’ın Büyükelçi atanması yerinde bir karar olarak nitelendirilebilir. Nitekim kendisi, 2010-2014 arasında Kudüs Başkonsolosluğunu yürütmüş, ülke hakkında bilgi ve tecrübe sahibi bir diplomattır.
Öte yandan, Türkiye-İsrail ilişkilerinin yeniden tesisi Türkiye’nin özellikle Doğu Akdeniz’deki varlığı ve siyaseti açısından önemlidir. İlişkiler koptuktan sonra, bölgede müttefik arayışına giren İsrail bu boşluğu Yunanistan ile doldurmuş; Türkiye’nin bölgede Mısır gibi ülkelerle önceden ittifak geliştirmemiş olması dengeleri bozarak son tahlilde bölge siyasetinden dışlanması tehlikesini doğurmuştur. Türkiye, varlığını gerek Libya ile anlaşma imzalayarak gerekse de KKTC ve Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgelerine dair haklarını koruyarak hissettirmiştir. Ayrıca İsrail’in, kurulduğundan beri en önemli diplomatik başarısı olarak tarihe geçen Abraham Anlaşmaları ile Körfez ülkeleriyle yıllardır örtük bir şekilde sürdürdüğü belli seviyedeki ilişkisini açık diplomatik kanallara oturttuğu sırada Türkiye’nin ikili ilişkileri yeniden tesis ederek bölgesel denklemin dışında kalmamak adına adım atmış olması da önemlidir. Bu açıdan ikili ilişkilerin yeniden normalleşmesi yönünde Türkiye’nin dış politikası ve çıkarları açısından doğru adımlar atılmıştır.
Doç. Dr. Tuğçe Ersoy Ceylan
https://www.aa.com.tr/tr/analiz/turkiye-israil-iliskilerinde-yeni-donem/2711497
Çoğu İsrailli için, 1990’lardaki Oslo geçici anlaşmaları, Filistinlilerden ayrılmanın başlangıcı anlamına geliyordu ki, bu süreç sonunda iki devlet şeklinde ayrılmaya yol açacaktı. Filistin Yönetiminin, İsrail ordusunun tahliye ettiği toprakları devralması ve Filistinlilerin ulusal özlemlerini gerçekleştirmesi, hukuk ve düzeni sağlaması ve İsrail’e yönelik terörizmi önlemesi gerekiyordu. Ayrıca Filistin Yönetimi’nden iki ulusal hareket arasında tarihi bir uzlaşma sağlamak üzere İsrail ile kalıcı bir anlaşmayı müzakere etmesi bekleniyordu.
Ancak, özellikle ABD tarafından tekrarlanan çabalara rağmen, tasavvur edilen bu barış süreci kapsamlı bir anlaşmaya varamadı.
Tarafların, Kudüs, mülteciler ve sınırlar gibi temel meseleler konusundaki duruşları birbirinden çok uzakta ve fikir ayrılıkları arasında köprü kurmak imkânsız görünüyor. 2000 yılında İkinci İntifada’nın patlak vermesinden bu yana İsrail’in tutumu sertleşti; tehdit algısı arttı ve bu da İsraillilerin Filistinlilere verilecek tavizlere olan desteğinde gözle görülür bir düşüşe yol açtı. Son anketler, Yahudi İsraillilerin yalnızca üçte birinin iki devletli çözüm paradigmasını desteklediğini gösteriyor.
2000’den sonra Batı Şeria’dan gidip gelen Filistin terörü ve 2007’den sonra Gazze’nin İsrailli sivilleri hedef alan binlerce füze için fırlatma rampası haline gelmesiyle, İsraillilerin çoğu Filistinlilerin barış ortağı olduğuna inanmayı bıraktı.
Bu aşamada, Filistin toplumu, koyu bir milliyetçi ve İslami kültürün etkisi altında Siyonist hareketle bir uzlaşmaya varamamaktadır. Son anketler (Mart 2022), Filistinlilerin üçte ikisinin İsrail’in bir apartheid devleti olduğunu söylediğini ve yüzde 73’ünün Kuran’ın İsrail Devleti’nin yok oluşu ile ilgili bir kehanet içerdiğine inandığını gösteriyor.
Devlet haline gelmenin kaçınılmaz olarak sorumlu davranışlar ürettiği önermesi, devletlerini uçuruma sürükleyen liderlerin sayısı göz önüne alındığında şüphelidir. Mevcut Filistin eğitim sistemi ve resmi medyası, Filistinlilerin kötü kaderlerinin tümünden sorumlu tuttukları Yahudilere karşı nefreti körüklüyor.
Üstelik 2000 yılından beri, Yahudilerin ortasında kendini havaya uçuran “şehit”, genç Filistinlilere bir rol modeli haline gelmiştir. Filistinlilerin İsrail hedeflerine yönelik şiddet eylemlerine destek seviyesi şaşırtıcıdır.
Nitekim 2000’de eski başbakan Ehud Barak’ın önerdiği veya 2007’de eski başbakan Ehud Olmert’in önerdiği gibi somut bir toprak bölünmesi her gündemde olduğunda, Filistin reddiyeciliği kazandı. “Ilımlı” Filistin lideri Mahmud Abbas bile, İsrail’in bir Yahudi devleti olması gerektiği fikrini reddediyor. Olası bir Filistin devleti kendi sınırlarından tatmin olmayacak ve amaçlarına ulaşmak için güç kullanımında kararlı olacaktır.
Ayrıca, İsrail’in salt varlığını bile dini bir ihlal olarak gören Hamas’ın daha etkili siyasi nüfuzu, herhangi bir uzlaşmaya varma şansını – eğer olsaydı bile – zayıflatıyor. Gazze meselesinin açıkça ortaya koyduğu gibi, radikal İslamcıları güçlendirmenin ılımlılığa yol açacağına inanmak için çok az neden var. Gerçekten de Hamas yönetimindeki Gazze’den İsrail’e yönelik sürekli saldırılar, “işgalin sona ermesi” ve “yerleşimlerin kaldırılması”nın çatışmayı sona erdirmek için yetersiz koşul olduğunu gösteriyor.
Son olarak, çatışan iki toplum hâlâ savaşacak ve daha da önemlisi kendi siyasi hedeflerine ulaşmak için gereken ıstırabı sindirecek enerjiye sahip. Milliyetçilik, insanlara ulusal savaşlar sırasında acı ve zorluklara dayanma ilhamı verir. Çoğu zaman, – ideal bir uzlaşma fırsatından ziyade – toplumsal tükenme uzun süren etnik çatışmayı sona erdirir. Acı, toplumların öğrenme eğrisi üzerindeki en etkili faktörse, İsrailliler ve Filistinliler uzlaşmak için yeterince acı çekmemiş gibi görünüyor. Bir Filistin devletinin İsrail’in yanında barış içinde yaşayamayacağının ciddi bir şekilde anlaşılması, iki devletli çözüm paradigmasının ilk varsayımını çürütüyor.
PROF. Efraim Inbar (Çeviri : Albert Sarda )
https://hasturktv.net/israil-filistin-iki-devletli-cozum-yanilsamasini-anlamak-prof-efraim-inbar/
İsrail, “Demir Kubbe” adlı müthiş bir hava savunma sistemi oluşturdu.
Ülkenin tamamını güvenceye alıyor. Örneğin…Geçtiğimiz ağustos ayında Gazze’de İslami Cihat güçleri tarafından ateşlenen 470 roketin yüzde 97’den fazlası “Demir Kubbe” savunma sistemi tarafından düşürüldü.
“Demir Kubbe”nin finansmanına Amerika da katkıda bulundu.
Bu nedenle, sistemin hangi ülkeye verilebileceği konusunda Amerika’nın da veto hakkı var.ABD öncelikle kendine istiyor.
Zelenskiy de “Demir Kubbe” için İsrail parlamentosunda yaptığı konuşmada adeta yakardı.
...
İsrail, Ukrayna’ya “Demir Kubbe” konusunda ayak sürüyor. Sebebi açık.
Suriye’de paslaştığı Rusya’yla arasını açmak istemiyor.
İstihbarat analisti ve yorumcusu Yossi Mehman’ın şöyle bir yorumu dünkü Washington Post’ta yayımlandı: “Yazık… Dünya’ya insanlık, doğruluk ve yanlışlık hakkında vaazlar veriyoruz. Ancak uluslararası konumlarımız söz konusu olduğunda en dar güvenlik endişelerimize öncelik veriyoruz.”
Bununla beraber, Ukrayna’ya, gerek İsrailli Yahudilerden göç almak, gerek
insani yardım konularında önemli katkılarına da işaret etmek isterim.
Güneri Cıvaoğlu
https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/guneri-civaoglu/baskani-koruyan-nasams-6840768
Bu hafta sonu izlediğim bir film, 1930’lu yıllara damgasını vuran bu kötülüğün “kadarı” olmadığını yeniden hatırlattı, yarayı kanattı. Bazılarımızın hayatı adeta yaşadığı dönemin özeti gibidir, o hayatlarda kötülüğün nasıl da dipsiz bir kuyu olduğunu görürüz. İzlediğim film de o dönemin kara bir tablosu gibiydi. Sahneler zihnimde Murathan Mungan’ın sözleriyle birleşti. Fransız devlet kadını, Avrupa Parlamentosunun ilk kadın başkanı ve feminist Simon Veil’in hayatını anlatan bu film (Simone. Yüzyılın Yolculuğu), bir yandan kötülüğün sıradanlığını, diğer yandan da kötülüğe karşı iyiliği inşa mücadelesini anlatıyor. 1927-2017 tarihleri arasında yaşayan Veil, henüz 16 yaşındayken annesini, babasını ve erkek kardeşini Auschwitz-Birkenau Toplama Kampı'nda kaybeden bir kadın. Yahudi kamplarında yaşanan kötülüğün nasıl bir dipsiz kuyu olduğunun bariz örneklerinden. Mutlu ve varlıklı bir ailenin felakete sürüklenişi, kamplar, işkence ve kötü muamele, gözleri önünde ölen insanlar, açlık… Tarifi olmayan acılar, sınırı olmayan bir kötülük. Toplama kampından kurtuluşunun ardından insan hakları mücadelesi ile geçen bir hayat…
(...) Simon Veil, verdiği hak mücadelesi ile yaşadığı yüzyıla damgasını vurmuş bir kadın. Ama aynı zamanda yüzyılın da onun hayatına damgasını vurduğu bir hak savunucusu. ’68 Hareketi'ne umutla bakan, Sosyalist Partiye çok kez oy veren, ancak eşinden ötürü daha çok Hristiyan-demokrat Cumhuriyetçi Halk Hareketi çevresinde siyasallaşan, cumhuriyeti ve laikliği savunan liberal bir siyasetçi. Veil’in yaşamında bugünden bakınca belki de en fazla şaşırdığım şey, tüm bu mücadeleyi sağ partiler içinden yürütmüş olması. Bugün, merkez sağ partiler bile yabancı düşmanı söylem ve politikalardan azade değilken, o yıllarda bu hakların sağda siyaset yapan bir kadın tarafından savunulması nereden nereye geldiğimizin açık resmi gibi…
Ayşen Uysal
https://www.evrensel.net/yazi/91770/kotulugun-dipsiz-kuyusu
Şimdilerde Liraz’ın ismi İran’daki isyanla beraber anılıyor. Neden mi? Çünkü o köklerini hiçbir zaman unutmadı ve son albümü Roya’nın çalışmaları kapsamında İstanbul’da bir grup İranlı müzisyenle gizlice buluştu. İsrail basınına göre bunun önemi şu; Liraz daha önceki albümlerinde de İranlı müzisyenlerle çalışmıştı ama bu kez bir araya gelip yüz yüze bir çalışma yaptılar ve bu, İran’daki molla diktası düşünülürse oldukça cesur bir hareket! “Liraz açısından o kadar da değil” diyebilirsiniz elbette, sonuçta İsrail’de İranlılarla sanat yapmak yasak değil.
Ama onların sesini daha büyük kitlelere duyurmak gibi bir görevi ve derdi olması sanatçı duruşuna hayran olmamıza yetiyor. “Nasılsa İsrailliyim bana ne” de diyebilirdi. Nitekim benzerlerine ülkemizde çokça rastlıyoruz. Hatırlarsanız, bir dönem set işçileri konusu çok gündeme gelmişti. Bu süreçte birkaç isim dışında kimin itirazını hatırlıyorsunuz? O berbat dizilerden trilyonları cebe indiren birçok oyuncu, bu konuları geniş kitlelere ulaştırabilme olanağına sahipken, bunun yerine anneliği kendileri keşfetmiş gibi sosyal medyada “Anne oldum ben” gibi paylaşımlar yaptılar.
Her gün bir kadın öldürülüyor; anlı şanlı aktrislerimiz bol ağalı, dayağın, tecavüzün, feodalitenin, her türlü pisliğinin baş tacı edildiği dizilerde boy gösterip hiçbir şey olmamış gibi yaşayıp gidiyorlar. “Önemli olan para kazanmak, hemcinslerim öldürülmüş bana ne” cümlesinin cisimleşmiş hâli bunlar. Öyle bir noktaya geldik ki, şarkıcılar öldürülüyor, sanat dünyasının verdiği tepki cılız bir sesten ibaret. Bu yüzden Liraz’ın devrimci duyarlılığı çok mühim ve sanmam ama, belki birilerine örnek olur.
Öte yandan buluşmanın İstanbul’da olması da ülkemizdeki birilerine bir mesaj olur belki. İnsanlar baskıdan, korkudan, şiddetten kaçarak şehrimizde rahat nefes alabiliyorlar. Onca yaşadığımız hak kaybına ve uluslararası alanda kaybettiğimiz prestije rağmen hâlâ Türkiye bir özgürlük alanı durumunda. Artık oralarda durum ne raddede, siz düşünün.
Roya albümünün ardından Liraz dünya turuna çıktı. Tur kapsamında İsrail basınına da yansıyan ilginç bir olaya da değineyim. Krakow’daki Eski Sinagog’ta düzenlenen Yahudi Kültür Festivali’ne katılım için Liraz’la beraber İranlı müzisyen dostlarına da teklif gitti. Onlar da afişe olmayacak şekilde saklanabilirlerse katılabileceklerini bildirdiler. Bunun üzerine müzisyenler için altın başörtüleri diktirildi. Bir kadının 2022’de müzik icra etmek için düşürüldüğü duruma bakın. Hatta içlerinden birisi biraz da olsa saçını gösterince tanınmış ve İran’da başı derde girmiş kadıncağızın.
Tüm bu zorluklara rağmen, Liraz İranlı kadınların yanında sağlam bir şekilde durma konusunda son derece kararlı. Bu kararlılığı İranlı kadınları da umutlandırıyor. Son günlerde onun şarkıları eşliğinde başörtülerini atıp dans ettikleri videoları paylaşıyorlar. Liraz’a “Sesimiz olduğun için teşekkür ederiz” mesajları yağıyor.
L. Deniz Ertuğ
https://www.politikyol.com/daha-yuksek-sesle-soyle-liraz/
Takılan tweetler
Buhara Yahudi Mezarlığı, Özbekistan
* Bilgi notu: Vaktiyle 25,000 Yahudi’nin yaşadığı Buhara’da günümüzdeki Yahudi sayısı 200 civarındadır. 📷 Taha Kılınç
https://twitter.com/Mecra/status/1580270491692306433
Geçen hafta sonu Selanik'te Yahudi Müzesi'nin önünde, İspanyol ve Yahudi-İspanyol kültürlerini Sefarad metropolünde sergileyen ve bir araya getiren eşsiz bir sokak festivali!
https://twitter.com/LeonSaltiel/status/1580845839571746816
Ahavat Şalom Sinagogu
Tarih Gezisi Com
Karşıyaka- İzmir
1882’de inşa edilen bina, Musevi Cemaati tarafından kültürel amaçlı kullanılmak şartıyla 1995 yılında Belediye’ye devredilmiştir. Aslına uygun olarak restore edilen sinagog mini konserlere ev sahipliği yapmaktadır.
https://twitter.com/HarkaE/status/1578311766374612992
Balat Yanbol Sinagogu’nda Suka
https://twitter.com/mchitrik/status/1580832410836488194
Hayim Albukrek Evi her geçen gün biraz daha yıkılıyor. Ankara'daki Yahudi Mahallesi (İstiklal Mahallesi) her geçen gün biraz daha yok oluyor...
https://twitter.com/KaraaslanMzffr/status/1581560676107313154
״שִׂישׂוּ וְשִׂמְחוּ בְּשִׂמְחַת תּוֹרָה״
חג שמח!
תמונה מבית הכנסת ״נווה שלום״ באיסטנבול, שצולמה במסגרת ביקורי בטורקיה בחודש מרץ האחרון.
“Mutlu olun ve Tora’nın sevinciyle sevinin” İyi Tatiller!
Geçen Mart ayında Türkiye’ye yaptığım ziyaret sırasında Istanbul’daki Neve Şalom Sinagogu’ndan bie fotoğraf.
https://twitter.com/Isaac_Herzog/status/1581631664664760325
1943'te bugün: Sobibor Kampı'nın Yahudi mahkûmları ayaklandı. 11 SS ve birkaç Ukraynalı işbirlikçinin öldürüldüğü ayaklanmada 700 mahkûmdan 300'ü kaçtı. Mayınlar ve takip nedeniyle kaçanlardan ancak 50'si hayatta kalabildi. Kaçmayı tercih etmeyen mahkûmlar ise kurşuna dizildi.
https://twitter.com/ww2turkiye/status/1580989314506293267
Ağa Takılanlar Öneriyor”
https://www.bbc.com/turkce/articles/c88j3g67w8go
Stanford Üniversitesi, 1950’lerde Yahudi öğrencileri yıllarca dışladığını gösteren kayıtların ortaya çıkmasının ardından özür diledi.
https://www.diken.com.tr/stanford-yahudilerden-ozur-diledi/
Yahudi karşıtlığının başladığı günler, bunun adım adım ilerletilmesi, Yahudiler hakkında yoğun ve kara propaganda, onların ‘aslında’ insan olarak kabul edilmemesi gerekliliğinin dile getirilmesi, Nazi siyasetinin bir parçası. İnsana o şiddette zulmedebilmek için, öncelikle insan olduğunun, diğerleri gibi bir insan olduğunun reddi gerekiyor; dehşet verici uygulamalar, sürekli aşağılama ancak böyle mümkün.
https://www.diken.com.tr/komunist-yahudi-escinsel-vb-dusmani-naziler-toplumunu-nasil-yogurmustu/
https://www.diken.com.tr/fasizmin-siradan-goze-batmayan-fasist-memurlari/
https://www.perspektif.online/diktatorluk-donemlerinde-kisisel-sorumluluk/
https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/zeynep-oral/ah-moris-gabbay-ah-1992714
Alışmak kötüdür: Gazze’nin aksine Ramallah, İsrail’den-Filistin’e, Filistin’den İsrail’e en kolay geçilen şehirdir. Gördüğünüz kare Ramallah’ın kuzey girişinde çekildi bu hafta. Aracın arkasına siper almış İsrail askerleri alıştığımız görüntü, alışılmadık olan arkadaki dükkânda olanı biteni gülerek izleyen Filistinliler. Bazen alışmak kötüdür sözünün fotoğrafa yansımış hali bu.
Müzayedelerden