Şu an İspanya’dayım, Hemi Yeroham İngiltere’de. Ben Marbella’da, o Londra’da. Ekranda buluşmuş, İstanbul’daki Şalom Gazetesi için sohbet ediyoruz. Dünya çok küçüldü, her an her yerle iletişim halindeyiz. Ama bizler de çok dağıldık. Her yer bir tık mesafede. Her yol, her deneyim bir tık uzakta. Gelecek de bazen bir tık uzakta. Hayallerimiz, mesleğimiz… Bir tık uzakta. Ancak bir tık uzakta olan burada olandan bazen çok farklı, bazen çok aynı. Ve bir tık uzakta olan her zaman en kolay olan değil.
Yine de gençlerimiz hayallerinin peşinden yürüyor. Doğup büyüdükleri, dolayısıyla onları nispeten ana kucağı gibi sarıp sarmalayan, yollarında destek olan, biraz da doğal bir iletişim ağına sahip oldukları bir ortamdan bilmedikleri coğrafyalara gidiyorlar. Hayallerini gerçekleştirmek ve hayallerinin alanında başarılı olabilmek adına.
Oysa bu hiç de kolay değil. Hayat zaten bir bilinmezler okyanusu iken, yabancı coğrafyalarda var olabilmek daha da zor. Aklımda sürekli aynı soru: “Bizler buradan onlara nasıl destek olabiliriz?” Benim yapabildiğim, şimdilik onlarla tanışmak ve sizlere tanıtmak elimden geldiğince.
Hemi Yeroham da liseyi bitirip yola çıktığında onlardan biriydi. Çocukluğunu, gençliğini Dostluk Yurdunun sahnelerinde geçirmiş. Dostluk’ta İzzet Bana’nın öğrencisi olarak Moiz’in oyunlarında sahne tozunu yutmuş. “Benim hayatımdı o oyunlar. Her şey ona endeksliydi. Pazartesi günleri oyun gecemizdi. Oyun biterdi, bir sonraki pazartesiyi iple çekerdik hepimiz. İsrail’deki Türk cemaatine gittik iki kere Dostluk’la. O hayatın beni çok mutlu ettiğini gördüm.” Sımsıcak, pırıl pırıl gülümsemesiyle karşılıyor soğuk ekrandan beni. Bakışlarından yaptığı işe verdiği değer salonumda hissediliyor. Dostluk’a, İzzet Bana’ya, o okuldan çıkan nice başarılı tiyatro oyuncusuna atıfta bulunup minnet duygularını aktararak devam ediyor sohbete Hemi.
O günlerde hayali müzikal eğitimi almak. İki seçeneği var: New York, Amerika; çok uzak. Fiziksel olarak da uzak, duyusal olarak da. Bir de Londra, İngiltere. Zaten müzikal tiyatro yapmak istiyor. Kendini daha yakın hissettiği Londra’da konservatuvara kabul ediliyor. Zaman içinde müzikal tiyatronun daha doğrusu müzikal tiyatro camiasının kendisini pek mutlu etmediğini, “straight/düz tiyatro” tabir edilen oyun dünyasında daha mutlu olduğunu görüyor. Daha açık görüşlü, daha yenilikçi bir dünya. Üstelik Londra, oyun konusunda daha gelişmiş. Müzikaller New York’tan Londra’ya ve dünyaya yayılırken, yeni düz oyunlar daha çok Londra’da yazılıyor, oradan dünyaya yayılıyor.
Bir şehirde, bir ülkede yeni olmak demek bir iletişim ağına henüz sahip olmamak da demek. Üstelik bir sanatçı ya da oyuncuysanız, bir şirkete bağlı çalışmıyorsunuz. Ay sonu cebinize az ya da çok ama çerçevesi belli bir rakam girmiyor. Oysa, masaya ekmek koyabilmek lazım. Seslendirme çalışmaları imdadına yetişiyor 2003 yılında mezun olan Hemi’nin. Bir de… “2001 yılında Amerika’da yaşanan terör olayları benim ve benim gibi Ortadoğulu oyuncuların şansı oldu biraz. O yıllarda politik diziler yazılmaya başlandı ve Ortadoğulu birçok oyuncuya alan açıldı.”
“Bana göre ciddi olan her oyuncunun düşündüğü şey hep çalışabilmek! Çünkü proje bitiyor ve tekrar yeni bir proje bulman gerekiyor kendine. İstediğin kişilerle, istediğin yerlerde, istediğin tiyatro kumpanyalarıyla çalışabildiğin sürece, istediğin hikâyeleri anlatabildiğin sürece çalışabilmek. Shakespeare oynamanın tadı ayrı, politik Ortadoğu ile ilgili bir oyun oynamanın tadı ayrı. İlk defa Yahudilerle ilgili bir oyunda, ilk defa bir Yahudi’yi oynuyorum. Yahudi bir ekipte Yahudi bir hikâye anlatmanın keyfi ayrı. Hâlâ, bir müzikalde oynamayı çok isterim. TV’de bir komedi işi olabilir. Açıkçası, ben çalışmayı çok seviyorum. O yüzden doğru ekip olduğu sürece benim için ne olduğu çok önemli değil. Sonuçta, çalışabilmek ve çok sıkıntıya girmeden, iki rol arasının çok açılmadığı bir sanat hayatı istiyorum. Kariyerinin kontrolünün senin elinde olduğu bir hikâye yazabilmek önemli.”
Hemi, Ortadoğulu karakterleri canlandırırken bir şey daha oluyor. Londra’nın en önemli, en açık görüşlü olduğu bilinen, normalde ırkçılığa karşı duran sahnelerinden Royal Court, bir oyunda Yahudi olmayan aç gözlü bir karaktere bir Yahudi’nin adını veriyor. Daha solcu, daha yenilikçi, daha açık görüşlü bir organizasyonda gizli bir antisemitizm vakası! “Esasen tiyatronun geçmişinde hafif antisemit, kısmen Filistin yanlısı bir yaklaşım zaten var.” Ancak bu sefer anında tepkiler oluşuyor. Tiyatro hemen özür dileyerek karakterin adını değiştiriyorsa da, gizli antisemitizm yaptığı damgasını yemekten kurtulamıyor. Bunun üzerine gerek sorumluluğu üstlenmek gerek özür dilemek adına İngiltere’nin önde gelen gazetelerinden The Guardian’ın yetkin ve önemli Yahudi köşe yazarı Jonathan Freedland‘den bu konuda bir oyun yazması isteniyor. Bu arada bir parantez açıp Royal Court’un zaten öncelikle oyun yazarlarını geliştirmek gibi bir misyonu olduğunu belirtelim. Dolayısıyla sahnelerinde her ay yeni yazılan bir oyun sergileniyor. Bu, Royal Court için doğal. Öte yandan, kendilerine Londra sahnelerinde bir yer edinmek isteyen genç oyuncular için zor. Zira bir oyun normalde bir ay boyunca sergileniyor. Çok ses getirir ve süresiz bir kontrata dönüşürseya da turne talepleri olursa ne ala. Yoksa, oyuncular yine işsiz! Neyse ki kişilikleriyle, işlerine gösterdikleri heyecan ve önem sayesinde yavaş yavaş yeni çevrelerini ediniyorlar. Freedland, aralarında Londra’nın tanınmış simaları da olan birçok Yahudi ile röportajlar yapıyor. Yaşadıkları -açık ve gizli- düşmanca davranışları soruşturuyor. Aralarında kimler yok ki? Biri, antisemit olaylar yüzünden istifa etmek zorunda kalan iki milletvekili, biri ünlü roman yazarı Howard Jacobson. Biri, halen Londra’da Yahudi cemaatinin liderleri arasında olan ve 1971 yılında Irak’taki olaylardan kaçıp 16 yaşında Londra’ya göç eden bugünün üst düzey bir cemaat lideri. Bir aktris, bir Talmud uzmanı, bir dekoratör, bir araştırmacı. Yine Kuzey Londralı bir Ortodoks Yahudi. “Yahudiler, Kendi Sözleriyle” isimli oyun bu kişilerin anlattıklarını onların sözleriyle dile getiren, tiyatronun hem kendini sorguladığı hem de gerek aleni gerek de belki de en eğitimlilerin bile, -hiç olmasını beklemediğimiz yerde ve durumlarda, gündelik konuşmalarında ağzına gelen ve ırkçı olduğunu fark etmedikleri ama bir şekilde lisanımıza, düşüncemize, fikrimize yerleşmiş antisemit sözlere dikkatleri çekiyor.
Ne çok karşılaştık. Her birimiz, en güvendiğimiz, en ilerici, en aydınlık dostlarımızın ağzından dökülen, bazen bir cümle ile ne çok buz kestik. Söyleyen ne dediğinin farkında değil. Tüm iyi niyeti ile konuşuyor. Ancak bizler yaralı olduğumuz için gocunuyoruz. “Oyunun konusu tam da bu. Benim canlandırdığım iki karakterin hikâyeleri biraz daha görünen hikâyeler ama tam da böyle iki laf arasında geçen, Yahudi olmayanların bilinçaltına yerleşmiş stereotipik Yahudi modellerine bakıyoruz oyunda. Nereden geliyor bunlar, neden burada, neden şimdi, neden hala? Parayla ilgili, güçle ilgili, İsrail’le ilgili böyle iki laf arasında geçen konuşmalara çok yer veriyoruz. Ne kadar derine işlenmiş olduğunu anlatıyoruz. Royal Court’ta böyle bir iş yapmanın katartik bir tarafı var. Yahudi olduğum için çok ait olmadığımı hissettiğim bir yerdeyim.” Fark ettirmek önemli bir misyon. Üstelik 2022 Roş Aşana gecesi, tamam ikinci gece, sahne kulisleri, elma ve balla Yahudi yeni yılını kutluyor. Ve Londra sahneleri Yahudilerin ağzından Yahudilerin düşüncelerini ve yaralarını duyuyor, hatta sarıyor.
Kim bilir, belki bir gün -her ne kadar yerelden yola çıkıyorsa da genel bir sorunumuzu ele alan- bu oyunu İstanbul sahnelerinde izlemek de mümkün olur. Her şekilde bizden birinin, bir gencimizin, hayallerinin yolunda sağlam adımlarla ilerlemesini izlemek heyecan verici.
Tony yolun açık olsun Hemi.