Rengarenk bir 'Yahudi Kültürü' yelpazesi

“Unutulmuş zannedilen olaylar, yaşantılar, çehreler zihnin bir yerinde saklanır, orada öyle durur, orada capcanlı kalır. Bunu yüzeye çıkarmak için küçük bir kıvılcım, bir dejavu bir söz bir hikâye yeterlidir.”

Neşe BİNARK Perspektif
9 Kasım 2022 Çarşamba

Dr. Yosef Sevi’nin Bir Zamanlar Kozmopolit Balat Anıları olarak tanımladığı yaşanmışlıklarını okuyucuya aktaran Balat’tan Aşkelon’a adlı otobiyografisiyle Bibliobibuli’den merhaba.

Kadim İstanbul’un tılsımlı, kent tarihi kayıtlarına değişik kültürleri barış çerçevesinde barındıran semti olarak geçen Balat. Kültürel mozaiğini oluşturan farklı din ve ırktan insanların, köken farkına rağmen zamanında komşuluk hassasiyeti ile yaşadıkları Balat. Bir zamanlar herkesin birbirini tanıdığı, dostluk ve arkadaşlık dayanışmasının doğal karşılandığı, sakinlerinin sımsıcak bir iletişim kurabildiği Balat. Zamanında cıvıl cıvıl sokaklarında akşamları kapı sohbetlerinin yapıldığı bana canım İzmir’imi hatırlatan Balat. Çok dilli, çok dinli ve çok kültürlü yapının harmanlandığı Balat. Artık o kadim dostlukların olmadığı, kadim dostların hem bu dünyayı hem de bu toprakları terk edip gittiği, hayallerin yittiği semt Balat.  

Dr. Yosef Sevi’in Balat özlemini yansıttığı minyatür ev maketi çalışmalarından örnekler

Flanözlük hallerimde kendimi hep Balat’ta buluyorum. Bu kadim semt gözüme her zaman bir film seti gibi görünüyor. Balat’ın ruhundaki dev bir mıknatıs tarafından çekildiğimi hissediyorum. İstanbul için yazdığım her edebi metinde neden semt deyince aklıma ilk Balat geliyor diye kendime soruyorum. Bulduğum cevaplar var elbette ancak gördüklerim bildiklerim dışında Balat’ta yaşanmış bilmediğim ömürlerin sis perdesini daima aralamaya çalışıyorum.

Karabaş Mahallesi, Odun İskelesi sok. Kaynak: ‘Marie-Christine Varol, Balat Foubourg Juif D’Istanbul, İsis Yayınları”

Saksı Güzeli Bibliobibuli’den Balat’a açılan pencere

Balat’a dair yazılmış otobiyografik ve biyografik eserlerin satır aralarında kayboluyorum, bu kadim semtin tılsımlı aurası içinde kendimi buluyorum. Şimdisinden çok tarihi geçmişinde flanözlüğümü konuşturduğum doğrudur. Tarihin tozlu sayfalarında Balat’ın adım adım sokaklarını arşınladığım, kapı tokmaklarını sık sık vurduğum, efsane evlerine misafir olduğum doğrudur. Nedir? Şudur: “Balat’la ilgili okuduğum her yaşanmışlık dolu eser benim hikâyeci zihnimde inşa etmekte olduğum semte bir tuğla daha koyuyor. Balat’taki yaşanmışlıkların aktarıldığı her kitabı okurken zihnimde farklı bir pencere açıyorum. O pencerenin saksılıklarına fesleğenlerimi yerleştiriyorum. Onları okşayıp kokladıktan sonra cam kenarına oturttuğum rengarenk şiltenin üzerine dirseklerimi koyup yeni öğreneceğim bambaşka dünyalara bakmaya başlıyorum. Tam bir saksı güzeliyim yani… (Bana bu ismi takan rahmetli büyük amcam Prof. Dr. Hikmet Binark’ın ruhu şad olsun).

Balat’tan Aşkelon’a Bir Zamanlar Kozmopolit Balat Anıları

Yazar: Dr. Yosef Sevi

Alternatif Yayıncılık

Mart 2022, İstanbul

232 sayfa

Dr. Yosef Sevi’nin önsözünde kaleme aldığı duygulardan en çok ‘unutulmuş zannedilen her şeyin aslında unutulmadığı, zihnin bir köşesinde muhafaza edildiği, hatırlanması için küçük bir kıvılcımın, bir sözün hatta bir hikâyenin yeterli olacağı’ saptaması beni tetikledi.

Bir hikâye, onlarca hikâye, yüzlerce hikâye… O hikâyenin insanları, diyalogları, ana fikri, kurgusu, verdiği mesajını zihnime alıp kabul ederek kendi penceremden hikayelere bakmanın harika bir duygu olacağı düşüncesiyle kitabı okumaya başladım.

Yemiş İskelesi Pandeli Restoran / Kaynak: SALT Araştırma, Fotoğraf ve Kartpostal Arşivi

Kıymetli anıların treninde bir makinist

Dr. Sevi’nin, kitabında nefes almaksızın bir anıdan diğerine sıçradığı, bir hikâyeden bir diğer hikâyeye köprüler kurduğu, yaşadığı dönemlerin Balat semtini zihnini hallaç pamuğu gibi attıra attıra anılarıyla yeniden inşa etmesini, biraz şaşkınlıkla biraz da hayranlıkla takip edeceksiniz. Dr. Sevi’nin hayat hikayesindeki anıları, olayları kendisinin deyimiyle insanlar, yerler, kokular, renkler geçit töreniyle izleyeceksiniz. Unuttuğu insanları zihninden çağırıp yeniden canlandırmasını, çocukluğuyla birlikte yaşanmışlıklarını yazarken aynı keyfi aldığını satırlarında hissedeceksiniz. Asıl önemli olan tüm bu anıların sadece kendine ait olmadığı, çevresinde aynı hikâyenin oyuncuları olan diğer insanların da anının sahipleri olduğuna dair atıfta bulunması ile bu satırlara sempati duyacaksınız. Dr. Yosef Sevi’nin satırlarında yaşadıklarını okurken kâh diğer insanların, kâh satırları zihninden havai fişekler gibi saçan Dr. Sevi’nin gözünden yaşayacaksınız. Kitabın amacı da bu zaten.

Kitabı okumadan önce önsöz ve yorumları okuyarak başlayın derim. Bu cümleler bilmediğiniz bir zaman diliminde sizi gezdirecek, anılarının treninde makinist olan kişi hakkında naif ipuçları taşıyor. Kitabın tamamına yayılmış bir Yahudi Kültürü Yelpazesiyle serinleyip bilgileniyorsunuz.

Gençlikle güncellenen Yahudi çocuğu

“Bar-mitzva tören vakti kapıya dayandı. Bu haftanın günleri hem çabuk hem geç geçer. Heyecanın biri bin para. Herkese çıkışıyor, herkese kızıyor, kimseyle konuşmak istemiyorum. Kendi içime gömülmüşüm. Acaba nutukta takılır mıyım? Devamını getirebilir miyim? Derken haftanın perşembe günü sabahına dayandık. Bugün Şişli Sinagoguna Tefillin ilk olarak, mukaddes Sefer Tora’ya reşit Yahudi genci olarak çıkıp dualarımı yapıp, Haham peraşayı önümde okuyacak.” Bar-mitzvasını anlatan bir Yahudi gencinin cümlelerini okumak oldukça ilgi çekici, aynı şekilde bat-mitzvasını anlatan Yahudi genç kızlarının yazdıklarını okumak da öyle olmalı…  Şu satırlarda detayların verilişindeki naiflik dikkat çekiyor. “Bu tören biz erkekler için ne kadar önemli ve özel ise kadın taraf için önem taşır. Sinagogun kapısından girdiğimde içeride az kişi vardı. Bizleri siyah siperli şapkası ile Sammas karşılayıp içerideki küçük odadaki dolaptan küçük kadife torbanın içinden Tefillin çiftlerini çıkarıp elime verip takmamı bekledi. Tefillin, Yahudi erkeğinin Şabat (Cumartesi) gününden başka haftanın her günü sol koluna yedi defa sarıp, elinin orta parmağına sarıp bitirdiği ve başının çevresine kondurduğu deriden yapılmış birer küp şeklinde cisimlerin içinde dualar yazılmış Yahudiliğin sembolü kabul edilip kutsal sayılan bu takıyı daha evvelki Bar Mitzva hazırlıklarında öğrendim. Sammas’ın ve babamın yardımıyla taktıktan sonra Sammas’ın hafif bir sesle “babanın eline” dediğini hissedince hemen onun elini alıp titreyen dudaklarıma getirdiğimde gözlüklerinden iki damla gözyaşı aktığını gördüm.” Şu satırlarda bir Yahudi genç haline güncellenen erkek çocuğunun Yahudi cemaatindeki önemine yapılan vurguyu hislenerek okuyorsunuz. “Büyük oğlu Yahudi Cemaatine minyan olacaktı. Bu olay bütün Yahudi babaların da gurur kaynağıdır, çok istenir. Bu büyük olaydır. Nasıl büyük olay olmasın? Gelecek nesillere soy isminin devamını sağlayacak şahıs.” Gençlik yıllarında Büyükada eğlencelerinden söz etmemek olmazdı tabi: “Artık yaşımızı başımızı aldık. Bizim Heybeli her ne kadar zamana uymaya gayret ediyorsa da orta direk adası olarak kaldı ve gençlere hitap eden kulüpleri, diskotek ve eğlence yerleri halen yok. Bizler bu yoksunluğu gidermek için Büyükada’ya gidip Yekta ya da Değirmen’de dans ediyor kurtlarımızı orada döküyoruz.”

“Sofyani istekami getir”

Dönemin İstanbul’undan keyifli birer kesit sunan şu satırlardan sonra tanımadığınız, bilmediğiniz zamanlara zihninizde uçarak yolculuk edeceksiniz:

“Bankalar Yokuşu’ndan çıkan kırmızı tramvaya tek tek atlayarak doğruca Beyoğlu’ndaki Yeni Melek’in yan sokağına! Orada langırt ve caz sesleriyle dolu masa futbol maçları… Nihayet sinema saati geldi. Bugün saray sinemasında güzel bir film izledik. Film bitti, saat daha erken. Bu saatte bazen Galatasaray Lisesi karşı sokağındaki Haylayf’a gidip sosisli ya da sahanda yumurta yenir. Bugünkü program gibi sinemanın yanındaki İnci Pastanesinde, o kesif kalabalıkta profiterol veya Uludağ pastası da yenebilir.” Bu samimi anlatımlara kitabın her satırına nüfus eder şekilde rastlayacaksınız.

Paragrafta sözü edilen kişi kimdir, kimin nesidir bilinmez ama Dr. Sevi’nin yaşamından bir kesitte kükremeyle aklında kalan cümlesi ve tarif ettiği görünüşü ile okuyucuların da dikkatini çekiyor: “Siyah yelekle, beyaz gömleğin yakasından dışarı fırlamış fuları, dışa doğru bombeleşmiş pantolonu, tringa pırıl pırıl siyah ayakkabıları ile aydınlanmış, yeşil çuha üstündeki kırmızı beyaz üç top… Bu toplara bakıp düşünürken bir anda herkesin bildiği her seferinde herkesi heyecanlandıran bir kükreme duyulur: ‘Sofyani istakami getir.

Heybeliada anıları

Dr. Sevi kitabında yaz tatillerini geçirdikleri Ada anılarında geçmişin nabzını güzel duygularla tutuyor.

“Heybeli gibisi yok. Adayı böyle yapan yalnız tabiat güzellikleri değil milletin hoşluğu, alçak gönüllülüğü. Maddi bakımdan herkes birbirine çok yakın (Orta direk). Aynı mahallede Rumlar, Türkler, Yahudiler birbiriyle dost, ahbap, birbirini incitmeden, sövmeden sevgi ve saygı içinde bu güzel üç dört ayı paylaşırdı.”

Bu satırların yazarı, her ne kadar adanın harikulade yazlarını anlatırken büyülense de yaşananları Balat’la karşılaştırmaktan da geri durmuyor: “Buradaki komşuluk şekli eski Balat Yahudi Topluluğunu hatırlatır. Cuma akşamları, cumartesi sabahları işe inmeyen babalar, çocukları ile birlikte sinagogu doldurup Şabat havasını hissettirirler. İspanyolca lisanı gayet bariz olarak duyulur ve konuşulur.”

Vatandaş Türkçe konuş

İçine işleyen acılar, sindirilen anlamsızlıklar da olur insan hayatında, kalıcı izler bırakır, kalıcı sorular sordurur insana…

“Şaşkındım. Vatandaş Türkçe konuş deniliyordu her yerde. Zaten biz Ermeniler, Yahudiler, Türkler hep birlikte Türkçe konuşuyoruz. Başka hangi dille anlaşıyoruz ki biz?”

Galiba bu evde cinler var

Bir çocuğun dünyasında anlaşılmayan olayların usulca kendi doğaüstü etiketini buluşuna güzel bir örnek okuyorsunuz: “Bizimkiler tatilimizi bu sene Yeşilköy’de geçirmeye karar kıldılar… Evimiz orta yaşlı, bekar bir Rum kadının iki katlı, tahta eski eviydi. Birinci katta biz, üst katta o oturuyordu. Ne merettir her sabah kalktığımda bisikletin lastiği patlak, galiba bu evde cinler var.”

İmtahan zamanı

Bir Yahudi gencin, önce ailesine sonra da cemaatine olan haklı sorumluluğunu farkındalıkla yerine getirmesi, verdiği sözleri tutabilmek için sabırla sınavlarına çalışırken kendine has özel bir ortam yaratmasını anlatan cümleler bunlar: “Ben dersi sessizlikte çalışmayı seven biri olduğum için haftanın beş günü Kurtuluş’taki naftalinlenmiş, güneşlikleri kapalı evde, annemin yatak odasının penceresinin önünde, portatif kontrplak masayı getirir, perdeleri aralardım. Evin bu tarafındaki derin sessizlik ve serinlikten faydalanarak imtahanlarıma hazırlanmaya başladım.”

Şans ve çok büyük şans lazım

Dr. Sevi’nin önce annesini tedavi edebilmek sonra da cemaatini gururlandırmak sözleriyle yola çıkıp âşık olduğu mesleği doktorluğa ilk adımı olan Tıp Fakültesine girme hakkını kazanmasını anlattığı satırlar bunlar:

“… müracaat edenlerin dokuz bini içinden yalnız altı yüzü alınacaktı. İşte söz verdiğimiz Tıp Fakültesine girmek için şans ve çok büyük şans lazım… Giriş imtahanları için birçok fakülte girişlerine herkes gibi müracaat edip imtahana girdikten sonra kendimizi Tıp Fakültesi listesinde gördük… O küçük azınlık içerisinde bu kadar adayını Tıp Fakültesine sokmak Türk Yahudi Cemaati için büyük muvaffakiyet ve gururdu.”

Çift dikişli Yahudi düğünü

Türk Yahudilerinin düğün vakti telaşını kendi düğünü paralelinde samimi bir üslupla anlatan Dr. Sevi, ailelerin kendileri hakkındaki gelecek kaygılarını da şu cümlelerle aktarıyor: “Türkiye’deki Yahudiler için düğün çift dikişlidir. İlkin devlet dairesinde nikah kıyılır. Bu törenden bir hafta sonra ekseriyetle Neve Şalom Sinagogu’nda Yahudi düğünü icra edilir.”

“Bu kadar gayret edilip, büyütülüp yeşertilen bu genç çift, kısa zaman içinde evden ayrılmalarından başka uzak bir memlekette bir istikbal aramaya gidiyorlardı. Tanrı onları korusun, muvaffak etsin demekten başka bir şey gelmez elden.”

İsrail’de bir doktor ve ailesi

Dr. Yosef Sevi’nin İsrail’e göç ettikleri ilk zamanlarda insanların karmaşık kültürlerinin yarattığı akıl karışıklığından bahsettiği satırlar bunlar: “İnsan davranışları tıpkı Babil Kulesi’ne benziyordu. İnsanların aralarındaki konuşma değil bağrışmadır. Sanki birbirleriyle münakaşa ediyorlar. Daima konuşma el ve kol hareketleriyle yapılıyordu. İnsanlar arasında hürmet ve saygı yok denecek kadar azdı. Bu da bizler için hem zor hem de yabancıydı. Bizler ki pederşahi aile terbiyesi gördük. ‘Siz-biz’ kelimeleriyle büyütüldük. Bütün bunları unutmak mecburiyetine gelinmişti.”

Yepyeni bir ülkede, alışılmış kültürden uzak, ailesinin gelecek kaygısıyla dolu düşüncelerin hâkim olduğu anılardan şöyle bahsediyor Dr. Sevi: “… Doğacak çocuklarımızı hangi örf ve adetlere göre büyüteceğiz? Biz evde hangi dili kullanacağız? Bütün bu çelişkiler bizleri değiştirip başka bir mahluk mu yapacak?”

“Bu memlekette o kadar farklı ülkeden gelen insan var ki! Her insan kendi memleketinden örf ve adetler getirmişti. Bütün bunlar toplanıp karıştırıldığı zaman hiçbir rengi, tadı, şekli olmayan bu memlekete has bir şekil alıyordu. Bunun özelleşerek bu memlekete has bir değer olabilmesi için birkaç nesil geçmesi şarttı.”

Araştırmacıların da okuyacağı bir kitap

Dr. Yosef Sevi satırlarında kendisi sekizinci sınıftayken Kuledibi Yahudilerinde yaşanan kendi tabiriyle bir sansasyondan söz ediyor. Kendisinin de eski okuduğu okul olan Hasköy Musevi İlkokulunun cemaatin kararı ile Musevi Ruhani Okulu olarak yürürlüğe girdiğini belirtiyor. Bu teşebbüs başlatılmadan önce okulun öğrencileri, tedrisatı, öğretmenleri, dini eğitimin verilmesine mevcut yönetimin müdahalesi gibi sorulara cevap bulunmadan başlatıldığını yazan Dr. Sevi, okulun öğrencilerinin büyük bir kısmının dar gelirli Yahudi ailelerin çocukları ve Mahazike Tora (Talmud Tora) da öğrenim gören ancak Musevi Lisesinin ortaokul son sınıfına gelebilmiş öğrencilerini toplayıp işe giriştiklerini söylüyor. Çok zor bir okul olduğunu ve çok az sayıda mezun verdikten sonra bir daha açılmamak üzere kapıları okul olarak ilelebet kapattığından söz ediyor.

Dr. Sevi verdiği bu değerli bilginin tarihini paylaşmıyor olması üzerine araştırma yapma gereği duydum. Naim Güleryüz’ün Hasköy’de yorgun bir bina başlıklı Şalom’da 6 Ekim 2016’da yayınlanan yazısından edindiğim bilgilere göre Hasköy Mektep Sokak No:10’da sokağa adını veren görkemli bir binadan söz ediliyor. Bu bina 1875-1962 yılları arasında ilkokul olarak hizmet veriyor. Ağustos 1875’de Alliance Okulları’nın Hasköy bölgesindeki ilk okulu olarak sadece kızlara eğitim vermek üzere açılıyor. Ocak 1877’de aynı binada erkek çocuklarına da eğitim verilmeye başlanıyor. 1888 yılında Sultan Abdülhamid’in okulların oluşmasındaki desteğine ithafen bir şükran ifadesi olarak binanın giriş kapısının üzerine bir kitabe yerleştiriliyor. Kitabedeki dörtlüğün çevirisi şöyle: “Abdülhamid Han Hazretleri devrinin eserleri umumi ihsân gibidir, bunların bir nihayeti yoktur. İşte bunlardan birine örnek de Sıbyan (Çocuk) mektebidir. Bu sebeple Yahudiler gece gündüz ona minnet duygularını dile getirirler.” Cumhuriyetin ilanından sonra Hasköy Musevi Zükûr ve Ünas Mektebi daha sonra da azınlık okulları mevzuatı kapsamında Hasköy Musevi İlkokulu adını alıyor. Hasköy’deki Yahudi nüfusu azaldığı için öğrenci yetersizliğinden 1962 yılında kapanıyor. Sözü geçen ruhban okulu ise Edirne’den İstanbul’a taşınarak Hasköy Alliance okulunun bir bölümüne yerleşiyor. 6 Şubat 1955’te Musevi Ruhani Lisesi olarak tedrisata başlıyor. 1963’te bu okul Galata’ya taşınıyor. Öğrenci azlığından 1969’da tamamen kapanıyor. Binaya dönelim, 1963 yılında İhtiyarlar Yurdu olarak hizmete giriyor. 2014’te yurt Or Yom Neve Şalom Sefarad Sinagogları Vakfı Barınyurt Huzurevi ve Yaşlı Bakım Merkezi binasına taşınıyor. Tarihi bina yine boş kalıyor ve nihayet Haziran 2014’te Kadir Has Üniversitesi tarafından başarı burslu erkek öğrenciler için konukevi olarak kullanılmak üzere kiralanıyor. Neden bütün bu bilgileri bu yazıya ekledim sorusunun cevabı şudur: “Dr. Yosef Sevi’nin bu otobiyografik anlatılarını içeren kitabı sadece anı okumayı sevenlerin tercih etmelerini önereceğim bir kitap değil, aynı zamanda benim gibi tarihi araştırmacılara da yardımcı olacak ip uçlarıyla dolu bir kitap. Araştırmacı bir yazar olarak okuduğum satırlardaki ipuçlarının beni yeni bilgilere açılan kapılara götürmesine izin veriyorum. O kapıları o kitabın satır aralarında kapalı bırakmıyorum. Her kitapta yazılanlarla yeni bilgileri kapı kapı dolaşıyorum. Bir defterim var, onlarca sınıflandırdığım defterden biri: ‘İpucu Defteri’. Her yeni bilgi kapısında yazılı tabelaları kaydettiğim bir defter. Dr. Yosef Sevi’nin kitabını okurken bu defterin birkaç sayfasının ipuçlarıyla dolduğunu belirtmeliyim.

Ömrünün büyük bir kısmını İsrail’de geçirmiş ve halen geçirmekte olan Dr. Sevi’nin cümlelerindeki zaman karmaşıklığını ve anlatım naifliğini, dimağındaki ışık saçan anılarının bir panayır curcunasında seyirliğe çıkma isteği olarak göreceksiniz ve anlatmak istediklerini keyifle hissedeceksiniz. Hem otobiyografik anıları okumaktan hoşlananlar hem de okuduklarını araştırmalarında ipucu olarak kullanmak isteyenler için Dr. Yosef Sevi’nin yazdığı ‘Balat’tan Aşkelon’a Bir Zamanlar Kozmopolit Balat Anıları’ kitabını öneriyorum. Keyifle ve merakla okuyacaksınız.  

Bibliyobibuli’den dostlukla.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün