Geçen on koca senenin anısına bu hafta köşemi O´na ayırdım.
Tarih 13 Mayıs 2012… Öğle saatlerinde evde henüz uyanmış kahvaltımı yaparken, telefonum çaldı. Arayan O’ydu. Hafta sonu İstanbul’da gerçekleşen Euroleague Final-Four organizasyonu kapsamında o akşam oynanacak final maçına bilet olduğunu söyledi ve gelmek isteyip istemeyeceğimi sordu. Hiç düşünmeden kabul ettim tabi ki ve bir saat sonra buluşup birlikte salona doğru yola koyulduk.
Final maçında CSKA Moskova ile Olympiakos karşı karşıya gelecekti. Rus ekibi CSKA Moskova Euroleague’in açık ara favorisiydi. Kadrosunda Milos Teodosic, Andrei Kirilenko, Nenad Krstic ve Ramunas Siskauskas gibi yıldızlar barındıran CSKA, bu maçın da favorisi konumundaydı. Diğer tarafta Yunan ekibi Olympiakos ise Yunan basketbolcuları Vasilis Spanoulis, Kostas Sloukas, Georgios Printezis ve Kostas Papanikolaou ile etkili olmaya çalışacaktı.
Maçın ilk çeyreği oldukça sert savunmalarla geçti. Karşılıklı basketlerle geçen ilk periyotun sonucu Rus ekibi lehineydi. İkinci periyotta beklendiği gibi etkili olmaya başlayan CSKA Moskova, Teodosic’in üç sayılık isabetleri ile arayı açtı ve ilk yarı 34-20’lik skorla Rus ekibinin lehine sonuçlandı. Devre arasında salondaki ve televizyon başındaki birçok basketbolsever CSKA’nın buradan kupayı vermeyeceğini düşünüyordu.
Devre arasında salonun koridorlarına çıktık ve yiyecek bir şeyler aldık. Dağıtılan Euroleague Final Four tişörtlerinden de birer tane kaptık. O ti her giydiğimde aklıma o maçın ikinci yarısında yaşananlar ve O gelir.
Üçüncü çeyreğin ilk dakikalarında CSKA üstünlüğü devam etti ve fark daha da açılarak 19’a kadar açtı. Sonrasında Yunan ekibi biraz daha etkili olarak farkı 13’e indirdi ve periyot 53-40 sona erdi. Skor üretemeyen CSKA karşısında farkı daha da eritmeye başlayan Olympiakos, dört dakika kala 55-52 geride girdi. Maç boyunca zaten hiç susmayan Yunan taraftarlar, farkın kapanması ile daha da ateşli bir şekilde takımlarını destekliyorlardı. Sonrasında karşılıklı basketler geldi ve son bir dakikaya girilirken skor 60-58’di. 10 saniye kala CSKA 61-60 önde iken, Siskauskas’a taktik faul yapıldı. Litvanyalı oyuncu 2 serbest atışta da isabet bulamayınca, son saniyede Spanoulis’in asistinde Printezis’in basketi bulması ile skor 62-61’e geldi ve Yunan ekibi şampiyonluğa ulaştı.
Olympiakos inanılmaz bir geri dönüşe imza atmış ve tarihindeki ikinci şampiyonluğa erişmişti. Bu karşılaşma sporda hiçbir şeyin imkânsız olmadığını bir kez daha gösteren bir karşılaşmaydı. 19 sayı geriye düşmesine ve favori de olmamasına rağmen vazgeçmeyen Yunan ekibi, takım olmanın meyvesini kupa ile aldı.
Böylesine bir maça salonda canlı tanık olmak benim için çok özeldi. Ama daha da önemlisi bu maçı O’nunla birlikte canlı izlemiş olmak. Beraber izlediğimiz yüzlerce maçtan sadece biriydi belki ama son maç olacağını bilmiyordum.
Bu maçtan yaklaşık sekiz ay sonra, kasım ayının üçüncü gününde maalesef Alp’i kaybettik. Kasım aylarını zaten hiç sevemedim. Çokça ölüm, kötü anılar, derin kederler yaşanmış Kasım aylarında. Geçtiğimiz 3 Kasım’da ise Alp Alkaş’ın ölümünden tam on yıl geçmiş oldu. İzlediğimiz maçlar, oynadığımız oyunlar, yediğimiz yemekler, sohbetlerimiz ve paylaştıklarımız dün gibi aklımda. En çok da güldüğü zaman attığı kahkahasının sesi.
Alp öyle bir insandı ki, herkesle konuşacak paylaşacak bir şeyler bulur ve karşısındakini değerli hissettirirdi. Yeri geldi fikir ayrılıklarımız veya tartışmalarımız oldu, yeri geldi birlikte hareket ederek birçok şey başardık. On yıl geçse de üzüntüsü dünkü gibi yeni, özlemi sanki yüz yıl geçmiş gibi çok…
Tüm sporları merakla takip eden, hepsinde bilgi sahibi, bir olimpiyat aşığı, ‘Spor Seyrederken’ isimli blogu ile gazetemizdeki köşenin isim babası Alp Alkaş, olduğun yerde rahat uyu kardeşlik…