Uzun süreden beri yaşamını Los Angeles´te sürdüren Alper Nakri, kendi kurduğu tasarım stüdyosu AN Concept´de, modern tarzda aydınlatma heykelleri tasarlıyor. Atölyesinde malzemenin kendisine verdiği ilhamla tasarladığı özgün üretimleri dokunulabilir sanat olarak adlandırıyor. Aynı zamanda sinema ve televizyon sektöründe ilk mesleği olan görüntü yönetmenliğine de devam eden Alper ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Tasarım işine başladığınızdan beri neler yaptınız?
Çocukluk yıllarımı Büyükada’daki yazlık evimizde, mahalle marangozunun artık tahtalarından kılıç, tren gibi oyuncaklar yaparak geçirdim. Küçük yaşlardan beri, kaderimin 'yaratmak' olduğu belliydi. Görsel tasarımcı eğitimimi tamamladıktan sonra National Geographic ve Discovery Channel gibi müşterilerin global projelerinde çalıştım. History Channel için yaptığım bir çalışmayla Emmy Ödülü’ne aday gösterildim. ‘Bugün Günlerden Yarın’ tarafından 'Rol modeli ve ilham verici lider' seçildim ve 800 üniversite öğrencisi karşısında bir motivasyon konuşması yaptım. Adobe Creative Jam'de ekibiyle birlikte 'En İyi Hareketli Grafik Ödülü'nü aldım. Yakın zamanda Amerikan İç Mimarlar Odasının 'En İyi Yenilikçi Aydınlatma Tasarımı Ödülü'yle onurlandırıldım. Sinema, televizyon kariyerimin yanında, ellerimle yaratmak en büyük tutkum. Benim için, yarattığım ürüne ellerimle şekil vermek eşsiz bir tatmin duygusu. ANConcept Los Angeles stüdyom, el yapımı, kendine özgü heykelsel aydınlatma ürünleri serisinden oluşuyor. 2015’te Elle Dekorasyon Dergisi beni 'Geleceği şekillendiren on tasarımcıdan biri' olarak lanse etti. Ama bütün bunlar, benim için çok da önemli değil. Ben sadece yaşamı tecrübe ediyorum...
“Ürettiğim eserlerde iki mesleğimi bir araya getirmeye çalışıyorum” demişsiniz. Bu cümleyi açar mısınız?
Ürettiğim eserlerde genelde iki mesleğimi bir araya getirmeye çalışıyorum, evet. Tasarımlarım bir araya geldiğinde görsel bir hikâye anlatmaları benim için çok önemli. Başka bir deyişle, insanların tasarımlarım hakkında düşüneceği, materyali merak edeceği ve baktıkça bir şeyler hissedeceği koleksiyon parçalarına çevirmeyi amaçlıyorum. Un/ Raw serisinin 165 cm’lik dikey bir ekranda gösterdiğim videosunda da önce sadeleştirilmiş bir insanlık tarihçesi ile başlıyoruz hikâyeye. Daha sonra, özel teknikler, kameralar ve lensler kullanarak eserlerin içinden ve üstlerinden çektiğim görüntülerle soyut bir hikâye anlatıyorum. Örneğin tarihçeden sonra, ekrana gelen ilk görüntüde bir su damlasının bir ses dalgası eşliğinde, pirinç lambanın üzerinde hareket edişini, yüksek kare çeken bir kamera sayesinde izleyebiliyoruz. (Videoya linkte ulaşabilirsiniz https://www.anconcept.com/unraw)
Emmy Ödülü’ne aday oldunuz. Yarattığınız hangi eser adaylığı getirdi?
Benim iki yanım var. Birincisi, anlattığım gibi tasarım stüdyom var, orada fiziksel objeler tasarlıyorum. Bir de diğer mesleğim olan TV ve filmlerde görüntü yönetmeliği, özel çekim ve görseller, hareketli grafik, tasarladığım yönüm var. (www.alpernakri.com’dan görülebilir) Emmy adaylığımı da History Channel için yaptığımız ‘The Ultimate Guide To The Presidents’ isimli belgesel ile ‘En iyi Grafik Design ve Sanat Yönetmenliği’ kategorisinde aldım. Kırmızı halı ve ödül törenine katıldık o sene, ne yazık ki kazanmadık ama kendi dalımda adaylık bile onur vericiydi.
Kendi markanız nasıl doğdu?
Uzun yıllar TV kanalları için çekimler yaptım. Discovery Channel,
History Channel ve Netflix’in programları için hareketli grafikler oluşturdum. Emmy’ye aday bile oldum bu süreçte. Ama yine de bir şeyler eksikti…
Ekranlar karşısında (yani iki boyutlu dünyada) epey zaman geçirdikten sonra, asıl yapmak istediğimin insanların dokunabileceği ve hissedebileceği, günlük yaşamlarını ve çevrelerini iyi bir şekilde değiştirebilecek güce sahip, gerçek nesneler tasarlamak olduğunu fark ettim. Bir şeyleri 'satın almak' yerine 'yapma' yeteneğimi keşfetmek, vizyonumu değiştirdi ve giderek bana daha fazla ilham verdi. Aydınlatma tasarımına olan ilgim, güzel hazırlanmış aydınlatma armatürlerine baktığımda hissettiğim tatminden biraz daha fazla. Beni asıl etkileyen, farklı ortamlarda insanların ruh hallerini değiştirmek için kullanabileceğiniz en güçlü̈ araçlardan birinin aydınlatma olması; kendilerini iyi, rahatsız, meraklı veya heyecanlı hissetmelerini sağlayabilirsiniz. Sadece aydınlatma ile onların algılarını değiştirebilir, aynı yeri çok daha kaliteli, daha sıcak veya daha sakin hissettirebilirsiniz ve bu çok güzel bir duygu.
Ekibim benden ve benden oluşuyor; bu da her şeyi daha kolay üretmemi sağlıyor. Hayal ediyorum, çiziyorum ve inşa ediyorum. Ahşap işlemeden, metale, elektrik bileşenleri ile kendim öğrenerek uğraşıyorum. İlgimi çeken malzemeleri topluyorum. Konsepti oluştururken her şeyi kendim yapıyorum. Bu bana tam bir özgürlük veriyor. Tarzımı ve karakterimi ifade edebiliyorum.
İlham, zanaat ve uzun vadede gelecek için planlarınız nedir?
Çocukluğumun geçtiği; bir zamanlar Bizans İmparatorluğu döneminde sürgün ve idam yeri olan Büyükada, 18. yüzyılın sonlarında Rumlar, Yahudiler ve Ermeniler tarafından bir yazlık sığınağı olarak yeniden keşfedildi. 20. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşüyle birlikte, yerin kültürel dokusu daha eklektik hale geldi ve mimari unsurlar, Müslüman ve modern Batı geleneklerinden gelen el sanatlarını da içeriyordu. Böylesine alacalı bir ortamın parçası olmak, ait olduğum Yahudi cemaatinden ilham alırken, yeniliği ve özgünlüğü keşfetmem için beni cesaretlendirdi. Büyürken, sanat ve zanaatın çeşitli kökenlerden, dinlerden ve dillerden insanları nasıl bir araya getirdiğini gözlemleme fırsatı buldum. Bu nedenle, işimin geleneksel zanaat yönünün köklerinin kişisel tarihimde olduğunu söyleyebilirim - zanaatkârlığın topluluk oluşturma yönüne güçlü bir şekilde bağlı bir miras.
Zanaatı birden fazla aidiyetin ifadesi olarak görüyorum: tarihlere, geleneklere, mekânlara, nesnelere ve hikâyelere. Zanaat konusundaki yaklaşımım, iki katlı bir tarihe atıfta bulunan bir bükülme ile kavramsaldır: kişisel olarak bağlantı kurduğum malzemenin hikâyesi ve onun azmine yol açan tarih.
Adadaki mahalle marangozunun arka bahçesinden topladığım hurda ahşapları kullanarak yaptığım ilk işler, onun atölyesini uzun saatler boyunca gözlemleyerek ortaya çıktı. Uygulamamı ve tasarım sürecimi bu erken dönem gözlemsel eğitimden birçok unsuru ödünç almak olarak görüyorum. Bir grup hevesli ve yenilikçi zanaatkârı bir araya getirebileceğim ve onlarla fikir alışverişinde bulunabileceğim atölyemi Los Angeles'ta açmayı dört gözle bekliyorum. Başka bir deyişle, bireysel pratiğim, mirası aktarmanın bu geleneksel yolunu, yani dayanışma ve kolektivite yoluyla genişleyebilecek bir yaratıcılık arşivini yeniden canlandırmak gibi uzun vadeli bir hedefi var.
Tasarım sürecinde dijital tekniklerden faydalanır mısınız?
Hayır, belirli bir rutinim var. Malzemenin kendisiyle başlıyor tasarım süreci. Malzemenin mevcut sınırlarıyla oynamayı seviyorum, kendimi buna zorluyorum, bundan yaratıcı olarak en iyi şekilde yararlanıyorum. Sayfalarca eskiz çizmiyorum, 3D yazılımda tasarımlar yapmam, sadece gözlerimi kapatıyorum, hayal ediyorum ve aslında hayal ettiğim şeyi hayata geçiriyorum. Kendiliğindenlik benim dürtümdür ve yaratıcılığımı tetikleyen temel nitelik. Yapım sürecinde küçük kazalar, eserleri harika sürprizlere dönüştürebiliyor ve bu beni çok heyecanlandırıyor.
Nelerden ilham alırsınız?
Hayattan, bulunduğum yerden, geçtiğim sokaklardan... İyi bir gezici ve çok iyi bir gözlemciyim. Bulunduğum ülkeler, yerler ve küçük detaylardan ilham alırım ama işin sonunda kendi içimden çıkar. Beni sonuca götüren, üretirken yaptığım yolcuktur.
Sinema, televizyon endüstrisinde çalışmam ve doğuştan gelen merakım sayesinde, doğayı kendime özgü estetik merceğinden irdelerim. Dünyayı dolaştığım seyahatlerimdeki meraklı keşiflerimden ve işlevselliği geliştirmenin geleneksel yöntemleri ile teknolojik tasarımın örtüştüğü yerden ilham alırım.
İstanbul’daki son serginizden bahseder misiniz? Nasıl geçti?
‘Deka+2 / Türkiye’de Tasarımın 10+2 Yılı’, isminden de anlaşılacağı üzere, on ve artı iki yıllık bir dönemi kapsayan çağdaş ürün tasarımları, sunuldu. 2022 yılından geriye doğru, yani 2010 yılından itibaren üretilmiş tüm ürün tasarımları taranarak oluşturulan bu sergide, +2 yıl, küresel salgın etkisinde kalmış bir iki yılı temsil ediyor.
Bunca iyi tasarımcı ve mimarla ayni sergide olmak benim için çok onur verici.
Sergi, kasım ayının 10’unda sona erdi. Ziyaretçiler, benim aydınlatma heykellerimi hikâyeleri ile tecrübe edebildiler. Bu arada serginin olduğu mekân da çok ilginç: 500 yıllık bir kervansaray, Karaköy’de Kurşunlu Han’da. Alt katında, hâlâ cıvatacılar, yay çekenler, kauçukçular var. Üst katında ise, Arthan Galeri, bizim sergimiz ve birçok güzel sanatçının atölyeleri var.
Yakın gelecek için planlarınız neler?
Bir Design/ Tasarım Festivali için yeni tasarladığım işin enstalasyonu ile meşgulüm: ‘Benimle Yukarıdaki Ormanda Buluş /Meet Me in the Woods Above.’ 90 yıllık bir Kaliforniya ağacının gövdesinden bir parçayı yine kendi tasarımım olan pirinç bir lamba ile birleştirerek başımızın üstünde asılı duran asimetrik bir tasarım oluşturdum. Eser, uzun ömürlü olmasıyla bilinen bir LED lambayı ve ağacın doksan yılda sonlanan ömrünün kalıntılarını bir araya getirerek, ‘zamanın genleşmesi’ ilkesine gönderme yapıyor. (Teaser videosu https://vimeo.com/459636263)
Bir de gelecek sene olacak Burningman için yeni sanat enstalasyonu üzerinde çalışıyorum.