Uzun zamandır yağmur yağmıyor. Gökyüzü yaz ayları gibi bulutsuz. Oysa Kasım’ı ortaladık. Toprağa atılan tohumlar can suyunu ancak havadaki nemin toprağa dokunuşundan almak zorunda. Takvime bakıyorum, önümüzdeki haftalarda yağmurdan değil yağmur ihtimalinden bahsediyor. Yağar mı, belli değil. Süre uzadıkça yağmuru unutuyoruz, onun nasıl yağdığını, ağaçların, saçakların üstünden nasıl aktığını, kaçışan insanları, şemsiyeleri, ıslanmayı. Yağmur rahmetin kaynağıyken dünyanın bu kuruluğunda hayatın da tıpkı otlar, çiçekler, ağaçlar gibi adım adım solduğunu hissediyoruz.
Yağmuru her zaman sevdim. Ağır ağır yağan yağmurda acelesiz, telaşsız incecik damlaların altında ıslanmaktan insana yaşadığını hissettiren bir hoşnutluk duydum. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurları ise bir camın ardından seyretmek, dünyanın bu en eski tabiat ayinlerinden birine şahit olmanın ürpertisini sunardı her zaman. Toprak ıslanır, kabarır, yol yol sular akmaya başlar, alçak yerler küçük dereciklere dönüşür, evler, sokaklar, caddeler her şey sadece yağmurun şahitliğine durur. Dünyanın nabzı coşku dolu yağmurun ritminde atmaya başlar.
Yağmurun yağdığı vakit önemlidir, mekân önemlidir, sizin nerede olduğunuz önemlidir. Gündüz yağan yağmurlar daha gerçek, daha bu dünyalı, daha kavranabilir bir duygu iklimi doğururken gece yağanlar gizemli, ürpertici, masalımsı bir atmosferin kapısını açarlar. Geceleri ışıkları söndürülmüş bir odadan şehrin üstüne yağan yağmuru seyredenler, insanlığın ortak tarihinde çok eskilerden bulanık hatıralara dokunan bir yan olduğunu bilirler. Gece yarılarında uykuya varmaya çalışanlar damlaların sesinde ifşa olan şehrin anlatılarına kulak verirler ve yorgan kadar yumuşak yağmurun sesine sarınarak bir düşten diğerine geçerler.
Yoldaysanız, dağlara ovalara yağan yağmurda insanlara dair her türlü sınırı aşan ve onları enginler ufuklar kadar geniş şekilde kucaklayan bir mistik hatırlatma görürsünüz. Bir otomobilin hızla çalışan silecekleri bir an geçmişte at arabalarıyla yağmur altında yapılan yolculukları hatırlatabilir. Tabiattan yalıtılmamış, onun bir parçası olarak yapılan yolculuklara ait zamanın ürpertisini silecekler sizin az ötenizde bırakır, ancak bilirsiniz ki insan kardeşleriniz böyle yağmurların altında kendileri, atları sırılsıklam ne yolculuklar yapmışlardı kim bilir?
Düşünün, ormandasınız, yağmur ağaçlara, dallara, yapraklara yağıyor, her yerden damlalarla ormanın buluşmasına ait sesleri duyuyorsunuz, sonsuz ve derin bir ıslaklık dünya ile sizi kucaklıyor, biliyorsunuz ki siz tabiattan kopartılmış insanlık hikâyesinin geri dönüşüne dair bir anı olarak buradasınız, herkesin adına dalları, yaprakları, suları saçlarınız, gözünüz, kirpiğiniz, buğulanmış nefesinizle kucaklıyorsunuz. Eski çok eski zamanlarla sizin aranızdaki muazzam asırlar ormanda, bu yağmurun altında anlamını yitiriyor, medeniyetten çok uzak bir anda deja vu duygusuyla genlerinize kazınmış atalarınızın yağmurlara dair hatıralarına dokunuyorsunuz.
Kimin yağmurla ilgili yaşanmış ama dile getirilmemiş, paylaşılmamış, sadece her yağmurda bir kez daha tazelenmemiş anıları yoktur ki? Sadece kendi anılarımız değil, insanlığın trajik anılarını da sanki kendimiz yaşamış gibi hayal edebilir, bir zaman ve mekân mesafesinden oradaki insan kardeşlerimizin yağmura karışmış duyarlılıklarına şahit olabiliriz. Mesela altı yıl sürmüş II. Dünya Savaşı’nda elli milyon insan hayatını kaybetmişti; savaş meydanlarında, harabeye dönmüş şehirlerde, ormanlarda, ovalarda neler olup bittiğine aldırış etmeksizin, milyon yıllık bir alışkanlıkla yağmur yağarken onun altında hayatını kaybetmiş insanların kanlı bedenlerine yağan yağmurları hayal edebiliriz.
Evet, insan kanı ve yağmur.
Mesela toplama kamplarında, gettolarda sefalete, perişanlığa mahkûm edilip yokluk ve yoksulluğun dip noktasında artık insanlıkları da teslim alınmak istenen mazlum ve mağdurların üstüne yağan yağmurları düşünebiliriz. Soğuğa, kara, yağmura karşı sarındıkları paçavralarla bir nebze olsun kendini korumaya çalışan donuk bakışlı insanların üstüne yağan yağmurda yürek burkan aslında yağmur değil, onun daha da açığa çıkarttığı insana dair bir acımasızlıktır. Varşova gettosuna bir İtalyan subayı olarak yanında Alman bir muhafızla giren Malaparte’ye kulak verelim: “Sessizlik hafifti, saydamdı, havada yüzüyordu sanki ve o sessizliğin derininde, karın üstünde diş gıcırdatmayı andıran binlerce adımın çıtırtısı işitiliyordu. İtalyan subayı üniformamdan meraklanan kalabalık sakallı yüzünü kaldırıyor, soğuktan, ateşten, açlıktan kızarmış çipil çipil gözlerini üzerime dikiyordu; kirpikler arasında gözyaşları pırıldıyor, kirli sakalların arasına akıyordu. İtiş kakış içinde birisine çarpacak olursam ‘Prosze pana’ diyerek özür diliyordum, adam başını kaldırıyor, yüzüme şaşkınlıkla inanmadan bakıyordu. Ben gülümsüyor, ‘prosze pana’ diye yineliyordum, çünkü biliyordum ki nezaketim onlar için olağanüstü bir şeydi, 2,5 yıl sürmüş bunalım ve hayvanca tutsaklıktan sonra bir düşman subayının Varşova Gettosundaki zavallı bir Yahudi’ye nazikçe ‘Prosze pana’ dediği bu ilk kezdi.” (Curzio Malaparte, Kaputt, s.138-39, Can Y. İstanbul 2014) Yağmur nerede diyebilirsiniz, belki zalimlik karşısında bir kişinin gözlerindeki yaşlar gözyaşıdır, ancak yüz binler aynı kaderi paylaştığında o gözyaşları yağmur olur, toprağa karışır, sonra kendine ilişkin unutulmaz bir dokunuş olarak asırlar boyunca kuşakların üstüne yağar durur. Bir gün yağmura ellerinizi açtığınızda göller, denizler, ırmaklar kadar mazlumların gözyaşlarından da bir parçanın avuçlarınıza dolduğunu teninizde değil doğrudan yüreğinizde hissedebilirsiniz.
Görüyorsunuz, yağmur sadece yağmur değildir, aynı zamanda politik bir durumdur. Onu politik yapan insana dokunan yanı, insanın şahitliğidir. İnsanlık tarihinde nice zalimliğin kanlı icrasında yağmur da kurbanların, mağdurların anılarını sular sellerle birlikte toprağa karışıp yeniden ve yeniden bir emanet olarak gelecek asırlara taşımıştır. Öyle anlaşılıyor ki, insanın kıyıcılığına karşı evrensel bir insani duruşun politik tahkimatı mağdurların gözyaşlarına ve kanlarına karışmış olan yağmurları da artık bu yükten kurtaracak, eski anılar toprağın derinine daha derinine insanlığın zalimliğiyle birlikte gömülecektir. Naif bir temenni mi? Kim bilir? İnanmak ve yeni yağmurları beklerken onda yazılı olan insanlığın yeryüzündeki macerasını daha iyi kılmak için çaba göstermek, en azından bu uğurda dökülen teri kurbanların gözyaşlarının yanına yağmura katmakta onurlu bir yan var. Evet, en azından, o naif temennileri gerçek kılmak için insanın bir duruşu olmalı değil midir?
Güzel yağmurlar yağsın ülkemize, dünyanın bütün ülkelerine, topraklarına, dağlarına, insanlarına… Yağmur sadece rahmetin ve bereketin hatırlatıcısı olsun… İşte bu Kasım ayında, yağmuru beklerken dileğimiz budur!