Rusya´nın Ukrayna ile olan savaşı geçtiğimiz ay sonunda yeni bir dönemece girerken, Putin´in ülkesini idare şekli giderek, arkasında 20 milyon ölü bırakan Stalin´inkine benziyor.
2003 yılından bu yana Rusya’da faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşu statüsündeki Levada Araştırmalar Merkezinin yaptığı değişik anketler, 2016’dan bu yana geçen süre içinde Stalin’in “büyük lider” algısının yüzde 28’den yüzde 56’ya çıktığı sonucuna varmış durumda. Benzer şekilde, aynı kanıda olmayanların sayısı da yüzde 23’den yüzde 14’e düşmüş vaziyette.
Kırım’ın Ukrayna’dan koparılmasını ve Rus toprağı kabul edilmesini takip eden yıllar Josef Stalin’i mitleştirmiş, ulusal bayramlarda sistem onu yeniden baş tacı etmiş. Hatta bu durum Stalin ile Putin arasında çekişmeye benzer bir hal olarak algılanabilecek duruma gelmiş. Ancak esas itibarı ile Stalin’in demir yumruk motifi, günümüzde onun adımlarını takip ettiği gittikçe ortaya çıkan Putin’in elini güçlendirmekte, ona ‘doğru yolda’ olduğunun teyidini sağlamakta.
Putin’in Ukrayna savaşına giden süreçte sergilediği tavır Stalin’in iktidarının son beş senesindeki ile benzer nitelikte. Stalin, Sovyetlerin zaferi ile sonuçlanan II. Dünya Savaşının sonunda, yirmi yıldan fazla bir süredir iktidardadır. Bu tarihten 1953 yılındaki ölümüne kadar geçen sürede, rejimini her gün daha totaliter kılmış, kamuoyuna sıfır toleransla yaklaşan, iç çevresindekiler dahil kimseye güvenmeyen, şüpheci, kibirli, kabalaşmaktan çekinmeyen, obsesif davranışlar sergileyen biri olmuştu.
Putin de ondan daha geride kalmamış gibi görünüyor. Yasaları aldatmak yoluyla başbakanlık yaptığı dört yıllık dönemi de sayarsak, o da yirmi yıldan fazladır erki elinde tutuyor. 2018’de başlayan son döneminde, muhaliflerine göz açtırmayan, onları ortadan kaldıran, kamuoyunu baskılayan, başkanlık süresini uzatacak şekilde anayasaya ile oynayan bir profili var. Buna bir de Ukrayna’ya yönelttiği ve kişiselleştirdiği savaşı da katmak gerek. Ve savaş için halkını seferberliğe çağırması var, atlanmaması gereken. Gün geçtikçe, ‘tek adam’ kültünden ‘tek adam için feda olma’ kültüne dönüşen bir rejimin egemen olması söz konusu Rusya’da. Bunun diğer özellikleri, emperyalist, milliyetçi, ırkçı, eleminasyonist olması, lideri kutsaması.
GÖZ ARDI EDİLEMEYECEK BENZERLİKLER
Putin ile Stalin arasındaki bariz benzerliklerden biri karar alma yönteminin tepe kişisinden aşağı yayılması. Danışmanların, yardımcıların bu süreçte hemen hiç katkıları yoktur. Bu durumun politbüro kararları uyarınca yönetilen Kruşçev, hatta Brejnev dönemlerinden de geride olduğunu teslim etmek gerekir. Stalin’in konuşmalarında birinci çoğul şahsı temel alırken, Putin’in birinci tekil şahsı öncelemesini de unutmamak gerekir. Ekim ayında verdiği bir mülakatta, Ukrayna işgal planıyla ilgili herhangi bir pişmanlık duyup duymadığı sorulduğunda, “Doğru zamanda doğru adımlar attım” şeklinde yanıt vermesi liderin sorgulanmaktan uzak olduğuna ve bunu normalleştirdiğine işaret eder.
Stalin’in son yıllarında yaptığı şekilde Putin de Rus elitini, onları korku ile terbiye ederek tamamen ele geçirmiş durumda. Çevresindekiler Putin’den çekindiklerinden çok birbirlerinden korkmakta, atacakları yanlış bir adımın kendilerine çıkaracak maliyeti hesap edemez durumda, debelenmekteler.
Soğuk, hissiz, kimseyle kaynaşmayan bir karakter haline gelmiştir Vladimir Putin. Kiev’e karşı giriştiği savaş öncesi, Batılı devlet insanlarını aşağılayıcı bir şekilde, uzun bir masanın kendisine göre karşı ucunda oturtması, varlıklarını yok sayacak görüntüler vermesi hafızalardadır… Tıpkı Stalin gibi o da vaktinin önemli kısmını yazlık sarayında, Moskova’dan uzakta geçirmekte, erişilmesi mümkün olmayan bir kişilik profili çizmektedir.
SORUNLARIN ASKERİ YOLLARLA ÇÖZÜLMESİ
Sorunların var edilmesi ve onların askeri yollarla çözülmesi de benzerdir her iki liderde… Büyük savaş öncesinde Stalin’in Finlandiya’yı tehdit etmesi ve sonrasında bu coğrafyada hak iddia ederek saldırmasını akıldan çıkartmamak lazım. Son Çar II. Nikola’nın Japonlara karşı giriştiği ve Rusya’nın hezimete uğradığı 1905 Rus – Japon Savaşından ders çıkartmayan Stalin, Hitler ile olan saldırmazlık paktından da güç alarak, Fin topraklarına saldırdığında tarihler Kasım 1939’u gösteriyordu. Stalin’e göre bu bir savunma durumu idi. Tehlikeli gördüğü Finlerle arasında bir tampon bölge yaratma gereği diplomatik yollardan çözülemeyecek bir durumdu kavgacı karakterli Stalin için. Neticede sulh yoluyla gasp edemediği topraklarda savaş yoluyla hak iddia ediyordu.
Putin’in Ukrayna toprakları, Ukrayna ulusu, Ukrayna yönetimi hakkında söyledikleri, çizdiği tablo da, Moskova’nın Kiev’e karşı giriştiği işgali haklı çıkartacak öğelerle doluydu. Stalin, Finlandiya’ya saldırdığında Hitler’in orta Avrupa’da giriştiği ‘ülke yutma’ adımlarına çıkmayan seslerden güç almıştı şüphesiz. Gelin görün ki Finlandiya’da yaşananlar ne Avusturya, Çekoslovakya ne de Polonya örneğine benzedi. Kızıl Ordu, Eylül 1939 ortasından itibaren, 1919 Paris Barış Görüşmeleri çerçevesinde şekillenen Polonya ülkesini - ki Ukrayna’nın batısı da buna dahildi - kısa zamanda işgal edip Nazilerle mutabık kalınan paylaşımı gerçekleştirirken, Finlandiya tarafında şiddetli bir direnişle karşılaşacaktı.
Benzer şekilde, Putin de erki elinde tuttuğundan bu yana Çeçenistan’da, Gürcistan’da giriştiği askeri işgal süreçlerinin bir benzerini, yine kendisini haklı çıkartacak motiflerle süsleyerek gerçekleştirdiğini görüyoruz. Devletler topluluğunun daha önce sessiz kalması, ya da yeteri kadar kararlı ses çıkartmamış olması, kendisine cesaret vermiş olsa gerekir. Ukrayna’yı kısa zamanda ele geçirip Belarus modeli Moskofil bir yönetim tesis etme fikri, gelin görün ki, pahası fazla da olsa, kayalıklara çarpıp yerle bir olmuş durumda.
Sınırlar ötesinde Rus sempatizanı unsurların yaşadığını ve onların ana ülke ile birleşme sevdalısı oldukları fikri, hem Stalin – Fin hem de Putin – Ukrayna örneğine çalışmıştır. Tıpkı Hitler’in Almanca konuşan unsurları tek bayrak altında toplama fikri gibi bir yoldur bu. Karşısına dikilene aman vermemek üzerine inşa edilmiş, düşmanlaştırılan halkların yaşam hakkını saymayan bir gidiştir. Ülkesini Stalin’ce yönetmeye soyunmuş Putin, Ukraynalıların Rus birliklerini ellerinde çiçeklerle ‘kurtarıcı’ olarak karşılayacaklarını sandı. Yanıldı. Stalin de Fin proleteryasının kapıları Sovyet fikrine açacağını sanmıştı. O da yanılmıştı.
Carnegie Uluslararası Barış Vakfından Rusya uzmanı Andrei Kolesnikov’un geçtiğimiz haftalarda Foreign Affairs dergisinde çıkan makalesinde yazdığı gibi:
“Stalin gibi Putin de dünyanın etki alanlarına bölünmüş olduğunu düşünüyor, dahası, arzu ettiği coğrafyaların üzerine birer çarpı atarak oralarda hak iddia edebileceğini sanıyor. Aynı zamanda Rusya’nın yabancı kaynaklara ihtiyacı olmadığını, kendi dinamikleri ile serpilebileceği kanısını taşıyor. Siyasi izolasyon ve ekonomik yeterlilik üzerine bina ettiği bir görüşe sahip Putin. Aynı zamanda Stalin’in emperyal milliyetçi görüşlerini de paylaşıyor.”
Stalin için bu bir tezat olabilirdi, ama Putin için değil. Neticede Marks – Lenin çizgisinde kendini bulan Stalin’in gerektiğinde milliyet kartını kullanması beklenir miydi? Bu kartı kullanmamak için Holokost’u inkar etmeye dek gidecek birinin, gerektiğinde retoriğini nasıl değiştirdiği izlenmiştir.
1941 Haziran’ında ülkesi Nazi orduları tarafından işgale başlandığında, uzun bir sessizlikten sonra yaptığı konuşmaya, usule göre “Yoldaşlar” diye başlaması beklenirken, “Kardeşlerim” diye başlaması, gerektiğinde gençlik ideallerinden uzaklara savrulabileceğini gösterir. Savaş sonrası, Mayıs 1945’te gerçekleştirdiği zafer konuşmasında, Sovyetleri oluşturan tüm halkları değil yalnızca Rusları onurlandırması, geri kalan tüm savaşan unsurları yok sayması da bundandır, diye düşünürüm.
Putin de Stalin’in yaptığı gibi Rus ulusuna, Rus onuruna seslenecektir. Rus tarihinden örnekler verecek, sık sık Rus değerlerine atıfta bulunacaktır. Bu strateji Putinizmin son yıllarda vardığı son noktadır ve Kolesnikov’a göre, büyük güç şovenizmi olarak adlandırılabilir…