Osmanlı’nın son dönemlerinde muhabirlikle köşe yazarlığına başlayan Suat Derviş (1902-1972), Cumhuriyet Türkiye’sinin de önemli gazetecilerinden, eserleri pek çok dile çevrilen üretken ve öncü kadın yazarlarındandır.
Derviş, sağlam bir eğitimin ardından mesleğine Almanya’da gazete ve dergilerde başlar, 1932’de Türkiye’ye döndüğünde çok sayıda röportajları, hikayeleri, romanları yayınlanır.
Reşat Fuat Baraner’le birlikte Türkiye’nin ilk toplumsal gerçekçi yayınlarından Yeni Edebiyat Dergisi’ni çıkaran Derviş, birçokları ağzını açmaktan, kalemini oynatmaktan korkarken ömrünün sonuna kadar faşizmin karşısında durmuş, güçlü bir kadındır.
1944 tutuklamaları sırasında dokuz yıl hapis cezasına çarptırılan dördüncü (ve son) eşi Baraner’i sakladığı ve TKP’ye katıldığı gerekçesiyle sekiz ay hapis yatan Derviş, yazarlığı 1953-61 arasında Fransa’da sürdürür, Türkiye’ye 1961’de Baraner tahliye edilince döner. 1968’de eşini, 1970’te çok sevdiği ablası Hamiyet’i kaybetmesine karşın, roman yazmaya ve siyasal eylemlere katılmaya devam eder; olaylı 1970’lerde evini korkusuzca ‘solcu’ gençlere açar.
Suat Derviş yaşlandıkça yalnızlaşır, unutulmaya başlar, 1972’de kaldırıldığı hastanede yalnız başına ölür.
Toplumsal hayatın dışına itilmiş bir insanın, sokaklarda yaşayan bir fahişenin yaşamına odaklanan, Beyoğlu’ndan Galata’ya, Tarlabaşı’ndan Dolmabahçe’ye 1940’ların İstanbul’unun ve çok sayıda yan karakterle dönemin insanlarının ustalıkla anlatıldığı romanı ‘Fosforlu Cevriye’ 1944-45 yıllarında tefrika edilir, 1968’de basılır.
Derviş,Fosforlu Cevriye’nin müzikal olarak uyarlanarak Şehir Tiyatrolarında sahnelenmesini, başrolünde, Haldun Taner vasıtasıyla tanıştığı genç Gülriz Sururi’nin oynamasını istemişti.
Gerçekleşemeyen bu arzuyu vasiyet kabul eden Sururi, yıllar sonra romanı orijinal metnine sadık olarak oyunlaştırmış, 2008’de Devlet Tiyatrosunda Atilla Özdemiroğlu’nun besteleriyle müzikal olarak yönetmişti.
Konuyu, güzelim sesi ve kusursuz diksiyonu anılarımızdan hiç silinmeyecek olan sevgili Gülriz Sururi’den dinleyelim:
“Fosforlu Cevriye sokak kızı. Hem de çekirdekten. Çünkü anne yok, baba yok. Galata Köprüsü’nde doğmuş. Çok zeki bir kız, espriyle karışık ‘Ben herhalde gökten yıldızlardan düştüm’ diyor ve buna inanmak istiyor. Bir de yıldız seçmiş kendine. Olay 40’ların başında geçtiği için fosfor modası yaşanıyor ve Cevriye’de fosfor ışıltısı olduğu varsayılarak fosforlu denmiş. Bir yangın yeri orospusu. Kare asları dediğim dört arkadaşı var; Top Melahat, Güllü, Fıstık Cemile ve Çatlak Marika. Karnını doyurmak için erkeklerle yatması gerektiğini öğrenmiş. Çünkü başka bir şey bilmiyor, öğrenmemiş. Böyle bir hayatın içinde gayet mesut bir kız. Sonra bir gün bir adamla karşılaşıyor. O mahallenin kenarından geçmeyecek, entelektüel bir adam ve kaçak. Onunla yatmak istemeyen ilk adam. Kendisine ilk defa ‘siz’ diyen bir adam. Bütün dünyası değişiyor. Başka bir dünya olduğunu görüyor ve o, Cevriye’nin kırılma noktası oluyor.”
İBBŞT bu sezon, Gürliz Süruri'nin uyarladığı, müziklerini Oğuzhan Balcı'nın bestelediği ‘Fosforlu Cevriye’yi Hakan Elbir yönetimindeki orkestra eşliğinde müzikal olarak sahneliyor.
Yelda Baskın’ın yönettiği, dekor tasarımını Barış Dinçel’in, kostüm tasarımını Tomris Kuzu’nun, ışık tasarımını Kemal Yiğitcan’ın, koreografiyi Maral Ceranoğlu’nun üstlendiği Fosforlu Cevriye, 18 oyuncunun, dur durak bilmez bir tempoyla uçurduğu, şarkılarının ustalıkla söylendiği, dansların çok başarılı olduğu etkileyici bir ekip çalışması. İstisnasız her karakterin çok iyi yorumlandığı, oyuncuların büyük çoğunluğunun birden fazla kişiliği canlandırdığı oyun boyunca sahnede olan, güzelliği, ustalıklı beden dili, müzikale elverişli sesiyle Irmak Örnek müthiş bir ‘Fosforlu’ yorumluyor. Tuğrul Arsever’in Barba’sı, üstlendikleri karakterlerin yanında, Yedi Bela Güllü’süyle Yağmur Damcıoğlu, Çatlak Marika’sıyla Ceren Zeynep Gedikali, Top Melahat’iyle Nur Saçbüker, Fıstık Cemile’siyle Ceysu Aygen çok başarılı.
İyi sahnelenmiş, iyi oynanmış, müzikal sıfatını gerçekten hak eden dört dörtlük bir büyük prodüksiyon.
20 Kasım, 1, 2,03 Aralık Ümraniye Sahnesi ve sezon boyunca İBBŞT’de.
Dışlanmışların içlendiği kentte geçen tuhaf bir hikaye
‘Çemberin Anası’
“Ben küçükken, bir gün, sokaklarda sürtüyorum öyle, birkaç çocuk gördüm, benden biraz büyük. Yavru bir köpeği ortalarına almışlar, sopalarla dürtüyorlar, köpekçik ağladıkça onlar gülüyorlar. Anlamadım da neden gülüyorlar, neden yapıyorlar bunu. ‘Neden yapıyorsunuz?’ diye sordum, ‘Yapabildiğimiz için’ dedi biri bana. ‘Yapabildiğimiz için.’ Bu canına yandığımın dünyası böyle işte.”
Lisansını bestecilik, yüksek lisansını reji üzerine yapan Burçak Çöllü, çok sayıda oyuna beste, onlarcasında müzik direktörlüğü ve eşlikçilik yaptı. 2018’de yazıp yönettiği, müzisyen/oyuncu olarak katıldığı, sezonun en iyi oyunlarından, hâlâ başarıyla kumbaracı50’de sahnelenen ‘Nihayet Makamı’ ile oyun yazarı olarak çok başarılı olabileceğini kanıtlamıştı. Yazıp yönettiği, müziklerini bestelediği ‘Çemberin Anası’ ile bu başarının tesadüf olmadığı, genç tiyatromuzun yazar yönetmenleri arsında önde gelen bir yeri hak ettiği görülüyor.
MÖ 479'da Babil'in Pers Ordusuna teslim olduğu, Babil Kulesinin yıkıldığı günde geçen bu fantastik meselde, kendini kraliçe ilan eden Semiramis (Sevil Akı) kurduğu ve ‘Çember! adını verdiği yeraltı gettosunda neşeyle hüküm sürmektedir. Tebaası, isyankâr yankesici kızı Anunit (Ceyda Akel), Çember’in Semiramis’ten sonra en eski sakini, kraliçenin yakın arkadaşı ‘kendi gibi olmayı seçmiş’ eşcinsel şarkıcı Lilitu (Tolga İskit), Lilitu’nun ‘leş yiyen’ lakaplı bıçkın kiralık katil genç sevgilisi Tizkar (Meriç Rakalar) ve himayesine aldığı Babil’in tüm yenilmişlerinden ve susturulmuşlarından oluşmaktadır.
Semiramis, ‘belalısı’ Tanrı Marduk’un sırf ona kendini beğendirmek için Babil’in Asma Bahçelerini yaptırdığını, kapatması yapmak istediğini fark edince onu reddettiğini iddia eder. Semiramis’e gıcık olan Marduk, güvendiği, insan nefsi verdiği iki meleğini, Harut (Murat Kapu) ile Marut’u (Gülhan Kadim) yoldan çıkmışları yola sokmak amacıyla Çember’e yollar. Kraliçe onları hizmetkâr olarak kullanır.
Kurban Alayı’nda olay çıkarmak için yeryüzüne çıkan Anunit, saray kâtibinin oğlu Uşi (İbrahim Arıcı) peşine takıldığından hiçbir şey yapamadan döner; ondan hoşlanan Uşi de peşinden Çember’e girer. Anunit kızmış görünse de aslında Uşi’den hoşlanmaktadır. Semiramis, Kurban Alayından adaklık meyveler, ekmekler, şaraplar yürütmüş, tanrıya kurban edilmeye götürülen ‘bakireyi’ kaçırmıştır. Saraylıların Marduk için kızlarını feda ettikleri zamanlar çoktan tarihe karımıştır, tören için artık sahipsizler toplanmaktadır. Kurtarılan Zora (Ayşegül Uraz) da bakire değil, Kerhaneler Sokağında iş tutan bir fahişedir.
Marduk’un son kehanetine göre “Kutsal adak kutsal sunaktan çalındığında Babil yerle bir olacaktır.” Bu gece, Babil Kulesinin yıkılacağı gecedir.
Semiramis Çember’de saklanarak halkını ve ailesini koruyabileceğini düşünür ama, onun için esas tehlike fethedilecek Babil, yıkılacak kule değil, yüzleşmek zorunda olduğu günahlardır…
Sinem Öcalır’ın muhteşem kostümlerinin ve İsmail Sağır’ın başarılı ışık tasarımlarının desteğiyle, Cihan Aşar’ın ustalıkla yarattığı yeraltı şehrinde müthiş inandırıcı bir Çember dünyası var edilir. Çöllü, bu uçuk kaçık traji-komedinin farklı disiplinlerden gelen ekibini kusursuz bir takım oyunculuğuyla yönetir. Sevil Akı etkileyici bir Semiramis’tir. Ayşegül Uraz, edilgen fahişenin ilk fırsatta yolunu buluşunu ustaca yansıtır. İbrahim Arıcı ile Ceyda Akel sevilesi bir çift oluşturur. Murat Kapu ile Gülhan Kadim’in benzersiz Harut ve Marut’uyla Meriç Rakalar-Tolga İskit ikilisiyse kolay unutulur gibi değil.
Çöllü’nün İstanbul argosundan lübuncaya, ustalıkla kotardığı, bol küfürlü sokak dilinin tüm oyuncular tarafından büyük doğallıkla kullanılması müthiş başarılı.
Aykırı konusuyla şaşırtıcı, ama keyifle izlenen, çok iyi yazılmış, yönetilmiş, oynanmış, farklı bir tiyatro olayı. Mutlaka izlenmeli, 1, 2, 8, 9 Aralık ve sezon boyunca kumbaracı50’de.