12 Kasım’da Türkiye’nin en yaşlı insanlarından Nuriye Babat’ın hayatını kaybettiği gazetelerde bildirildi. Kimisine göre 113, kimisine göre 125 yaşında vefat eden Nuriye Babat, her iki durumda da ortalama ömür uzunluğundan (TÜİK’in 2022 verilerine göre kadınlarda 81,5 tüm nüfusta 75) ciddi derecede daha uzun yaşamış biri. Ortalama insandan çok daha uzun yaşamak bireysel bir istisna değil. Japonya’da ortalama ömür dünya ortalamasının oldukça üstünde ve Yunanistan’ın Kuşadası açıklarındaki İkariya Adasında ortalama ömür Japonya’dakinden dahi uzun. Özetle hayat uzunluğu muhtelif etkenlerden dolayı ciddi farklılıklar gösteriyor, yaşlılık nispeten ertelenebiliyor. Peki, hiç yaşlanmamak mümkün mü? Ya ölümsüzlük? İşin özünde, genel olarak hayal ettiğimiz ölümsüzlüğe ulaşabileceğimize dair bir bulgu henüz yok ama yaşlanmayı ertelemek mümkün! Ya da bir başka deyişle yaşlanmayı yavaşlatmak. Nasıl?
‘Nasıl’ı anlamak için önce genom (G), çevre (Ç) ve fenotip (F) konseptlerini anlamak lazım. Tüm hücreler ve onlardan oluşan çok hücreli canlılar çoğalabilmek ve hayatî ihtiyaçlarını karşılayabilmek için belirli enzimler üretmek zorunda. En basit tabiriyle bu enzimlerin üretimi için gerekli olan ve hücrede kayıtlı olan bilginin tamamına genom denir. Canlının etrafında olan her şey çevresidir. Canlının genom ve çevrenin etkileşiminden ortaya çıkan özelliklerine ise fenotip deriz. Mesela yaşlanmak bir fenotiptir. Bu fenotip bireyden bireye farklılık gösterir, çünkü bireylerin genomları birbirinden farklıdır. Ama bu farklılık sadece genomdan dolayı değil bulundukları çevrenin farklılığından ve onunla girdikleri etkileşimden dolayı da farklılık gösterir. Yani bireyden bireye farklılık gösteren bir özellik, bireyin bulunduğu koşullara göre birey özelinde çevrenin etkisi ile değişir. Biyologlar bu etkileşimi ‘G x Ç = F’ formülü ile ifade eder.
Yaşlanmayı etkileyebilecek iki temel bileşen olduğuna göre, bu bileşenlerden genetik olana göz atarak başlayalım. Canlının genetiği DNA’sında olan dizilimdir. Bu dizilimdeki değişikliklere mutasyon denir. Yaşlanmanın genetikten etkilenip etkilenmeyeceği merak edilen önemli sorulardan biriydi. Caenorhabditis elegans adlı kurtçuklarla yapılan yaşam uzunluğu deneyleri daf2 ve daf16 genlerinin etkisizleştirilmesinin ardından canlıların ömürlerinin ciddi derecede arttığı gözlendi. Bu sayede genetiğin yaşam uzunluğu üzerinde belirleyici bir etkisi olduğunun ilk kanıtı ortaya çıkmış oldu.
Canlının genetik yapısının yaşlılık üzerinde ciddi bir etkisi olduğunu başka canlılarla da gözlemledik. Benzer bir şekilde farelerde yapılan bazı mutasyonlarla ömürleri uzatılabilmiştir. Araştırmacılar yaşlanmanın genetik bir bileşeni olduğunu anlayınca bunun detaylarını da merak etmeye başladılar. Tüm canlılar hücrelerden oluştuğuna göre, hücrelerdeki değişiklikler silsilesi yaşlanmayı yönlendiriyor olmalıydı. O yüzden hücrelerin ömürlerini incelemeye başladılar. İnsan hücrelerinin sınırlı yaşam kapasitelerinin olduğu ilk defa 1961 yılında açık bir biçimde gözlenebildi. Leonard Hayflick fibroblast adlı hücrelerle yaptığı deneylerde bu hücrelerin sınırlı sayıda bölünebildiğini gösterdi. Böylece yaşlanmaya dair yeni veriler araştırmacıları bu fenomeni daha çok anlamaya yaklaştırmıştı.
Benzer bir şekilde tek hücreli mantar olan ve bize şarap ile bira keyfini mümkün kılan maya (Saccharomyces cerevisiae) da sınırlı sayıda üreyip, sonunda ölen tek hücreli bir organizmadır. Muhtemelen Leonard Hayflick’e ilham olan bu gözlem, 1959 yılında James Mortimer ve John Johnston tarafından yapıldı. Mayaların araştırmacılar için önemli bir özelliği daha var. Laboratuvar ortamında kültürlenmesi çok hızlı ve kolay olan bu organizma ilerleyen yıllarda genetik olarak çok kolay manipüle edilebilmeye başlandı. Dolayısıyla hücrelerin sınırlı sayıda bölünmesinin genetik sebeplerini ve genel olarak hücre biyolojisi ile ilgili birçok soruyu cevaplandırmak için harika bir araç haline geldi. Buradan çıkan sonuçlar da genetik mutasyonlar neticesinde bir hücrenin ömrünün ciddi derecede arttırılıp veya kısıtlanabileceği teorilerini destekledi.
Bu güzel organizma bize yaşlanma konusunda çeşitli çevresel faktörler hakkında da bilgi vermeye başladı. Bu aralar çok popüler olan bir beslenme şekli var: ‘Aralıklı oruç’ olarak bilinen bu beslenme şeklinin temelindeki fikir bir süre olan açlığın sağlığa faydası olduğudur. Bu fikrin temeli muhtemelen çevresel faktörleri inceleyen deneylere dayanıyor. Mayalarda hücrelere verilen şeker yüzde 25 oranına düşürüldüğünde ciddi bir ömür uzaması gözlemlenmiştir. Bu gözlemin kanaatimce en ilginç yönlerinden biri yaşlanma faktörleri ile ilgili bize öğrettikleri olmuştur.
Yaşlanma faktörü, tanım icabı hücre içinde arttığı zaman canlının yaşlanmasına sebep veren bir moleküldür. Şu ana kadar mayalar haricinde hiçbir canlıda bu faktör tam olarak bulunamamıştır ve bu yüzden de mayalar hâlâ çok çekici bir model organizmadır. Hücreler çok daha kısıtlı şeker oranlarında büyütüldüklerinde bu yaşlanma faktörlerinin oluşum oranlarının da azaldığı artık bildiğimiz bir gerçektir.
İnsanlarda bu tip bir yaşlanma faktörüne en yakın gelen bulgu ise DNA ‘metilasyon’udur. Genomumuzu oluşturan DNA molekülleri muhtelif şekillerde kimyasal değişiklikler geçirebilirler ve bunların bir kısmı genetik programın parçası olarak oluşur. Bu değişikliklerden biri ise metil grubu denilen hidrojen ve karbondan oluşan bir molekülün DNA moleküllerine eklenmesidir. Bu kimyasal tepkimenin en klasik sonucu o DNA’dan oluşan genetik bölgenin sessizleştirilmesi, yani o bilginin artık hücre tarafından RNA ve proteine dönüştürülmemesidir. Yapılan korelasyon analizleri sonucu bu kimyasal değişikliğin yaşlanma ile arttığı tespit edilmiştir. Ancak henüz bunun yaşlılığın direkt bir sebebi olup olmadığından kesin emin değiliz. Metilasyon ve benzeri değişikliklerin de çevre faktörlerince değişiklik gösterebildiği, oruç veya azaltılmış şeker tüketimi neticesinde azalabildiği farelerde görülmüştür.
Son olarak yaşlanmayı etkileyen en ilginç çevresel faktör ‘stres’ olmuştur. Çünkü yaygın olarak bilindiği gibi fazla stres hayatımızı gerçekten kötü etkiler ve muhtemelen ömrümüzü kısaltır. Bunu laboratuvarda kullanılan deney hayvanlarında çok açık olarak görüyoruz. Ancak çok az stres (buna bilimsel terim olarak hormesis deniyor) ilginç bir şekilde bazı canlıların ömrünü uzatabiliyor. Yaşlanmasını en iyi anladığımız mayalara geri dönecek olursak, hormesis oranında uygulanan stres etkileri mayaların ömrünü uzatmış ve hatta yaşlanma faktörlerinin dahi azalmasına neden olmuştur.
Uzun lafın kısası yaşlanmak hem değiştiremediğimiz genetiğimiz tarafından hem de bir yere kadar etkileyebildiğimiz çevre faktörleri tarafından ciddi şekilde etkilenmektedir. Çevre faktörlerine tabii ki beslenme de dahildir ve atalarımızın demiş oldukları gibi “Azı karar, çoğu zarar” muhtemelen ömrü uzatmak için de uygulamaya değer bir yaklaşımdır. Ancak yaşlanmanın, görüldüğü gibi, her şeyden etkilenen bir fenotip olduğunu hatırlamak ve herhangi bir besin, faktör, aktivite vs. ile yaşlanmayı nasıl etkileyebileceğimizi düşünürken etkisini kesin bilmenin çok zor olduğunu, çünkü yaşlanmanın çok komplike bir fenomen olduğunu unutmamamız gerekir. O yüzden popüler veya bilimsel yazıları okuyup yapacaklarımız ile ilgili karar verirken bir değil en az on defa düşünmek ve çok eleştirel yaklaşmak gerekir.
Not: Yaşlanmak doğası gereği gerçekten çok karmaşık bir fenomendir ve tabii ki buradaki kısa özetine sığmayacak bir sürü yönü daha var.