Geçtiğimiz hafta, belki de sosyal medyanın hayatlarımıza karışmayı bırakıp hayatlarımızın ta kendisine dönüşmesinden sonra ilk kez toplumumuzun bu denli içinden, empati kurabileceğimiz bir olay sosyal medyada gündem oldu. Bilmeyenler için kısaca özetlemek gerekirse: Musevi Lisesi öğrencilerinin kendi isimlerini belirterek çektikleri TikTok videosu bir grup insanın dikkatini çekmişti, çünkü isimler daha önce duymadıkları tarzda isimlerdi ve gençler Türkçe konuşuyordu. Gençlerin tamamen gündelik hayatlarının rutininde çektikleri, hatta akıllarına büyük bir ihtimalle “Yaptığımız şey yanlış mı?” sorusunu bile getirmeyen (doğal ve olması gerektiği gibi) bu video, onları bir anda Twitter’da gündem haline getirdi.
Çok değil, birkaç yıl önce o koridorlarda, o sınıflarda ben de kimliğimi ince bir ip üstünde yaratmaya çalışıyordum ve çoğu zaman bu kimlik arayışları bilinçli bir şekilde gerçekleşmiyordu; bu benim, bizim doğalımızdı. En azından biz öyle sanıyorduk, bu doğalın oluşumuna çoğu zaman içeriden ve dışarıdan müdahaleler oluyordu, ip üstünde yürüme durumu da tam bu sebepten kaynaklanıyordu. Benim nasıl yaşamam gerektiği başkalarının meselesiydi, herkes öyle davranıyordu.
Bugün baktığımızda ise olayın kahramanları bu gençler bambaşka bir boyutta bu gerçeği hissetmişlerdi, sosyal medya çukurunda ‘bizler’ ve ‘sizler’ olarak ikiye ayrılan gruplar, bu çocukları beğeni malzemesi haline getirmişti. Herkesin bir fikri vardı. İnsanlar hiçbir şey bilmeden, karşısındakini anlama çabasına bile girmeden sadece fikirlerinin doğruluğuna büyük bir şiddetle inanıyorlardı ve her zaman ki gibi sosyal medya üzerinden bölünmeye, kavga etmeye müsait bir ortam yaratılıyordu.
Bizler de toplumumuzun bu kadar içinden bir olay ile birlikte, sosyal medyadaki herkesin her şey hakkında fikrinin olduğu gerçeğini ilk kez bu kadar yakından hissetmiştik.
Ortaya çıkan bu tablodan sonra gündem olan ‘Yahudi’ kelimesi ve akabinde yapılan yorumlar aslında bize bir gerçeği de hatırlatmıştı, bizi ötekileştirenler her zaman olacaktı. Zaten bunun aksini beklememizin de gerçekçi olmayacağı aşikâr ancak asıl mesele de burada başlıyordu zaten. Bizi, hepimizi başkalarının nasıl kabullendiğinden ziyade bizim kendimizi nasıl kabul ettiğimiz, nasıl yaşamak istediğimiz önemli olan ve bizi ilgilendiren tek kısımdı. Çünkü kimi zaman yanımızdakiler ama çoğu zaman karşımızdakiler bize her zaman kendi doğrularını empoze etmeye çalışacaklardı, kısacası nasıl yaşamınız gerektiğini söyleyecek birileri her zaman çıkacaktı.
Gündem olan olaylarda da bize de nasıl yaşamımız gerektiğini söyleyenler, toplumun bütün bireylerini zengin sananlar, toplumun bütün bireylerini tipik bir cahillik örneğiyle derhal İsrail ile bağdaştıranlar vardı. Ancak ben videonun karşıma çıkmasından itibaren pozitifliklere bakmaya çalıştım. Gençlerin yaptığı keyifli video, gelen sınırlı sayıda komik yorum bana keyif verdi, en önemlisi de beni birkaç yıl öncesine götüren o tarifsiz histi.
Her şey üzerinden bölünmek için sebep aradığımız şu günlerde, bu keyifli videoda bir kez olsun bölünmek istemedim, bir başka pencereden baktım.