NUH'UN GEMİSİ

Fortün Levi KOÇ Duymayan Kalmasın
30 Kasım 2022 Çarşamba

Cennetin kapılarında bir gün, kanlar içinde, dehşete düşmüş zavallı bir köpek belirdi. Titriyordu köpek, kapının ağzında öylece duruyordu köpek. Cennettin kapılarından girseydi içeri, dünyevi tüm acılarını dışarıda bırakacaktı, bedeni toz olup havaya karışacaktı. Ama kapının ağzında ağlıyordu köpek. Ve kanıyordu durmaksızın…

O gün Tanrı katında çok önemli bir konuşma yaşandı:

“Yine insanoğlu mu?” diye sordu gözlerini kısarak, cevabını biliyordu Tanrı. Melekler önce birbirlerine, sonra merakla Tanrı’ya baktılar. Bu sefer çok derin düşünüyordu. Boşluğa dalıp gitmişti, yanaklarının kenarlarını ısırıyordu. Ağzıyla tuhaf mimikler yapıyor, saçının lülesiyle oynuyordu… Lüleyi döndürüyor, parmaklarının arasında eziyordu. Ve düşünüyordu yalnızca. Melekler şaşkındılar, n’apıyordu bu Tanrı?

O, sağ bacağını sandalyesinin üzerine kaldırdı, dizinden destek alarak şarabına uzandı ve bir yudum aldı:

“Benim sadık ve ihtişamlı timsahlarıma ne olmuştu?” diye sordu, bunun da cevabını biliyordu Tanrı. Melekler de biliyorlardı Tanrı’nın bildiği şeyi. Çaresiz cevapladılar. Tanrı’nın sorusuna cevap vermemek olur mu? “Hepsi marka çanta ve ayakkabı oldular Yüce Tanrı’m…” kısık sesle mırıldandılar hep bir ağızdan… Kaşlarını çattı Tanrı. Hala saçıyla oynuyor, uzaklara bakıyordu. “Peki ya minik gözbebeklerim, farelerim? Onların halleri neden perişandı buraya geldiklerinde?” Yine cevabını bildiği bir soru sormuştu Tanrı. Melekler yine hep bir ağızdan “vücutları kaldıramayıncaya dek kimyasal maddelere maruz bırakıldılar, ilaç sanayine kurban gittiler…”

Acı bir gözyaşı süzüldü gözünden Tanrı’nın. Rimeli yanağı boyunca kara bir yol yaptı yüzünde. Duygusaldı Tanrı, Balık burcuydu ne de olsa biraz. Ve her burçtandı zaten o…

“Söylesenize meleklerim; bu insanlar kozmik gücün, yani benim,

yani,

benim,

çeşitli, muazzam yansımalarım olan bu canlılardan ne istiyorlar?”

Ayağa kalktı Tanrı. Volta atmaya başladı. Çok derin düşünüyordu yine. Melekler bir sağa bir sola kafalarını çevirerek onu takip ediyorlardı. Birden durdu ve tüm Meleklerine aniden dönerek, cevabını bildiği son sorusunu da sordu. “Diyelim ki, yarattığım bu bereketli gezegeni diğer canlılarla paylaşamayacak kadar egoist yaratıklar, birbirleriyle neden paylaşamıyorlar öyleyse?” Bu sorunun cevabı kendi içinde gizliydi. Hepsi aynı şeyi düşünüyordu ama uzun süre kimseden ses çıkmadı.

Öz sevgisi yoktu insanoğlunun. Kendini tüm canlılardan üstün görmemişti yalnızca. Hemcinsleri arasında dil, din, ırk, cinsiyet ayrımına maruz kalmıştı. Sadece tüketiyor, katlediyor ve savaşıyordu, mışıl mışıl uyuyordu. Güçlü bir idrak kabiliyetiyle lanetlenmişti adeta. Yarattığı teknolojinin esiri olmuştu artık. Aheste aheste hükmediyordu teknoloji insanın kafasına, ayırıyordu beyninin parçalarını… Kemiriyordu gözlerini, kıkırdaklarını ve içiyordu kafa sıvılarını… Doğasına aykırı yaşıyordu insan …Bu yüzden nefret ediyordu kendinden, nefret ediyordu ötekinden, berikinden. İçinde yaşadığı dehşeti dışarıya saçıyordu haliyle…

Hepsi biliyordu bu gerçeği ve acıyorlardı insanoğluna. Bır bıçak gibi kesti sessizliği Tanrı’nın şu sözleri:

“Yükselt suları Rafael... Bu kadar acıtabiliyorsa bir başkasını, kimbilir canı ne kadar acıyordur insanın... Her bir hayvandan bir dişi bir erkeği korunaklı bir gemiye yerleştir.” Donuktu sesi, yine bir bıçak gibi soğuktu sesi. “Tek bir insan bile olmasın bu sefer içinde...” Gözleri damarlıydı, yağmur sonrası buğulu camları andırıyordu. Çok seviyordu insanı. O yaratmıştı bu canavarı... “... ve vakit geldiğinde onları ışığa yönlendir Rafael... Nefessiz kaldıklarında onlara nefes ol, düştüklerinde zeminde minder ol, yükselen ruhlarına kalkan ol...” ve ağlamıyordu artık Tanrı... Kararını vermişti çoktan. Cebinden el aynasını çıkardı, soğukkanlı, rujunu tazeledi ve kaşlarını düzeltti...

(Konya Hayvan Barınağındaki dostlarımızın anısına)

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün