Nassim Nicholas Taleb ´Siyah Kuğu Teorisini´ yazan kişi. Finansal piyasalarda sistematik olmayan riskleri özetle betimliyor. Her sene bir öncekinden daha güzel olacak diye yıla başlıyoruz ama ekonomilerde siyah kuğuların sayısı her sene artıyor.
Siyah kuğuyu Avustralya’da ilk defa gören Hollandalılar ile büyük bir dogma yıkılmış oluyor. Aslında ekstrem riskler olarak adlandırılabilecek siyah kuğular uzun zamandır hayatımızda. COVID-19 ile kapanmalar, ABD’de 6 Ocak baskını ile Kuzey-Güney Savaşını andıran görüntüler, Rusya’nın Ukrayna’ya girmesi, ‘Trump dünya savaşı çıkaracak’ denilirken halefi döneminde nükleer savaş tehlikesinin zirve yapması, İngiltere’de hükümete mal olan poundun çöküşü, Japon yeninin yüzde 50 değer kaybına rağmen faizleri arttırmaması, Euro/dolar paritesinin uzun zaman sonra terse dönmesi, Fed’in muhteşem iletişimle piyasaları hazırlamasına rağmen, dünyanın en çok döviz rezervi olan merkez bankalarından biri olan İsviçre Merkez Bankasının hazırlıksız yakalanıp 143 milyar dolar rekor zarar açıklaması, bir Alman ve İsviçre ticari bankasının CDS’lerinin arşa ulaşması ve birinin hisse fiyatının yılın başından bu yana yüzde 60 değer kaybetmesi, ABD tahvil faizleriyle birlikte gelişmiş ekonomilerin tahvillerinin Karman Hattının üzerine çıkması ve verim eğrilerinin terse dönüp birbirlerinin üzerinden geçmesi, İngiltere ve Almanya gibi AB’de enflasyonun iki haneye çıkması, petrol zengini ve doğalgaz ihraççısı Norveç’te faiz artışına ve hane halkı harcamaları ile perakende satışların düşmesine rağmen enflasyonunun yükselmesi, pandemide eksi 40 doları vadeli işlemlerde gören petrolün savaşla 120 dolara gitmesi. Ve daha birçok siyah kuğu hayatımıza girmeye devam ediyor.
Ülkemizde son yıllarda flamingolar dışında gerçekten üç kez siyah kuğu göründü. Geçtiğimiz yıl basın bülteni ile medyaya dağılan demecimde “fazla likidite ve zam hiperenflasyona götürür” demiştim. Nitekim ilk gelen 100 puanlık indirim ile kurda başlayan hareket enflasyonla devam etti. Küreselde enflasyonu yükselen her ülke kendi dinamiğinde hiperenflasyon yaşıyor demek yanlış olmaz. Fakat enflasyonun gerçekte neden arttığını politika yapıcılar doğru tespit ederse çözüm de hızlı olur. Temel sorun 2000’den bu yana roket gibi yükselen M2 likidite artışı. Norveç’te bile bu böyle. Ama Fed ve yanlış para politikalarını es geçmemek lazım. Arzda yaşanan sıkıntılar, tedarik zincirindeki sorunlar, Brent petrol ile birlikte gübre, doğalgaz ile yükselen enerji fiyatları enflasyonlarda diğer temel bileşenler. Enflasyonları yükselmeye devam eden veya yüksek seviyesini koruyan ekonomilerdeki esas nedenler de bunlar. Enflasyon kompozisyonunda birçok grafiğe göre ABD’de %50, AB’de ise %25 talep bazlı. Yani geri kalanı faizle çözmek bu yüzden pek kolay değil. Ancak faiz artışlarına rağmen küreselde enflasyonların hedef seviyelerden uzak kalması bir tek bundan dolayı değil. M2 demiştik. İşte hazinelerin destek paketleri ile bütçe açıklarının sürekli artması da bunda etken. Yani hem karşılıksız parayı çoğalt hem faiz arttır, tavşan kaç tazı tut demek sadece. Euro Bölgesinde gelecek iki yılda hazinelerin refinansman ihtiyacı 300 milyar Euro civarında ve tahvillerin çoğunluğu artık enflasyona endeksli. Yani bu iş sarmala giderse enflasyon yapışkanlık barındırabilir. Borç sarmalı artar, enflasyon hedeflerin üstünde seyrederse, faizler arttıkça bütçe açıkları faiz ödemeleri nedeni ile daha da artar demek. 1970’lerde yaşanan enflasyondan çıkış Volcker’ın şok faizleri ile değil, Kanada ve Meksika petrol kuyularının devreye girmesi ile oldu yazar akademide karşıt görüşteki makalelerden bazıları. Son zamanlarda petrol, emtia ve navlun fiyatlarındaki düşüş bu anlamda enflasyonlara sirayet etti demek pek yanlış olmaz. Ama bu da iyi bir şey mi, bakalım.
2023 yılında bizleri neler bekliyor?
Beklenen oldu ve ABD ekonomisindeki sorunlar Kongre’yi Cumhuriyetçilere verdi. Fed faizleri hızla arttırsa da enflasyon düşüş yönünde aynı tepkiyi vermiyor henüz. ABD’nin faiz ödemelerinin yanında bütçe ve cari açığı rekor seviyede artmaya devam ediyor. “Ama o baz para” söylemleri de bir yere kadar. Nitekim tahvil faizlerinin artması ve ABD tahvillerinden küreselde kaçışın nedeni biraz da bu. Hızlı faiz artışlarının sonucu resesyon artık herkesin malumu. Fakat beterin beteri vardır. Hızlı faiz artışlarına devam edilirse, resesyonun süresinden çok stagflasyon riski öne çıkmaya başlar. Ve hatta İngiltere, Japonya, İsviçre’de görülen finansal krizler bulaşma riski ile başka kırılgan ekonomilere yansırsa küresel kriz kaçınılmaz olur. Fed en son faizi %5 seviyesine getirdiğinde 2008 krizi olmuştu. Keza mortgage faizlerindeki artış ve konut fiyatlarındaki sert düşüş eyvah eyvah diye sinyal vermiyor değil. Son uyarı BIS’ten yani merkez bankalarının bankasından geldi. Dünyada 80 trilyon dolarlık FX swap hacmi var ve günde yaklaşık 3 trilyon dolarlık takas riski barındırıyor. Meali şu demek, bu kadar oynak faiz ve likidite insanlığa nükleer bombadan daha fazla hasar verir demek.
Bu yüzdendir ki, Dünya Bankası, IMF, OECD, Stiglitz, vb. faiz artışları konusunda devamlı uyarı yapıyorlar. Fed eğer durgunluk uzun sürer veya yine bir ekstrem risk nedeni ile faizi hızla veya tek seferde sıfıra indirirse, bu durumda enflasyon kalıcı hale daha çok gelebilir ve borsalar, kripto paralar yine yukarı yönlü balon tepkisi verebilir. Özetle, oyunda Rıfkı kimde kalacak sorunu var karşımızda. Denilebilir ki, finansal olarak ABD’ye, aç kalmamak ve hipotermiye girmemek için Rusya’ya bağlı insanlığın kaderi. Unutmamak lazım ki, çip yok, araba yok dolayısı ile trafik kazası da yok. Şaka bir yana, Pasifik, Tayvan, Çin Denizinde yaşananlar ve İpek Yolu ile Arktik Denizi başka bir küresel tedarik sorunu. Tedarik zincirindeki sorunlar ile tedarik savaşları, kur savaşları ile birlikte hızla devam ederse işimiz kolay değil. Kıssadan hisse, 2023 dünya açısından her şeyin çok güzel olacağı bir yıl değil hala. Tüm bunlar aslında görmek isteyenler için neoliberal politikaların iflası. Rıfkı’nın kurtarıcı değil sorun olduğunu bilenler için enflasyon kadar faizin de büyük dert olduğunu anlamak bu tabloda çok zor değil. Pazarlama derslerinde hep anlatılır. Fiyatla rekabet olmaz diye. Faiz de paranın fiyatıdır. Faizi sürekli arttırarak böylesine bir dünyada fonları sürekli kendinize çekmeniz bir çözüm değil tersine artan açıklarla sorunun bizzat kendisidir. Özetle, küreselde rekabet faizle değil ürünle yani üretimle olur.
Bir başkadır benim memleketim
Yukarıda saydığımız sorun ve gerçeklerden Türkiye haliyle kendi payını alıyor. Türkiye genelde Finlandiya veya Norveç ile karşılaştırılıyor. Ama bu ülkelerin nüfusları Türkiye’nin 16’da 1’i seviyesinde. Bu nedenledir ki Türkiye her sene en az %5 büyümeyi sağlamak durumunda. Biraz da bu yüzden nominal büyüme bazen tercih sebebi olabiliyor. Tabii reel olanı ideali (ama olur ya yine de hatırlatalım). Fakat bu nominal büyüme, bedeli enflasyon ve küresel olumsuz gelişmeler ile aynı zamana denk geldiğinde sorun bizde daha hissedilir oluyor. Bunun da nedeni gelir dağılımı eşitsizliği ile birlikte gelirde son %20’lik dilimde kalanların kabaca nüfusun yarısına eşit olması. Bir de asgari ücretlilerin sayısı yüksek olunca haliyle tarım ülkesinde gıda enflasyonu daha fazla bel büküyor, mutsuz ediyor. Gelelim cari açığa. Bundesbank’ın yakınlarda çıkan tartışma makalesi özetle diyor ki: şirketleri çok borçlu ve gelişmekte olan ülkelerde makro ihtiyati tedbirlerle birlikte uygulanan döviz politikaları büyümeyi destekler, aşağı yönlü riski minimize eder. Sıkı kambiyo rejimi ile birlikte kur korumalı mevduat aslında buraya tekabül ediyor denebilir. Böyle bir dünyada belki de mevcut ekonomik dinamiklerle geçici olarak doğru olanı. (Nobel Ödüllü James Tobin için ne gerek vardı Tobin Vergisine de demek mantıken mümkün). Fakat bu mevcut politika kombinasyonunda alt başlıklarda gözden geçirmeler gerekmez diye görülmemeli. Döviz likiditede uzun zamandır bir fonlama ihtiyacı olduğu açık. Bu yüzden ihracatla büyüme gerekiyor. Ve tabii tasarrufları Türk Lirası cinsinden yapmak önemli. Sermaye açığının finansmanını ithal para ile değil ulusal para ile yapmak doğru olanı. Yani faiz verilecekse de içeriye verilmeli. Bizde bu yıl enflasyon bardağın dolu tarafından kazanım sağladıysa bunlar kur korumalı mevduat üzerinden TL’ye dönüş ve mevduatta vadenin uzaması. Bir diğeri ise borsaya yönelik ilginin artması. Malum sermaye tabana yaygınsa ve iç tasarruflarla tasarruf olursa kıymetli, dolarla değil.
Alonjlu Yıllar
Bu sene altın ve enerji ithalatı kabaca 85 milyar dolar. Dış ticaret açığımız 100 milyar dolayında. Ancak ihracatı arttırmak için paranın diğer paralar karşısındaki fiyatı kur da tek başına yeterli değil. Nasıl ki faiz tek başına yeterli değilse. Yani çözüm reel efektif kurda değil yine üretimde, tabii sonra pazarlama geliyor. Pazarlamadaysa yeni pazarlar, AR-GE, marka…. Tüm bunlardan sonra bir de sürdürülebilirlik kelimesi var malum. Alışmak sevmekten daha zor gelse de sürdürülebilir politikalarla kalıcı çözümleri bu yazıda özetlemeye çalıştım. Marvel League of Legends kadrosunda yer almasak da bu yüzyılda Türkiye’nin ekonomide izlemesi gerekenleri İstanbul Ekolü olarak bu sayfalarda çok yazdık. Her ortamda dile getirdik. Bir yerden başlanacaksa çözümü uzaklarda aramamak lazım. Vadeli çek üzerinden örnek vermek yerine, dünyada ve mevzuatta olmayan vadeli çeki ortadan kaldırarak işe başlanabilir. Kimse ödeme değil vade enstrümanı, vadeli çek enflasyon nedeni ile var demesin. Enflasyon tek haneye düştüğünde de vardı. Alışkanlıklar ile finansal akışkanlıkları yönetmeye devam ederseniz hep aynı sonucu alırsınız. Dolayısı ile faizle sağlanacak fon akışından beklenecek sonuç da yine aynı olacaktır. Feriştahı gelse bu durumda kimse mucize beklemesin. Bloke, hamiline, vadeli çeki hele bir yabancıya anlattığınızda anlaması mucizenin bizzat kendisidir. O yüzden çözümü yabancılar değil biz bulacağız. Ya da vadeli çeki dünyaya ihraç edeceğiz, dolar gibi karşılıksız hamiline çeklerle rezerv kağıt biz olacağız. Alonjlarla dünyayı dolanacağız. O zaman işte bu yüzyıl bizim demektir. Ama önce şu alonj kelimesine bir Türkçe karşılık bulmamız lazım, konuyu daha fazla uzatmadan.