1947 doğumlu Amerikalı Yahudi makale, oyun ve senaryo yazarı, tiyatro ve film yönetmeni
David Alan Mamet, Amerika’da yaşanan gerçek bir olaydan esinlenilerek 1991’de yazdığı ‘Oleanna’ adlı oyunu 1994’te sinemaya da uyarlayarak yönetmişti. 30 yılın ardından taptaze kalmış metni Berkin günümüz Türkiye’sine uyarlayarak, ‘Sınırlar’ adıyla yönetiyor.
Üniversite öğrencisi Ecrin hocası Can’ın odasına gelerek, dersteki başarısızlığı konusunda yardım ister. Profesörlüğe atanmak ve yeni bir ev almak üzere olan Can önce öğrencisine fazla ilgi gösteremez ama, kızın ısrarla söz ettiği dersi anlamama sorunu yüzünden yardım etmeye, kişisel yaşamından örneklerle onu rahatlatmaya çalışır. Hatta zaman zaman odasında buluşarak ders çalıştırmayı önerir.
İlk buluşmanın ardından beklenmedik bir şey olur ve Ecrin, profesörlüğe atama komisyonuna, dilekçe yazarak, kendisine cinsel tacizde bulunduğu iddiasıyla Can’ı şikâyet eder. Atamasının çıkmaza girdiğini hisseden Can, dilekçeyi geri çekmeye ikna için Ecrin'i odasına çağırır. Görüşme giderek birbirini anlamakta zorlanan ikilinin iletişiminin daha da kötüleşmesine, tehlikeli hal almasına yol açar. Üçüncü buluşmaysa Can ve Ecrin için hem fiziksel hem de duygusal bir yıkıma dönüşür.
Mamet temelde ‘güç’ üzerine olan oyunda iletişimsizlik, ayrıcalık, istismar temalarını işlerken, “Yüksek öğrenimin değerleri nelerdir? Yüksek öğrenim her öğrenci için bir hak mıdır? Daha çok öğrenci, daha kötü öğretim midir?” gibi önemli sorular da sorar. Kanımca, hem de 30 yıl öncesinden kuşak farkını müthiş etkileyici biçimde ele almaktadır. Kuşaklar arası iletişim sorununu prömiyerde, oyun sonrası konuşmalarımızda fiilen yaşadık. Yaşlıca nesil, korku öyküsü gibi gelişen oyunun en ürkünç tarafının, haklılığına inanan Ecrin’in, ona iyi niyetle destek olan hocasının hayatını mahvettiğini fark etmeyişi olduğunu düşünürken, ‘y’ ve ‘z’ kuşağından gençler, tacizin sadece bedensel olmadığı, tepeden bakma ya da yönlendirmenin de tacize girdiği gerekçesiyle Ecrin’e hak veriyorlardı.
Bakış açımız ne olursa olsun herkesin hemfikir olduğu, Kayhan Berkin’in uyarlamasının yönetmenliğinin ve oyuncu yönetiminin müthiş başarısıydı.
Ecem Uzun’un başlarda zayıf ve güçsüz Ecrin’i, eline geçen gücü Can’ın karısına nasıl hitap edeceğine karışacak kadar ileri götüren, güce tapmakla suçladığı Can’dan daha despot bir kişiliğe dönüşmesi olağanüstü. Benzer şekilde Kenan Ece, gücün temsilcisi Can’ın gücü yitirmeye başladıkça kapana kısılmasında, çaresizlik içinde kıvranmasında çok etkileyici.
Merve Yörük’ün işlevsel dekoru, Ayşe Sedef Ayter’in büyüleyici ışık tasarımının müthiş.Sezonun en etkileyici işlerinden. Kaçırmayın.
19 Aralık Alan Kadıköy, 27 ve 28 Aralık DasDas, sezon boyunca İstanbul sahnelerinde.
26.İstanbul Tiyatro Festivali: Molière Maratonu
İstanbul Tiyatro Festivali’nde, Comédie-Française’in Molière’in 400. doğum yılı şerefine sahnelediği üç oyun ‘Molière Maratonu’ başlığı altında filmden gösterilmişti. Bu yazıda, daha önce söz ettiğim ‘Tartuffe ya da İkiyüzlü’ dışındaki ikisini ele alacağım.
‘Le Malade Imaginaire / Hastalık Hastası’
Molière, 1673’te yazdığı, ilk gösterimlerinde başrolünü üstlendiği son eseri ‘Le Malade Imaginaire / Hastalık Hastası’nda, mesleğini kötüye kullanarak hastaların zaaflarından yararlanmaya çalışan doktorların üzerinden, toplumun ahlâkî yapısının ve yozlaşmış tıp çevrelerini eleştirir.
Molière oyunu yazarken tüberkülozun ileri evresinde olduğunun bilincindedir. Şarlatan doktorunun yalanlarına kanarak kendini ölümcül hasta zanneden Argan karakteri, sanki son günlerini yaşadığını hisseden yazarın alter-egosudur. Her komik replik, satır aralarında ölümü çağrıştırır ve ölmekte olan Molière, gerçek yaşamındaki kişisel trajedisini sahnede komediye dönüştürerek seyircisini kendi felaketiyle güldürür.
Fransa’nın önde gelen yönetmenlerinden Claude Stratz, bu durumun farkındalığıyla ‘Hastalık Hastası’nı komik olduğu kadar melankolik bir tonlamayla yönetir. Yorum gerek seyirciler gerek eleştirmenler tarafından müthiş beğenilir, 2001’den bu yana 500 kez sahnelenir.
Konuyu kısaca anımsarsak, Argan olmayan dertlerinin acısını çekerek doktoruyla eczacısının maskarası olurken, onunla parası için evlenmiş olan Béline hem kocasını aldatmakta hem de elinde avucundakine el koymaya çalışmaktadır. Doktor damadın para harcatmadan onu tedavi edeceği düşüncesiyle Argan, başkasına âşık olan kızını bir doktorla evlendirmeye kalkar. Hakikatlerin ve aşkın kazanması için elinden geleni yapan sağduyulu hizmetçi Toinette’in hilesi sayesinde gerçekler açığa çıkacaktır.
Hakiki hastanın, sahte hastayı canlandırmış olduğu ‘Hastalık Hastası’nda tüm anlatı gerçekle yalanın düalitesi ve karşıtlığı üzerine kurulur: gerçek ve sahte müzik hocası, gerçek ve sahte doktor, gerçek ve sahte hastalık, hatta gerçek ve sahte ölüm.
İkiliğin doruk noktası oyunun sonlarında doktor kılığına girmiş Toinette’in, Argan’ın derdinin akciğerden kaynaklı olduğunu söylemesidir. Molière, sahte doktora doğru tanıyı söyletir, doktorların sahtekârlığını ortaya çıkarmak amacıyla sahtekârlık yapan Toinette’in yalanı aslında gerçeği açıklar. Yalan yaşamada da gerçeğe dönüşecek, kan tükürmesine karşın, 17 Şubat 1673’teki dördüncü temsili sonuna kadar sürdüren Molière, oyun bittikten birkaç saat sonra evinde veremden ölecektir.
2007’de ölen Claude Stratz'ın yorumunun yeniden canlandırılmasında Comédie-Française oyuncuları ekip olarak kusursuzdur. Guillaume Gallienne’in müthiş Argon’u kadar Denys Podalydes’in bütün sahtekâr doktorları yorumlaması da çok başarılıdır.
‘Hastalık Hastası’nın, hastanelerin giderek ticarethaneye dönüştüğü, hastaya ‘müşteri’ gözüyle bakıldığı günümüz sağlık sistemine bu derce yakın durmasıysa şaşırtıcı olduğu kadar rahatsız edicidir.
‘Le Bourgeois Gentilhomme / Kibarlık Budalası’
Maratonun ikinci gösterisi komedi-bale ‘Kibarlık Budalası’, Valérie Lesort ve Christian Hecq’in klasik metne sadık kalarak, ancak olayları absürt, gerçeküstü, fantastik bir evrene transfer ederek, palyaçolu, filli sirk gösterisiymişçesine sahneledikleri, Lully’nin özgün bestelerini balkan müziğine ve orkestrasına uyarladıkları, commedia dell’arte’ye de selam çakan, buffon ağırlıklı bir fars olarak yönettikleri aykırı bir yorumdu.
Molière'in hem asilzadeliğe yükselmeye çalışan yüksek orta sınıfı, hem de kendini beğenmiş kof ve züppe yüksek asil sınıfı hicvettiği ‘Kibarlık Budalası’, Fransa'nın XVII. yüzyılda değişen çehresinin, el değiştiren zenginliğin ve gücün hınzır bir eleştirisidir.
Konuyu kısaca anımsarsak, varlıklı orta sınıftan cahil ve saf Monsieur Jourdain'in çoklu amacı asilzade olmak, soylu Markiz'i baştan çıkarmak, kızını bir asilzadeyle evlendirmektir. Jourdain soylu statüsüne ulaşabilmek için paragöz müzik, dans, eskrim ve felsefe hocalarından eğitim alır, ikiyüzlü asil dostlarına da hediyeler alır, geri ödemedikleri borçlar verir. Yüzüne gülüp hovardalığını sömüren bütün bu asalakların onu arkasından alaya aldıkları konusunda kendisini uyaran karısının, kızının ve evin hizmetçisinin uyarılarına kulak asmaz.
Kızının sevgilisi Cléante’la uşağı Covielle Jourdain’i, Osmanlı’nın saygın “Mamamuşi” rütbesine layık görüldüğünü, kızını kıyafet değiştirmiş Cléante’ın canlandırdığı “Büyük Türkün oğlu” ile evlendirdiğine inandırırlar. Jourdain gerçekleri ancak evlilik fiilen gerçekleştikten sonra anlayacaktır…
Lesort ve Hecq oyunun zaten gerçeküstücü metnini sahneye bir manga masalsılığıyla aktarırlar. Abartılı makyajları, dozunda yapay oyunculuklarıyla en azından izleyici kadar keyif alan ekibin takım oyunculuğu kusursuzdur. Naif, neredeyse çocuksu Jourdain’iyle Christian Hecq müthiştir. Seyrelmiş kirli saçları, kamburu, pençemsi çengelli parmaklarıyla felsefe hocasını Voldemort ile Gallum arası bir mahluk olarak yorumlayan Guillaume Gallienne, ürkünç görünümü, yılan gibi tıslayan sesiyle olağanüstüdür.
‘Büyük Türk’ün görkemli karşılama töreni, ‘kitch’ kostümlerin desteklediği görsellikle grotesk bir gösteriye dönüşür. ‘Kitsch’in doruğu, Jourdain’in tören kıyafetini tamamlayan başlığını çıkma bir pisuar olmasıdır!
Günümüz izleyicisine, özellikle Türk seyircisine absürt görünecek final açıklama gerektirir: Oyun yazdığında Fransuz toplumu, Osmanlıyla müthiş ilgilenmiş, hatta bu ilgi ‘Türkeri / Turquerie’ olarak adlandırılan bir modaya dönüşmüştü. Bize saçma gelen final bu Turquerie takıntısına şakacı bir göndermedir.