“Bu sırrı sana açan insan değil, göklerdeki Babam´dır. Ben de sana şunu söyleyeyim, sen Petrus´sun ve ben kilisemi bu kayanın üzerine kuracağım. Ölüler diyarının kapıları ona karşı direnemeyecek.” Hz. İsa, Matta 16:18
Christmas kutlamalarının, sıcak şarabın Avrupa kıtasını sardığı, 2023 yılına girmeye hazırlandığımız şu günlerde, dünya halkları farklı sebeplerle sokağa dökülmüş ya da dökülmenin eşiğinde! Yazıyı hazırladığım tarihlerde Almanya bir darbe haberiyle sarsıldı. Darbe planları tespit edilen ‘İmparatorluk Vatandaşları’ örgütüne yönelik operasyonlar yapıldı. Türkiye’de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun YSK üyelerine hakaret ettiği gerekçesiyle yargılandığı davada karar açıklandı. İmamoğlu'na verilen 2 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası ve siyasi yasak kararı sonrası onu destekleyenler İstanbul Saraçhane’de toplandı. Bu sürecin yaktığı ateşin 2023’te seçim atmosferine daha fazla girecek Türk halkını nereye sürükleyeceği ise meçhul. Tarih tekerrürden ibarettir diye hep söyler ve yazarım. Almanya’da yaşananlar 1923 yılında Hitler’in yaptığı ‘Birahane Darbesi’ni anımsatmakta. Türkiye’de olanlar ise İBB Başkanı iken yazdığı bir şiir sonrası hapse atılan R. T. Erdoğan’ın başkanlık koltuğuna giden yolculuğunu hatırlatıyor! Yönetmenin Türkiye ve Almanya için “Ses, kamera, motor!” diye bağırdığını duyar gibiyim. Sizce de birileri bize farklı kahramanlarla aynı senaryoyu izletiyor olabilir mi?
İnancın kadınlar üzerinden devşirildiği günümüzde “Altı yaşındaki kızın istismarı” haberi Türkiye sarsıntılar yaratırken, “İran’da ahlak polisinin lağvedildiği” haberi aralık ayının ilk haftasında dünya basınına bomba gibi düştü. 22 yaşındaki Jina Mahsa Amini'nin, kılık kıyafet kurallarına uygun örtünmediği gerekçesiyle ahlak polisi tarafından gözaltına alınması sonrası 16 Eylül'deki ölümü ülke genelinde protestolara yol açmış, halk sokağa dökülmüştü. Protestolar dünya basınına “İran’da kadınlar devrim yapıyor!” haberleri ile yansımıştı!
İran’da kadınların devrim yapabileceği daha rüyalarda bile görülmemişken 2 Temmuz 2020’de, Netflix’te devrim yapan rahibelerin dizisi yayınlandı. Bu dizinin adı hikâyesinden de anlaşılacağı gibi ‘Savaşçı Rahibe / Warrior Nun’. Dizi Ben Dunn’un 1994 yılında Antarctic Press tarafından ‘Warrior Nun Areala’ ismiyle yayınlanan çizgi roman serisindeki hikâyeden esinleniyor. Hikâye yetimhanede yetişmiş, 19 yaşındaki felçli genç Ava’nın ölümü ve yeniden dirilmesiyle başlıyor. Kahramanımızı hayata döndüren şey ise bin yıl önce dünyaya gelen bir meleğin üstün güçlere sahip kutsal haresinin sırtına yerleştirilmesi. İyi ile kötünün savaşında önemli bir silah olarak kullanılan bu ‘hare’ Katolik inancına bağlı rahibelerin gizli örgütü ‘Haç Kılıcı Tarikatı’ adı verilen tarikatın korumasındadır. Ava bu silah sayesinde inancın korunması için şeytani güçlere karşı mücadeleye önderlik eden Savaşçı Rahibe unvanını alır. Kendisini ölümden döndürüp, muazzam özellikler kazandıran; duvarların içinden geçmesini sağlayan melek haresiyle yapması gereken gizli bir görev vardır; Vatikan’ın üzerine kurulu olduğu tapınakta bin yıldır tutsak olan, harenin esas sahibi olan düşmüş meleği özgür bırakmak. Bunun için Vatikan içindeki ve diğer boyuttan gelen karanlık güçlerle mücadele etmesi gerekecektir.
Peki, engizisyon mahkemelerinde cadı oldukları için yakılan kadınların, inançları uğruna katledilen insanların kanları üzerinde kurulu Vatikan’ın altında gerçekte ne yatmakta? Gelin zamanda ve mekânda yolculuk yaparak bu soruların cevaplarını Vatikan’ın kanlı ve karanlık dehlizlerinde arayalım.
Tarihler MS 392 yılını göstermektedir. Doğu ve Batı Roma’yı birleştiren Theodosius, Hristiyanlığı imparatorluğun resmi dini olarak ilan etmiştir. Zafer Tapınağı’ndaki sunağın Roma Senatosu tarafından restorasyonunu engeller ve tüm pagan dini uygulamaları yasaklar. Kilisenin de desteği ile pagan inanca sahip insanlar ve inançları kanlı bir darbe ile tarih sahnesinden silinmeye çalışılır. Kilise neden korkmaktadır? Bu kanlı darbenin arkasında hangi gerçekler yatmaktadır?
MÖ 204 yılları, Anadolu’da Roma egemenliği kendini tüm gücüyle göstermektedir. Ana Tanrıça Kibele’ye ait ‘kara taş’ İzmir Bergama Limanından gemiye yüklenerek Roma’ya götürülür. Taşın İtalya’ya taşınmasından 13 sene sonra Roma’nın merkezindeki Palatino Tepesi’nde Kibele’ye adanmış bir tapınak inşa edilir. Tanrıça’ya ait siyah parlak taş buraya yerleştirilir. Tıpkı İstanbul gibi yedi tepe üzerine inşa edilen Roma’nın Frigyanum (Phrygianum) adı verilen diğer tepesine de ikinci bir ‘Magna Mater’ yani Kibele tapınağı inşa edilir. Günümüzde ise bu tepede başka bir yapı yükselmektedir: 360 yılında yapımına başlanan ‘Aziz Petrus Bazilikası’, nam-ı diyar ‘Vatikan’. 392 yılında Theodsius’un Hristiyanlığı resmi din ilan etmesinden sonra Kibele’nin takipçileri Vatikan tepesinde Frigyanumlarında tutsak edilir. İmparatorluğun uçsuz bucaksız sınırları içinde katledilen kardeşleri gibi kendi ölümlerini beklemektedirler. 405 yılında kendi evleri olan Frigyanum’da yani Vatikan’da vahşice katledilirler. Taş üstünde taş bırakmayan, Avrupa’yı kan gölüne çeviren Vatikan tüm bu kıyımları yaparken bir kehaneti yendiğini düşünmektedir: Ana Tanrıça Kibele inancının dönebileceği kehaneti!
Aziz Petrus’un Hz. İsa’nın on iki havarisinden biri olduğu kabul edilir. Petra Yunancada taş anlamına gelmektedir. Peki, Vatikan Petrus’un taşı değil de Magna Mater yani Kibele’ye ait ‘Siyah Taş’ üzerine kurulmuş veya kurulacak olabilir mi? Ne dersiniz?