“Sahne demek sonsuzluk demek! Sahne, su üstüne yazılmış hayatların değil, zihinlere kazınmış hayatların karnaval yeri! Sahneye ruh vermiş tüm o sanatçıların sonsuzluktaki adresleri bu mekân! Başımı yukarı çevirdim; ´Teşekkür ederim´ dedim hepinize! Kantolar duydum, havada uçuşan tiratlar, orkestra, sözler, sözler, sözler! Ses Tiyatrosu´nun sahnesinde sonsuzluğa karıştım. Tüm o sanatçı ruhlarla dans ettim. Jülyet oldum, Lady Macbeth! Macbeth´in üç cadısı oldum, Hecate oldum, Medea oldum, Keşanlı´nın, hayır Zilha´sı değil Şerif Abla´sı oldum! Hürmüz oldum, Nigar oldum, Arap Bacı oldum! Lysistrata oldum, Antigone oldum! Oldum, oldum, öldüm!.. Yeniden doğdum!”
Usta oyuncu Macide Tanır’ı ebediyete uğurlarken Ses Tiyatrosu sahnesinde mekânın ruhu ile sonsuzluğa karıştığım hislerimi çağırdı kalemim, buraya da bırakıyorum o cümlelerimi: “Sahne demek sonsuzluk demek! Sahne, su üstüne yazılmış hayatların değil, zihinlere kazınmış hayatların karnaval yeri! Sahneye ruh vermiş tüm o sanatçıların sonsuzluktaki adresleri bu mekân! Başımı yukarı çevirdim; ‘Teşekkür ederim’ dedim hepinize! Kantolar duydum, havada uçuşan tiratlar, orkestra, sözler, sözler, sözler! Ses Tiyatrosu’nun sahnesinde sonsuzluğa karıştım. Tüm o sanatçı ruhlarla dans ettim. Jülyet oldum, Lady Macbeth! Macbeth’in üç cadısı oldum, Hecate oldum, Medea oldum, Keşanlı’nın, hayır Zilha’sı değil Şerif Abla’sı oldum! Hürmüz oldum, Nigar oldum, Arap Bacı oldum! Lysistrata oldum, Antigone oldum! Oldum, oldum, öldüm!.. Yeniden doğdum!”
Bu yoğun duyguları Ses Tiyatrosu gibi daima ruhlarıyla yaşayacak bir mekânda bir tiyatro eleştirmeni olarak değil bir tiyatro oyuncusu olarak da bulunduğum için hissettim. Orada bulunan oyunculardan benim gibi hissedenler mutlaka olmuştur ancak ben birini tanıyorum ki gözlerine baktığımda mekânın ruhunun onun da yüreğine sirayet ettiğini görebildim. Bu kişi Nedim Saban’dı.
Emekliliğinde usta oyuncu Macide Tanır’ı İstanbul’a gelip sahneye çıkma konusunda devam etmeye ikna eden, donanımlı yönetmen, çevirmen ve on beş yaşından beri tiyatro yolculuğunda sahnenin ruhu ile bütünleşip yürüyen Nedim Saban. Bu duyguları ve Nedim Saban’ın oradaki bakışlarını hatırladım çünkü aynı bakışların sahibini 21 Kasım’da Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesinde mekânın hafızasını seyircilerde tazelerken seyrettim. Bir sonraki gün de Ses Tiyatrosunda aynı amaçla projelendirip sergilediği performansları izleyemediğim için ise üzgünüm. Orada olsaydım Ferhan Hoca, anılar, izlediğim oyunlar, o güzel atlara binip giden güzel insanlarla daha fazla ruhsal bütünleşmenin bende yoğun hassasiyet oluşturacağını düşündüm. Beraberinde getireceği o günlere dair özlem ve değişmişlik duygusunu bu denli sert yaşamaya kendimi hazır hissetmedim.
Muhsin Ertuğrul Sahnesinde de güzel duygular peşimi bırakmadı. Oyunculuk eğitimim sırasında izlediğim oyunlar, tüm koltukların biletleri satıldığında arkadaşlarımla Muhsin Ertuğrul Sahnesinin yerlerinde oturarak oyun izlemem ve içimdeki tiyatro sevdasından ötürü hiç rahatsızlık hissetmemem ve daha neler neler…
Nedim Saban karşılaşmamızın üzerinden geçen on yıl zarfında başarılı oyunlara, turnelere imza atmaya devam etti. Kendi projesi olan kent belleğine katkıda bulunmak ve tiyatroda kuşaklar arası iletişimi güçlendirmek amacıyla gerçekleştirecekleri iki ayrı performansı izlemem için beni davet ettiğinde yukarıda söz ettiğim duygular içerisinde davetine icabet ettim. Sahnede öğrencileriyle çabalamasını, vefakarlığını, bilgisini ve yaşanmışlıklarına sıkı sıkıya tutunduğunu gördüm. Performansları izleyen seyircilerin de interaktif katılımlarıyla ortaya sımsıcak vefalı bir etkinlik çıktı.
Zaten ‘Nedim Saban’ ismi kulağıma önce tiyatro sevgisi sonra da vefa dolu iyi bir insan olduğu bilgisiyle gelir.
Tiyatro ışıktır, ışığınız kararmasın!
Tiyatrodan korkmayın, tiyatro güzelleştirir. 26. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında Nedim Saban’ın sahibi ve genel sanat yönetmeni olduğu tiyatrokare bünyesinde kendisi tarafından hazırlanan "tiyatro adına mekâna dair bellek tazeleme" performanslarının ilkinde Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesinin belleğini hep birlikte tazeledik. Ben oyuncu, ben eleştirmen, mekâna ve insana dair yeni bir boyuta geçtiğimi söylemeliyim. Sahnedeki Nedim Saban ve öğrencilerinin ders yapar gibi sergiledikleri performansları sıcak, samimi ve yaratıcıydı. Aklımda kalanların birazını ilerleyen satırlarda sizlerle de paylaşıyorum. Tiyatro sizi aydınlıkta tutar, kararmayın.
Ophelia’yı Açelya yapsan ne olur yapmasan ne olur?
Gösteri Nedim Saban’ın yazdığı ve yönettiği, Bülent Seyran ve Temmuz Uğur Yıldız’ın oynadıkları ‘Oyuncu Koçu’ isimli iki kişilik oyunla açıldı. Sahnedeki son gününün sonunda usta bir oyuncunun oyunculuğuna, son kez çıktığı sahneye, son oynadığı oyunun dekorlarına hatta aksesuarlarına veda ederken bu unutulmayacak anları yeni yetme genç bir oyuncu ile nesil farkının üzerine basa basa mecburiyetten paylaşmasını konu ediyor oyun. Oyunculuğun yazılı olmayan değerlerinin, saygının, tiyatro sevgisinin, vefa duygusunun yerleştiği usta oyuncu ile menajerinin açtığı yollardan yürüyen, bir gecede ünlü olan, oyunculuk tanımlaması tamamen güncel ve paraya endeksli genç oyuncunun vefa ve mekanın belleği hakkında diyaloglarına şahit oldu seyirci. Aklımda kalan öyle güzel cümleler oldu ki oyundan bunların birkaçını sizlerle paylaşmadan duramayacağım: “Usta oyuncu Ophelia’dan söz ederken genç oyuncunun ismi Açelya olarak algılaması ve usta oyuncunun buna gösterdiği tepki cümlesi: “Ophelia’yı Açelya yapsan ne olur? Yapmasan ne olur? Yapmayın, yabancı oyundan kaçmayın dedim dinletemedim. Oyun iyiyse yabancı sayılmaz dedim” Genç oyuncu usta oyuncuyu bir şeyler içmeye davet ederken kendince incelmeye çalışarak “Lütfeder misiniz?” diye sordu. Aldığı cevap: “Lütfetmem, lutfederim” oldu. Genç oyuncu yakın plan çekimlerin kamera önünde çok önemli olduğunu söylediğinde aldığı cevap şu oldu: “Yakın planda babam da oynar. Yakın planda oynamak istiyorsan Gültepe’ye git. Anadolu’nun en ücra köşesinde oyna. Tarlada oyna, kahvede oyna. Yakın plana gitmek istiyorsan cahil bıraktığın köylüye git, işçiye git. Yakını görmek istiyorsan, uzağa git.” Bir tüy sadece bir tüyü genç oyuncunun eline veren ustanın söylediği ve perde arkasından siluetle canlandırdığı sahneye eşlik eden replik de akılda kalıcıydı: “Bak bu tüy hayattaki en hafif şey ama sahnede en ağır şey. Neden biliyor musun? Çünkü onu sahnede bir aktör tutar.” Bu güzel replikleri yazan kalemin sahibi elbette vefa duygusuyla dolup taşıyordur. Kaleminize sağlık Nedim Saban.
Şişli’de bir apartman ve Muhsin Bey’in çocukları
Nedim Saban’ın yaptığı konuşmada geçen “Bu kişiler kim? Neler yapıldı? Bu mekânda neler yaşandı? Onu biraz hatırlamaya çalışalım. Genç kuşaklara bununla bir kültür aktarımı yapabilelim” cümlelerini aklıma kaydetmek için baştan alıp tekrar düşünürken Lüküs Hayat Operetini fonda duymaya başladık. Hiç dayanamam, mutlaka eşlik ederim. Buraya da yazıyorum ki sizler de belleklerinizi tazeleyin ve müziğini zihninize çağırıp eşlik edin. Kendinizi çok iyi hissedeceksiniz, bana güvenin. Mekânın belleklerini tazeleyen performanslardan söz ederken kendi belleklerimizi de tazeleyelim ve bu satırlarda bir anı yaratalım diye yazıyorum. Başlayalım mı?
Şişli'de bir apartman
Yoksa eğer halin yaman
Nikel-kübik mobilyalar
Duvarda yağlı boyalar
İki tane otomobil
Biri açık biri değil
Aşçı uşak hizmetçiler
Dolu mutfak dolu kiler
Hanım gider sen gidersin
Gündüzleri çaydan çaya
Gece olur davetlisin
Ya dineye ya baloya
Hey
Lüküs hayat lüküs hayat
Bak keyfine yan gel de yat
Ne ömür şey
Oh ne rahat
Yoktur eşin lüküs hayat
Yaz gelince adadasın
Mayo giymiş kumlardasın
Etrafında güzel kızlar
Canın çeker burnun sızlar
Hanım motorla dolaşır
Hanım serbest kim karışır
Takarsın şeyleri bazı
Dünya böyle sen ol razı
Sen de kendi hesabına
Topla akşam etrafına
Sarıları esmerleri
Kır şampanya kadehleri
Hey
Lüküs hayat lüküs hayat
Bak keyfine yan gel de yat
Ne ömür şey
Oh ne rahat
Yoktur eşin lüküs hayat
Şehir Tiyatrosuna emek veren sanatçıların perdeye yansıtılan fotoğraflarının üzerine Nişantaşı Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümü 2. sınıf öğrencileri ile Nedim Saban tek tek bu isimleri anarak haklarında bilgi verdi, hafızaları tazeledi. Her birinin önemini, değerini seyircilere hatırlatan Nedim Saban, seyirci koltuklarında oturanların da bu hafızaya katkıda bulunmaları çağrısını yaptı. Bunun üzerine hatırlayanlar sahneye seslenerek mekanın hafızasını bir kez daha oluşturdular.
Şirin Devrim ve Tunç Yalman’dan söz edilirken Nedim Saban bu kişilerin “Kimlerin çocukları” olduğu sorusunu sordu, cevabı usta oyuncu Suna Keskin’den duyduk: “Muhsin Bey’in çocukları.” Bu cevap üzerine Nedim Saban, Muhsin Ertuğrul’un çocukları olarak tanımlanan bu kişilerin Muhsin Ertuğrul ile şehir tiyatrosuna geldiklerini Muhsin Ertuğrul uzaklaştığında ise onunla birlikte uzaklaştıklarını söyledi.
Engin Cezzar’ın bu sahnede ilk Hamlet’i oynayan oyuncu olduğunu, Muhsin Ertuğrul ile bir gemide tanıştıklarını, Muhsin Bey’in “Hangi rolü istersin çocuğum?” diye sorduğunu, Engin Cezzar’ın da “Ben Hamlet olmak istiyorum” cevabını verdiğini, kendine özgü anlatımıyla Nedim Saban’dan dinledik. Muhsin Ertuğrul’un cevabının da “Tamam o zaman Hamlet ol” deyişinden, Ayla Algan’ın ilk kadın Hamlet’i oynayışından bahseden Nedim Saban, usta oyuncu Erol Keskin’in “Her şeyi neşeyle yapan insanların büyüsüne inandığını” da araya sıkıştırdığında mutlaka yazımın başlığı bu olmalı deyip bu kez duyduklarımı ben belleğime aldım.
Söyleme yap, söyleme yap, söyleme yap!
Öğrencilerinin doğaçlama yapmalarına bu sözleriyle destek verdi Nedim Saban: “Söyleme yap!” Demek ki Nişantaşı Üniversitesindeki derslerinde de bu noktaya dikkat ediyor. Oyunculuk eğitimi alırken de şimdilerde oyunculuk eğitimi verirken de en çok dikkat ettiğim konulardan biriydi oyuncunun aklındaki yaparak göstermesi, söyleyerek hikâye anlatıcısı olursun ki onlar da hem söylüyor hem gösteriyor.
‘Muhsin Ertuğrul Bellek Oyunları’
Tiyatrokare’nin sahibi, yönetmen, çevirmen ve oyuncu Nedim Saban’ın İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen 26. İstanbul Tiyatro Festivali için özel olarak hazırladığı Bellek Oyunları’nın Harbiye’deki Muhsin Ertuğrul Sahnesi üzerine gerçekleştirilen çalışmasında, iki kişilik ‘Oyuncu Koçu’ oyunundan sonra Nedim Saban sahneye çıktı ve kendi tasarladığı ‘Muhsin Ertuğrul Bellek Oyunları’ adındaki Nişantaşı Üniversitesi Konservatuvar Sahne Sanatları Bölümü 2. sınıf öğrencilerinin performanslarını yönetti. Tam bir sınıftaki ders havasında geçen performansta öğrencilerin her birini gayretli buldum. Bellek oyunlarında performans sergileyen öğrencilerin isimlerini de bu metinde geçirmek isterim: Muratcan Akbaba, Hande Eker, Zeynep Aksünger, Mert Ahmet Batur, Rasim Çetin, Berat Dabanıuzun, Burak Diner, Pelin Eren, Zeynep Erkek, Mertcan Küçük, Barış Şit, Ferhat Teymur, Hatice Turhan.
Sonuçta mekânların hafızaları insanlar üzerinde ne denli etkiliyse insanların da mekânların hafızalarını yaratmakta üzerlerine düşeni yaptığı bir gerçek. Benim de içinde olduğum seyirci grubu Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesinde performansları izlerken mekânın hafızasına katkıda bulunduk.
Ertesi gün Ses Tiyatrosundaki performansları izleyenler de o mekânın hafızasına ve duygusal belleğine katkıda bulundular. Nedir? Sözcükler havada asılı kaldı, sesler oluştu. Duygular, salınıverilen göz yaşları oluştu. Katılımcı deneyimledi, mekanların öyküleri tazelendi. Mekanlara yeni öyküler yazıldı. Mekân da hatırladı kucağında kimleri yaşattığını, sahnelerinde kimlerin oynadığını ve havada asılı kalan repliklerini…
Haldun Taner’in ‘Sersem Kocanın Kurnaz Karısı’ oyununda tiyatro sevgisini “iki kalas bir heves” olarak tanımlayan başrol oyuncusu Tomas Fasülyeciyan’ın, finalde yer alan repliği: “(…) Zaten aktör dediğin nedir ki? Oynarken varızdır. Yok olunca da sesimiz bu boş kubbede bir hoş seda olarak kalır. Bir zaman sonra da unutulur gider. Olsa olsa eski program dergilerinde soluk birer hayal olur kalırız. Göroorum hepiniz gardroba koşmaya hazırlanoorsunuz. Birazdan teatro bomboş kalacak. Ama teatro işte o zaman yaşamaya başlar. Çünkü Satenik’in bir şarkısı şu perdelerden birine takılı kalmıştır. Benim bir tiradım şu pervaza sinmiştir. Hıranuş’la Virjinya’nın bir diyalogu eski kostümlerin birinin yırtığına sığınmıştır. İşte bu hatıralar, o sessizlikte saklandıkları yerden çıkar, bir fısıltı halinde yine sahneye dökülürler. Artık kendimiz yoğuz. Seyircilerimiz de kalmadı. Ama repliklerimiz, fısıldaşır dururlar sabaha kadar. Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır. Perde.”