Şalom ArtıOnsekiz’in 16 Kasım tarihli sayısında, KIgA e.V. ve İzmir Musevi Cemaati Vakfı ortaklığında çok kültürlü İzmir’de gerçekleştirdiğimiz kültürlerarası gençlik projesini anlatmıştım. Takvim yaprakları uçarcasına tek tek kökünden ayrılırken, zaman bizi miladi takvimin ilk haftasına getirdi. 2022’nin son günlerini ise muhteşem bir ekiple geçirdiğim için gelecek yıla umutla bakıyorum.
İnanması güç ama İzmir yazısının yayınlanmasının üzerinden bir buçuk ay geçti, biz de o arada projemizi tamamladık. Yazıyı kaçıranlar için Şalom’un web sitesinden yeniden bakmalarını öneriyorum: https://www.salom.com.tr/haber/123832/cok-kulturlu-izmir-bu-sefer-de-kulturlerarasi-genclik-projesinin-gozde-yeri-oldu
‘(Un)Stranger Neighbours: Listen, Connect and Build / Yabancı (olmayan) Komşular: Dinle, Bağlan ve İnşa Et’ başlıklı projemizi hatırlatacak olursam; Türkiye ve Almanya arasında köprü kuran, iki kültürü ortak temalarda buluşturan çalışmalar gerçekleştirdik.
İlk kısmı İzmir’de 29 Ekim – 3 Kasım tarihleri arası gerçekleşen projenin ikinci kısmı için 24 – 29 Aralık tarihleri arasında Almanya’nın Frankfurt ve Heidelberg şehirlerinde bir araya geldik. Katılımcılar arasında İzmir’den Yahudi gençler, İstanbul’dan Rum gençler ve Almanya’dan Türkiye kökenli gençler vardı. Grup dinamiği ve öğrendiklerimizin pekişmesi adına İzmir’de bize katılan katılımcıların aynı şekilde projenin Almanya ayağında bulunması çok önemliydi. İzmir’de katılamayan birkaç yeni katılımcı da Almanya’da bizimle beraberdi. Bu vesileyle hem farklı yaş grupları hem de farklı kültürel özellikler açısından daha çeşitli bir katılımcı kitlesine ulaşmak mümkün oldu.
İzmir ayağı hakkındaki yazıda bahsettiğim gibi, bu farklı kültürel bağlamlarda yetişen gençlerin aslında genç ve azınlık olma ortak paydasında buluştuğunu ve bunun getirdiği bilinçle gerçekleştirdiğimiz tartışmalara katkıda bulunduklarını görmek çok ilgi çekici oldu.
21. yüzyılda genç olmak ya da azınlık bir gruba mensup olmak aslında günün sonunda post-modern olarak gelişen hayatımızın içinde bir birey olmanın zorluklarıyla kesişirken, bir de ana akım düşüncelere değer veren bir toplumda bazı yönlerden ötekileştirilmiş olmanın yaşattığı deneyim ile özelleşiyordu. Birbirini bu paydada çok iyi anlayabilen bir grup olduğumuzu gördüğümüzde de bir kere daha projenin beklentileri fazlasıyla tatmin ettiğini hissettim.
Proje için yola çıkarken ulaşmak istediğimiz çeşitli hedefler eşliğinde bir vizyonumuz vardı. Çeşitlilik içeren bir toplumda bir “azınlığın” üzerine düşünmek ve bunun etrafındaki fikirleri tartışmaktı. Projenin İzmir ayağında inşa ettiğimiz temelin üzerine Almanya’da yeni konu başlıkları ekledik. ‘Azınlık olmak’, ‘kimlik ve çeşitlilik’, ‘stereotipler’, ‘önyargı’ ana konu başlıkları her iki oturumda da mevcuttu.
Bulunduğumuz süre zarfı Almanya da dâhil olmak üzere Avrupa’nın birçok şehri hem ölü şehir hem de en çok yaşayan şehri olma özelliğini taşıyordu. İşlerin işleyişi ve hızı, dükkânların kapalılığı vb. nedenlerden dolayı bazı konularda durgun olsa da, bu şehirleri ziyaret eden kişiler için oldukça hareketli ve göz alıcı yanları vardı. Buluşmamızın ilk günü, 24’ü Frankfurt’un çanları bizim için çaldı:) Şehrin eski bölümünde bulunan ve birbirine yakın on kiliseden eşzamanlı çanlar çaldığında biz de o insan kalabalığındaydık. Akabinde gerçekleşen ayin ve sonra uğradığımız şehir Hanukiya’sı da projenin çok kültürlüğüne yaşayan bir örnek.
Frankfurt’ta neler yaptık? Neleri tartıştık?
25 Aralık’ta açık yer bulmak pek kolay değildi ama Frankfurt Yahudi Müzesi’nin açık olması bizim için bir fırsattı. Kalıcı ve geçici sergileri oldukça zengin müzede Almanya ve özellikle Frankfurt’taki Yahudi tarihi ve bugünü, Yahudilikte sanat, ritüel uygulamaları ve materyalleri, Yahudi olmanın çeşitliliği hakkında tematik rehberli bir tur gerçekleştirdik.
Günün ilerleyen saatlerinde ziyaret ettiğimiz Anne Frank eğitim merkezi (Bildungsstätte Anne Frank) benim de şahsen ilk defa gezme fırsatı yakaladığım ve son zamanlarda gezmekten en çok keyif aldığım sergilerden biri oldu. Her biri önyargılarımıza meydan okuyan, toplumsal kanılarımızdaki tek taraflılığı ortaya çıkararak düşünmemizi sağlayan Anne Frank eğitim merkezi ekibini yaratıcı fikirleri için tebrik ediyorum. Hepsi birbirinden ilginç enstalasyonların birkaçını burada anlatmaya çalışacağım. Bunlardan biri hakkında önceden fikir sahibiydim. Orijinal adı Racist Glasses olan Irkçı Gözlükler bölümünde, özel gözlükler aracılığıyla duvarda olan farklı kişilikler hem safi oldukları gibi hem de topluma göründükleri gibi yansıdılar. Irkçı gözlükler bir bakıma at gözlükleriydi. Toplumda bir Yahudi, bir Müslüman, bir Siyahi, LGBTQİ+ üyesi (kurulumda bir lezbiyen çift gösterilmekte), bir Roman, bir seks işçisi hakkında sanılan tüm stereotip özellikleri bir arada toplayan bu kurulum aslında farkında bile olmadığımız bir sürü varsayımı gün yüzüne çıkarıyor.
Sergide Anne Frank’ın hayatı, günlüğü, hatta saklandığı tavan arasını dijital bir ortamda görebildiğimiz bir kısım olsa da Anne’in hayatından ilham alarak farklı karakterlerin hikâyeleri anlatılıyordu. Onlardan yola çıkarak önyargılara karşı ana bir ilke üzerine kurulan serginin çeşitliliği bayağı etkileyiciydi. Aslında yalnızca kültürel farklılıkları olan ötekileştirilmiş gruplara ayrımcılığı anlatan durumları da aşarak kadının toplumdaki yeri ve atanmış rollerine de ince bir bakış açışıyla yaklaşıyordu. Bu ince bakış açısını mizahla harmanladıklarını gösteren üç örnek vereceğim: Birincisi, duruma göre ziyaretçiye kadının kıyafetini seçme hakkı tanınıyor. Sonrasında ziyaretçiye sağlanan tabletler yoluyla, nispeten dekolteli giyim üzerine kadının karşılaştığı kötülemeleri ve nefret söylemlerini takip edebiliyoruz. İkinci örnek yine durumlar üzerinden ikili seçenekler veriyor. Daha iyi anlaşılması adına şöyle örneklendireyim: “Bir ilişkide kadından yaşça büyük erkek mi, küçük erkek mi?” veya “Vücut kılı olan kadın mı, olmayan kadın mı?”… Her ne seçersek seçelim aslında program bize ona karşı gelen bir neden sunuyor. Fazlasıyla akıllıca işleyen etkinliğin demek istediği, ne seçersen seç tek bir cevap yok. Her zaman farklı seçenekleri tercih edenler olacak. Toplumca kabul gören durumlarda ikili sisteme indirgenmiş ‘doğru’ veya ‘yanlış’tan daha fazlası var. Üçüncüsü ise bir robot sistemi üzerinden bir mesajlaşma platformu. Bilgisayarın sunduğu mesajların ayrımcı bir dili olup olmadığına grupça karar veriliyor. Yine katılımcıyı düşündüren ve gündelik hayatımızdaki söylemlere döndüren bir uygulama.
Heidelberg’e geçtiğimizde ise şehrin genel hatlarındaki farkları gözlemledik. Avrupa Merkez Bankası binası ve Eurotower gibi gökdelen ve iş merkezlerinin varlığını çokça hissettiğimiz şehirden nüfus ve yüzey alanı olarak nispeten daha küçük bir şehre, doğayla iç içe bir hayata hızlı bir geçiş yaptık. Her iki şehir de farklı yönlerden zenginlik sunuyordu.
Sıra Heidelberg’e geldiğinde ise…
Almanya’nın bir bölgesi olan ve içinde Heidelberg’i de kapsayan Rhein-Neckar-Kreis’ın Hahamı Janusz Pawelczyk-Kissin ile Heidelberg’deki sinagogda buluştuk. 1938 Kasım pogromlarında yakılan eski sinagogdan söz etsek de, gezimiz 1994’te kurulan yeni sinagogda gerçekleşti.
Heidelberg Yahudi tarihinden ve Kasım Pogromlarından bahseden yazıma geri dönmek için: https://www.salom.com.tr/haber/123791/isimleri-tek-tek-an-hayatlari-kutsa
Bazı katılımcılar ilk defa kipa takarken, bazısı ilk defa bir sinagog ziyaret ediyordu. Ama çoğumuz Heidelberg özelinde derinlemesine bir anlatım dinliyordu. Bazen unutulan bazen ise önemi ikinci plana atılmış küçük Yahudi toplumları gibi; Heidelberg Yahudi tarihi konusunda bilgi sahibi olmak, Sefer Tora’yı görmek, kaşer beslenme kurallarının nüanslarını ve içinde bulunduğumuz Hanuka Bayramımız hakkında fikir alışverişi yapmak çok değerliydi.
İzmir’dekine benzer olarak kimlik üzerine düşündük. Aslında hiçbirimiz sadece Yahudi, sadece genç, sadece Rum, sadece Türk, sadece Müslüman, sadece İzmirli, sadece kadın, sadece erkek, sadece öğrenci değildik…
Çoklu ve çeşitli kimliklerimizin karmaşıklığı kendimizi ve etrafımızdakileri anlamımızı sağlarken, farklı kimlik katmanlarının nasıl beraber var olduğunun ve kesiştiğinin de farkına varıyorduk. Kimliğimiz için önem ifade eden değerleri de grup halinde karar vermeye çalışırken ortaklıklar olsa da bu görevin zorluğu ve bir nokta seçmenin arada kalmışlığı da aşikârdı.
Bunu aslında Türk-Alman biyografileri üzerine çalışırken da fark ettik. Çoklu kimlikler ve Türk-Alman yaşamı hakkındaki ikilemler ve bir kimlik seçmeye zorlanan vatandaşların duygu durumunu analiz ettik. Gerçek hayat öykülerini konuşurken, katılımcılarımızda da benzer deneyimler gözlemledik.
Yürüttüğüm “Grubunuzu Bulun” (Find Your Group / Odd One Out) çalıştayı dışarıdan bir gözle katılımcıları izleme fırsatı yakaladığım için bende ayrı bir etki bıraktı. Gözleri kapalı katılımcılara yapıştırdığımız farklı renklerdeki etiketler, gözlerini açtıklarında konuşmama yönergesi aldıkları etkinlik için yeterliydi. Etiket başlı başına bir yönergeydi zaten. “Renklere göre gruplaşın” denmemesine rağmen aynı renklerin gruplaşması ve tek sarı etiketli katılımcının ister istemez kendini ‘öteki’ hissettiği bir durum söz konusuydu.
Toplumu böylesine ilgilendiren konulardan konuşurken, ‘doğru’ terminolojiden bahsetmesek olmazdı. Stereotipler, önyargılar ve ayrımcılık kavramları benzer durumlara değinse de tüm resmi anlamamız için nüansların önemi büyük. Bunu takiben uygulamalı çalıştayımız “Bazılarımız nasıl geride kalıyoruz?”, kavramları pratiğe dökmemizi sağladı. Gündelik hayatımızda belki de birebir iletişime girmediğimiz ya da karşılaşmadığımız rollere bürünerek, kendimizi onların yerine koyduk. Bu roller tek başına çocuklarını büyüten bekar bir anneden Afgan bir göçmene, Avrupalı genç bir erkekten yaşlı bir engelliye kadar çoğaltılabilir.
Detaylı bahsetmek istediğim son tema ‘Cinsiyet ve Din’ panelimizdi. İki değerli konuğu misafir ettiğimiz paneli modere etme onuruna eriştim. Konuklardan biri trans bir Müslüman kadın diğeri ise Kuir bir Yahudi kadındı. Liberal-Islamischer Bund e.V. , Teilseiend, JMKT (Jüdisch-Muslimische Kulturtage Heidelberg)’de aktif Leyla Jagiella ve Almanya’da Yahudi Kuir üzerine çalışan Keshet Deutschland aktif üyelerinden Ari Elbert ile beraberdik. Keshet’i başka ülkelerde bulmak da mümkün.
Kendi toplumlarında barınmak zaman zaman zorlu olsa da aslında nefret söylemleri, ölüm tehditleri toplumun genelinden gelebiliyor. Bu panelde, özellikle son zamanlarda akademide çalışmaların arttığı kesişimsel nefret söylemi üzerine konukların deneyimlerini dinledik. Aslında kuir kimlikler, dinden çok dini araç olarak kullanıp toplumu kutuplaştıran fikir ve kişilerden kaynaklı zorluklarla karşı karşıya kalıyor.
Bu beş günde öğrendiklerimizi, gezip gördüklerimizi bir yazıya sığdırmak çok zor ancak proje süresince bu konularda da çalışmalarımız oldu; medya okuryazarlığı, sahte haberler ve tıklama tuzağı (Clickbait), tarihte Yahudi-Müslüman ilişkileri, Yahudi-Müslüman kültür günleri gibi günümüzdeki iş birlikleri, Eski şehirde hazine avı…
Projeyi geride bırakırken bir kez daha emeği geçen, maddi ve manevi konularda bizi destekleyen tüm kişi ve kurumlara teşekkür etmek istiyorum: Projeyi finansman danışmanlıkla destekleyen Gençlik Köprüsü’nün(Deutsch-Türkische Jugend Bruecke), maddi katkıları için Bürgerstiftung Heidelberg, konuklarımız;
Yönlendirmeleri ve desteğiyle sevgili Profesör Frederek Musall’a,
Sunumu ve sinagog rehberliğiyle Haham Janusz Pawelczyk-Kissin’e,
İlgi çekici sergi ve paylaşımlarıyla Hanif Aroji ve Bildungsstätte Anne Frank’e,
Değerli deneyimlerini aktarmalarıyla Ari Elbert ve Leyla Jagiella’ya,
İnteraktif sunumuyla Paul J. Fischer’a,
Atölye çalışmalarımız için alan sağlayan Yahudi Çalışmaları Merkezi (Hochschule für Jüdische Studien Heidelberg) ve Artes Liberales’e çok teşekkür ederiz.
Bir başka projede buluşmak dileğiyle…
Komşulara selam ve sevgiyle…