1– Bebek Servisi / Broker
Aynı filmde dramdan komediye geçmedeki ustalığıyla Güney Koreli Kore Eda Hirokazu, yine beş benzemezden bir ‘karma aile’ yaratmadaki becerisiyle ‘yılın en iyi filmi’ sıfatına hak kazanıyor. 2018’de Cannes’da ‘Arakçılar / Shoplifters’de yaptığı gibi, Hirozaku ‘Bebek Servisi / Broker’de de, kan bağları olmayan kişileri bir araya getirip, onların birbirine bağlı bir ailede olduğu gibi, kader birliğine girmelerini anlatıyor. Film, insanların istenmeyen bebeklerini kutulara bırakarak terk ettiği bir dünyada, yolları kesişen bir grup insanı takip ediyor. İnce bir mizah yüklü öykü, insanların doğdukları ailede değil, kendi seçtikleri ailede daha mutlu olabileceği gerçeğini doğruluyor. Cannes jürisi G. Kore sinemasının efsanevi aktörü Song Kang Ho’nun bu filmdeki olağanüstü performansını En İyi Erkek Oyuncu ödülüyle taçlandırdı.
2– Yakın / Close
Cannes’da Büyük Ödülü kazanan Lucas Dhont’un ‘Yakın / Close’u kimlik arayışı üzerine bir başyapıt. İkinci filmiyle Cannes’daki ikinci ödülünü kazanan genç Belçikalı yönetmen, yine queer öyküsüyle cinsellik üzerine cesur filmlerini sürdüreceğini ilan ediyor. Filmde iki yeniyetmenin ergenlik döneminin fırtınalı süreci, kimlik arayışı karmaşası üzerinden tahlil ediliyor. Dört mevsime yayılan öyküsüyle, fresk kalıpları içinde anlatılan ‘Yakın’, yaşadığı acı tecrübeden sonra masumiyetini kaybeden bir lise öğrencisinin duygularının analizini yapıyor. Melodram türünde anlatılmasına rağmen film gözyaşlarını harekete geçirip duyguları istismar etme tuzağına düşmüyor.
3– Hüzün Üçgeni / Triangle of Sadness
Altın Palmiye Ödüllü ‘Hüzün Üçgeni / Triangle of Sadness’, yaratıcısı Ruben Östlund’u Cannes’ın çifte Altın Palmiyeli Yönetmenler Kulübünün dokuzuncu üyesi yaptı. ‘Kare / The Square’den beş yıl sonra yine bu ödüle ulaşan İsveçli yönetmen, bu yılki Avrupa Film Ödüllerinde En İyi Yönetmen ve En İyi Senaryo Yazarı seçildi. Östund insanların davranış biçimlerine odaklanan, sosyolojik tahliller yapan filmiyle burjuvaziyi eleştirerek, sınıflar arası çatışmalara ayna tutan sosyal hicivleri ustalıkla yapıyor. Filmin ilk bölümü milyarderleri ağırlayan lüks bir gemide geçiyor. Geminin batmasından sonra kurtulanların ıssız bir adada yaşadıkları ikinci bölümde anlatılıyor. Burada iktidarın el değiştirmesi özgün bir komediye yol açıyor. Başroldeki G. Afrikalı Chalbi Dean’in filmin vizyona girmesinden sonra, henüz 32’sinde ölmesi sanat dünyasına yasa soktu.
4– Hayvanlar / As Bestas
Ürkütücü bir başyapıt olan ‘Hayvanlar / As Bestas’ günümüzün sosyal sorunu yabancı düşmanlığını eleştirmek için Galiçya’nın bir köyünü fon olarak kullanıyor. Rodrigo Sorogoyen’in bu etkileyici, rahatsız edici, ürkütücü ama inandırıcı sosyal draması, bir çiftin Galiçya’da yerleştikleri köyde, kendilerini taciz eden iki kardeşle yaşadıklarını anlatıyor. Yaydığı gerçeklik duygusuyla film, acımasızlık, şiddet, kötülük, bencillik, korku ve nefret gibi temaların hakkını veriyor. Başrollerdeki Denis Menochet ile Marina Fois olağanüstü performanslarıyla övgüye hak kazanıyor.
5– Drive My Car
Japon sinemasının istikrarlı yönetmeni Ryusukin Hamaguchi ‘Drive My Car’ ile Cannes’da En İyi Senaryo, FİPRESCİ ve Ekümenik Jüri Ödüllerini kazandı. Haruki Murakami’nin bir kısa hikâyesinden, Hamaguchi ve Takamasa Oe tarafından senaryosu yazılan film, kaybettiği eşinin yasını tutan başarılı bir yönetmenin, bir oyununu sahneye koymak üzere Hiroşima’ya yaptığı araba yolculuğunu anlatıyor. Ustalıkla işlenmiş bir yalnızlık mahkemesini anlatan bu zarif film Hamaguchi’nin kusursuz mizanseniyle, oyuncu yönetmedeki becerisiyle baştan sona ilgiyle izleniyor.
6– The Banishees of Inisherin
Venedik’te Martin McDonagh’a En İyi Senaryo, Colin Farrell’e En İyi Erkek Oyuncu ödüllerini kazandıran ‘The Banshees of Inisherin’, Altın Küre Ödülleri için rekor sayıda adaylık aldı. Dört filmlik kariyerinde ilk kez ülkesinde film yapan İrlandalı yönetmen, 1923’teki iç savaş sırasında ıssız ve fakir bir adada geçen bir öykü anlatıyor. Film iki arkadaştan birinin arkadaşlıklarını aniden bitirmek istemesiyle yaşananları anlatıyor. Hem komik, hem sert, hem trajik, hem de dokunaklı olabilen film, erkekler arası dostluğun ve arkadaş kavgalarının benzersiz bir portresini sunuyor. Duygu yüklü, tedirgin edici, hınzır ve mizah yüklü bir film.
7– Tori ve Lokita
Cannes’da iki Altın Palmiye dahil hemen tüm ödülleri kazanan Dardenne Kardeşler, bu yıl da 75. Yıl Özel Ödülünü alarak Belçika’ya boş elle dönmediler. Yönetmenlerin kariyerlerindeki en sert, en karanlık filmi olan ‘Tori ve Lokita’ iki genç göçmenin dokunaklı çıkışsızlık öyküsüne odaklanıyor. Toplumsal sorunlara eğilen, proletaryanın hakkını koruyan, özgün, yalın, gerçekçi politik filmleriyle ünlenen Dardenneler dördüncü göçmen konulu filmlerinde, derli toplu, gereksiz ayrıntılardan arınmış, yaratıcı, duru, olgun üsluplarıyla insancıl mesajlar vermeyi sürdürüyor. Afrika’nın batısından kopup gelen 11 yaşındaki Tori ile 17 yaşındaki Lokita’nın, bin bir zorlukla ulaşabildikleri Belçika’da hayata tutunma savaşını anlatan filmde, Dardenneler sosyal adaletsizlikleri eleştirmeye adanan sinema anlayışlarının son ürünü olarak, kalplere seslenmeyi sürdürüyor.
8– Paralel Anneler / Madres Paralelas
Başarılı duygusal draması ‘Paralel Anneler / Madres Paralelas’ ile Pedro Almodovar 73’ünde enerjisini koruduğunu kanıtlıyor. Senaryosunda renkli kadın portreleri resmigeçidi sunan Almodovar, karakterlerinin duygu yoğunluğunu aktarmada başarılı. Kariyerinde ilk kez politik bir konuyu işleyen yönetmen İspanya İç Savaşı’nın arkasında bıraktığı travmalara değiniyor. İlham perisi, fetiş oyuncusu için yazdığı rolle Penélope Cruz’un kariyerinin en parlak performansını çıkarmasını sağlıyor. ‘Annelik’ temasını inceleyen film ‘hastanede karışan bebekler’ anlatısı üzerinden, annelik içgüdüsünü inceleme konusu ediyor. Kadınların duygularını sinemada en iyi ifade edebilen yönetmenlerden biri olarak, Almodovar ülkesinin Franco’cu geçmişiyle yüzleşmeye soyunuyor.
9– Sönmüş Hayaller/ Illusions Perdues
Xavier Giannoli Balzac’ın tarihi freski ‘Illusions Perdues’ye sadık kalıp perdeye aktarırken insan doğasındaki vasatlığın ve kötülüğün altını çiziyor. Bir ihanetin anatomisine soyunan film bir taşra delikanlısının yükseliş ve yok oluş öyküsünü günümüze ilişkin zeki ve isabetli göndermelerle anlatıyor. Dönemin edebiyat ve sanat çevresi fonunda, tecrübesiz bir şairin masumiyetini kaybetmesini anlatan filmin oyuncu kadrosunda görkemli performanslar var.
10– Belfast
Çocukluk anılarını anlattığı otobiyografik filmiyle Kenneth Branagh ‘Belfast’a bir aşk mektubu yazıyor. Film Kuzey İrlanda’daki Katolik- Protestan iç savaşını, orta direk bir ailenin değişen yazgısı üzerinden anlatıyor. Nostaljik tatlar barındıran duygusal film, çocuk bakış açısından yansıtılan filmler zincirine eklenen son halka oluyor. Alışılmış İRA filmlerinden farklı yapısıyla Branagh ‘Belfast’ı ‘eve gelmekle ilgili, heyecanlı, duygu ve müzik dolu bir yolculuk’ olarak tanımlıyor.
11– Alcarras
Berlin’den Altın Ayı Ödüllü ‘Alcarras’ güçlü bir kapitalizm eleştirisi getiren bir film. Carla Simon’un kariyerinin ikinci filmi bu ödüle ulaşan ilk Katalan film oldu. İlk filmiyle çocukluğunu ve amcasının yaşadıklarını anlatan Simon, bazı küçük insanların hayata tutunma savaşına saygı duruşunda bulunuyor. Atmosfer yaratmadaki becerisiyle, incelikli ve samimi anlatımıyla Katalan yönetmen ‘Alcarras’ta duygusal ve melankolik bir öykü anlatıyor. Profesyonel olmayan, toprağa bağlı yaşayan yerel halktan seçilen oyuncular filmi inandırıcı kılıyor.
12– Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok
18 yaşındayken I. Dünya Savaşı’na katılmaya zorlanan Erich Maria Remarque’ın yaşanmışlık kokan klasik eseri ilk kez bir Alman filmine konu oldu. Bir acemi erin yaşadığı sıkışmışlığı, çaresizliğini, Edward Berger melankolik, dokunaklı, etkileyici ve şiirsel bir sinema diliyle anlatıyor. En ünlü savaş aleyhtarı filmler arasında anılacak bu destansı epik yapıt, sinema- edebiyat buluşmasının başarılı bir örneği. Film, savaşın arkasında bıraktığı korkunç tahribatı, lise öğrencisiyken cepheye sürülen yeniyetmelerin üzerinden izleyiciye geçirmede başarılı.
13– Coda
‘Coda’ aday gösterildiği üç dalda da Oscar kazanarak olağanüstü bir başarı gösterdi. Henüz ikinci uzun metrajlı filmini gerçekleştiren kadın yönetmen Sian Heder En İyi Uyarlama dalında Oscar ile taçlandırıldı. Filmde engelli bir aile reisini canlandıran Troy Kotsur En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülünü kazanarak, Akademi tarihinde Oscar alan ilk sağır-dilsiz aktör oldu. Güçlü rakiplerini geride bırakarak En İyi Film Oscar’ını kucaklayan ‘Coda’, 2014 yapımı Fransız filmi ‘Hayatımın Şarkısı / La Famille Bélier’nin ‘remake’i. ‘Coda’ işitme engelli üç oyuncunun oynadığı ilk film. Anne rolündeki Marlee Matlin 1986’da ‘Başka Tanrının Çocukları’ ile Oscar Ödüllü ilk sağır-dilsiz oyuncu olmuştu.