Biri varlığımızın dünyevi diğeri de semavi yönüne hitap eden iki çeşit sır vardır. İlki herkesten saklanan ve insanları kandırmak için kullanılan sırlar ki bu giz perdesi ortadan kalktıktan sonra tüm cazibesini yitirir. Sihirbazların sırları gibi… Diğeri ise herkese açık olan inceledikçe ve daha derine indikçe ortaya çıkan yeni sorularla gizemini daha da artıran, insanı farklı düşünce kavşaklarına götüren, geçen binlerce yıla rağmen üstünden sır perdesi kalkmayan gizemli bilgiler. Kutsal Kitap´ın sırları gibi…
İnsanoğlu önceleri yanıtları hep dışarıda aradı. Bilenlere soruldu, kitaplar okundu, deneyimleyenlerin tecrübelerine başvuruldu. Asırlar sonra aslında tüm yanıtların kendi içinde gizli olduğunu fark etti. Ancak bilginin yetmediği yerde gizemleri çözmek için kehanete başvuruldu.
“Sen Tanrı’yla konuşursan dua, Tanrı seninle konuşursa buna şizofreni denir.”
Thomas Stephen Szasz
Oysa Kutsal Kitap (Tora) bunun mümkün olduğunu ve Tanrı’nın bizimle üç farklı şekilde konuşabileceğini öğretir.
İlki peygamber olup vahiy alabilmek, diğeri rüyalar yoluyla gelecekten haber almak ve sonuncusu gizemli kadim nesneler olan Urim ve Tumim taşlarıyla Tanrı’nın iradesine ulaşmak.
Seçilmiş olmayan veya bir yaşam boyu süren eğitimden yoksun olan ortalama insanlar için ilk iki yol neredeyse kapalı olduğuna göre geriye tek bir seçenek kalır;
Urim ve Tummim.
Dünyanın en iyi ilk on üniversitesi arasında yer alan eğitim kurumlarının kuruluş vizyonlarını etkileyecek kadar önemli olan ve zamanla unutturulmuş olan bu sır nedir? Modern bilim yuvalarında Kutsal Kitap’ın felsefeleri barınabilir mi?
İnsanın ‘ışık’ ve ‘hakikat’ arayışında soruları yanıtlayan efsanevi taş Urim ve Tumim’den söz ediyorum.
Eski İbranicede karanlıkta kalmış en önemli konulardan biri Urim ve Tumim’dir. Halen ne olduğu ve nasıl kullanıldığı gizemini korumaktadır. Yüksek Kâhin’in (Kohen Ha Gadol) ilahi iradeye ulaşmak için kullandığı kura taşları olarak bilinir.
“Urim ve Tumim’i, Hoşen Mişpat’ın içine yerleştir ve Tanrı’nın Huzuruna geldiğinde Aron’un Kalbi üzerinde olsunlar…” (Şemot 28:30)
Tarihçi Titus Flavius Josephus (doğum ismiyle Yosef ben Matityahu) Yahudilerin Eski Eserleri (Antiquities of the Jews) kitabında Urim ve Tumim'den bahsediyor ve en son John Hyrcanus (Yoḥanan Cohen Gadol - MÖ 134) tarafından kullanıldığını iddia ediyor.
Çoğu bilim insanı bu taşların bir tür kehanetle ilişkili nesneler olduğuna inanıyor. 1911'de Milano'da verilen bir konferansta, fikirleri antroposofinin ruhani felsefesini kuran Avusturyalı akademisyen Rudolph Steiner Urim’i, ahlak için, Tumim’i ise bilgelik için bir sembol olarak tasavvur etti.
En yaygın kullanımı ile Urim’in ışık (ışık vermek) ve Tumim’in tamlık (mükemmellik) olduğu söylenir. Dolayısıyla ‘ışık’ ve ‘tamlık’ veya ‘vahiy’ ve ‘hakikat’ diyebiliriz.
Günümüz dünyası
Kutsal Kitabın anlatısına ara verip günümüz dünyasına dönmek istiyorum.
1996 yılında 42 ülkede yayınlanan ve 26 dile çevrilen Paulo Coelho’nun Simyacı kitabına ilham olan Tora’daki kodları kısaca deşifre etmek istiyorum. Kitapta Santiago adlı gencin destansı öyküsü (kişisel menkıbesi) işlenir.
Santiago bir rüya görür ve rüyanın gerçekleşmesi ile birlikte yaşadığı olaylar işlenir. İspanyolca Santiago isminin etimolojik kökü olan Yaakov’a, hikâyedeki Salem Kralı ile ilk kâhin (Kohen) olan Malkisedek’e, sürünün 1/10’nunun hediye edilmesiyle Maaser’e (ondalık mitsvasına) atıfta bulunulur ve Yaakov’un 70 kişi ile Mısır’a inmesi kahramanımızın Mısır’a yolculuğu ile sembolize edilir.
Kitabın en vurucu motifi Urim ve Tumim’dir. Tanrı’nın gösterdiği yolda ilerlemek için doğruyu ya da yanlışı gösterme gücü olan kutsal kadim taşlar.
Bu noktada Yahudiliğin, Amerikan demokrasisinin kurucu babaları üzerindeki etkisinin şaşırtıcı kısa bir öyküsüyle devam etmek istiyorum.
Amerika Birleşik Devletleri’nin kuruluşu, dünya tarihinde benzeri olmayan bir olaydır. Modern bir cumhuriyet olarak kurulan ülke Kutsal Kitap’ı (Tora) temel alıyordu ve ilk prensiplerinden biri dini toleranstı. Çünkü 17. yüzyılda Amerika’nın ‘New England’ bölgesine (Vermont, New Hampshire, Massachusette, Portland) yerleşen ilk göçmenler, Avrupa’daki dini zulümden kaçan sofu Protestanlardı (Püritenler). Püritenler, İngiltere’den kaçarak Amerika’ya göç etmelerini Yahudilerin Mısır’dan çıkışına benzetiyor,aynı olayın yeniden yaşandığını düşünüyorlardı.
Onlara göre İngiltere adası, Mısır toprakları ve hüküm süren kral da firavundu.
Atlas Okyanusu aşmaları, Kızıldenizi’i geçmeleri ve yeni vatanları olan Amerika kıtası – vadedilmiş ülke olan İsrail idi. O topraklarda yaşayan Kızılderililer ise antik dönemdeki Kenaan halkıydı.
Gabriel Sivan, The Bible and Civilization (İncil ve Medeniyet) kitabında şöyle yazıyor: İlk kez 1621 yılında, Mayflower’ın kıtaya varmasından bir yıl sonra kutlanan Şükran Günü, orijinalde Yahudilerin Yom Kipur’una benzer bir gün olarak tasarlanmıştı; o gün oruç tutulacak ve dua edilecekti.
Kutsal Kitap’taki insanlarla, Massachusetts Bay Kolonisinin ilk yerleşimcileri kadar özdeşim kuran başka bir Hıristiyan cemaat yok. Bu Püriten göçmenler kendilerini İlahi İrade’yi hayata geçirmek üzere seçilmiş bir halk olarak görüyordu.
New England’daki kolonilerde geçerli olan ilk yasalar tamamen Kutsal Kitap’a dayanıyordu. New Haven’da 1639 yılında yapılan ilk genel toplantıda, John Davenport koloninin yasal ve ahlaki temelinin Tora olduğunu açıkça beyan etti.
Kutsal Kitap (Tora) ayrıca aralarında Harvard, Yale, Princeton, Kings College (Columbia), ve Johns Hopkins gibi okulların da bulunduğu çeşitli eğitim kurumlarının kuruluşunda da önemli bir rol oynadı.
17. yüzyılın başlarında İbranice o kadar popüler olmuştu ki, Yale Üniversitesindeki birçok öğrenci eğitime başlama konuşmalarını İbranice yapıyor ve Harvard, Yale, Columbia, Princeton üniversitesinde İbranice dersi veriliyordu.
Aralarında Amerika’nın kurucularının da olduğu birçok önemli kişi (Thomas Jefferson, James Madison, Alexander Hamilton) bu üniversitelerden mezun oldu. Dolayısıyla, bu siyasi liderlerin büyük bölümü sadece Tora’yı çok iyi bilmekle kalmayıp, İbranice de biliyorlardı. O döneme baktığımızda, Püritenlerin Tora motiflerinin siyasi amaçlarla kullandığını görüyoruz.
1776 yılında Benjamin Franklin, John Adams ve Thomas
tarafından önerilen, Birleşik Devletler’in ilk resmi mührünün
tasarımı, Yahudilerin Kızıldeniz’den geçişini tasvir
ediyor. Tasvirin etrafında ‘Tiranlara Direnmek, Tanrı’ya İtaat
Etmektir’ yazısı yer alır.
Aynı şekilde Philadelphia’daki Independence Hall’de (Bağımsızlık Salonu)
bulunan Özgürlük Çanı’nın üzerindeki yazı Tora’nın Vayikra kitabından
alıntılanmıştır.
“Bütün ülke halkı için özgürlük ilan edeceksiniz.” (Vayikra 25:10)
Tora’nın Amerika demokrasisi üzerindeki etkisini anladıktan sonra eğitimindeki izleri sürmek üzere Yale Üniversitesinin mottosu olan URİM ve TUMİM konusuna tekrar geri dönebiliriz.
İbranice karakterlerle ‘Urim ve Tumim’ Latincede ‘Lux et Veritas’ olarak karşılık bulur. Işık (gerçek) ve hakikat (yanılsama) anlamında.
Protestan kilisesine bağlı din adamları yetiştirmek üzere kurulan Yale, teoloji ve antik diller üzerine odaklandı. 1777 tarihinde temel bilimler ve beşeri bilimlere kaydı; 1861 yılında ise Amerika’da ilk doktora derecesini veren kurum oldu.
Son 38 yılda ABD başkanı olan sekiz kişiden dördü Yale mezunudur. Beş Amerikan başkanı, 19 Yüksek Mahkeme yargıcı, yaşayan 13 milyarder ve birçok yabancı ülke başkanı mezunlar veya çalışanlar tarafından kazanılan toplamda 52 Nobel ödülü de bulunmaktadır.
Yale’in kurucuları Harvard mezunlarıydılar. Bitirdikleri okulun (aldıkları eğitimin) sloganı olan ‘veritas’ın yani salt ‘bilginin’ yeterli olmadığını düşünerek kurdukları üniversitenin mottosuna ‘lux’ ibaresini, ‘felsefesini’ ekleyerek vizyonlarını Urim (ışık/gerçek) ve Tumim (hakikat/yanılsama) olarak şekillendirdiler.
Onlar birer ‘ışığı gören’ oldukları için matematik ile metafiziğin, teoloji ile ahlakın el ele gitmesi gerektiğini ısrarla savunuyordu.
‘İhtişamın Işığı’ anlamına gelen Zohar Kitabında Urim Aramicede ‘Aspaklarıa ha-meira’ (Süpernal Mirror) olarak adlandırılıyor. Has Işık… Tumim ise ‘Has Işık’ın prizmadan geçtikten sonra kırılarak gökkuşağı misali farklı renklere ayrılmasına ‘Aspaklaria sh-eyno meira’ denir. – Işığın gölgesi…
Has Işığı sadece Musa Peygamber deneyimleyebildi.
Şemot Kitabı 33:11 ayetinde “Tanrı, Moşe ile yüz yüze konuşurdu” veya Bamidbar Kitabı 12:8 ayetinde “Moşe ilahi forma baktı” sözleri buna atıfta bulunur.
Aynada yansıyan ışığa (iz düşümüne) benzer.
Kıymeti, Işık ile Gözlemcinin aynı tarafta olmasından kaynaklanır. “Korkunç bir görünüm gördüm” (Yeşaya 21:2), “Tanrının sözü, Avram’a bir vizyonla geldi” (Bereşit 15:1), “Çok görümler sağladım” (Hosea 12:11) ayetlerinin anlamı da prizmadan farklı renklere kırılarak geçen ve evrende süzülen ışığı betimler.
İbranice Nirah – birçok şekilde (farklı şekilde) görmenin karşılığıdır.
Opak bir mercek üzerinden ışığı izlemeye benzer.
Çocukluğumun Hacivat-Karagöz perdesi bu kavrama bir örnek olabilir.
Perdede bir şekil görünür ancak detaylara hâkimiyet yoktur. Çünkü Işık ile Gözlemci farklı taraftadırlar.
Bir merceğin yontulmuş (işlenmiş) tarafı Işığı yansıtırken (Urim) opak (ham) tarafının (Tumim) yansıtma kudreti yoktur.
Zohar’ın bize açıkladığına göre insanoğlu da henüz işlenmemiş bir mücevhere (mercek) benzer. Kendisini parlattıkça tıpkı bir merceğin yaptığı gibi tüm ışıkları kendi üzerinde toplama kudretine erişir. Böylece karanlığın arkasındaki ışığı görme yetisini kazanır. Bu dışarıdan gelen bilgidir. İçten değil. (Peygamber olmadığımız için) Peygamber ağacın nerede olduğunu bilir. O gider ve bulur. Ama sıradan insan da bu hareketi yapmak arzusunda ise o ağacı araştırır ve bulur.
Önemli olan içimizdeki kutsal kıvılcımın ışığını (Netsisot) uyandırabilmektir.
Sadece ilmin gerçeği ile mükemmeliyet ölçüleri olan karakter ıslahını tamamlayanlar bu iki dünyayı sentezleyerek Tanrı ile iletişime geçebilmişlerdir. Bazı düşünce derneklerinin ifade etmiş olduğu gibi yalnızca Kamil İnsanlar, Nur-u Ziya’ya erebilirler.
Yahudilik açısından ise şu örneği verebilirim. Urim ve Tumim (Lux et Veritas) Işığının kudreti altında yetişen Albert Einstein’a, atom bombasını yaratabilecek güçte bir şeyi neden yaptığı sorulduğunda “Belki insanlığa bir faydası olur düşüncesiyle” şeklinde cevap verir. (Asla atom bombasının yapım sürecine katılmamıştır.)
Oysa sadece Tumim (Veritas) ışığıyla yetişen Macar fizikçi Edward Teller’e neden hidrojen bombasını yaptığı sorulduğunda ‘ilim oradaydı ben var olanı ortaya çıkardım’ şeklinde yanıt verir. Seçkin bir azınlık bu dünyayı has ışık olan ‘Aspaklaria Ha Meira’ aracılığıyla görürken birçoğumuz neden ışığın gölgesi ile yetinmek zorunda kalıyoruz.
Etrafınızdaki dünyanın derinliği ve dokusunu görebilmek için siz hangi lensi takmayı tercih edersiniz?