Shakespeare´in dehâsı anlattığı öykülerden ve bu öyküleri başarıyla kurgulamasından çok, öykülerin özündeki insanî boyutu en derinlere kadar didik didik etmiş olmasındadır. Söyleminin günümüz insanı için anlamını ararken, ustaya sadık kalmak adına metni kutsal ve dokunulmaz kabul edecek yerde, ruhuna ve özüne sadık kalarak kimi zaman değiştiren, kimi zaman ters yüz ederek okuyan Kemal Aydoğan, Moda Sahnesi´nde yönettiği Shakespeare yorumlarında, çok zengin ve heyecan verici sonuçlara ulaşır.
‘The Taming of the Shrew/ Şirreti Evcilleştirmek’
Aydoğan, ‘Hamlet’in traji-komik öyküsünü müthiş başarılı bir yorumla sahnelerken, trajik boyuta komiğin altını iyice çizerek etkileyici biçimde ulaşır; ‘En Kısa Gecenin Rüyası’nı keyifli bir eğlenceliğin çok ötesine götürerek müthiş ciddi, komik, güncel ve de ‘bizden’ bir seyiliğe dönüştürür. Eleştirel ve politik bir bakışla ana karakterleri biraz geriye çektiği ‘Fırtına’da, cilâsı kazındığında ihtiraslı, ahlaksız, hain kimlikleri hemen beliriveren yan karakterleri öne çıkarır.
Geldik bizde yıllardır ‘Hırçın Kız’ adıyla sahnelenen, Emine Ayhan’ın çok başarılı çevirisinden yola çıkan Kemal Aydoğan’ın özgün adı ‘The Taming of the Shrew’nün tam karşılığı olan ‘Şirreti Evcilleştirmek’ başlığıyla sahnelediği oyunun baş kadın karakteri Katerina’ya.
Shakespeare, yaşamış olduğu döneminin erkek egemen bakış açısını paylaşır; ikincil cins gördüğü kadınları tam olarak aşağılamasa da epey tepeden bakar.
Kadın karakterlerini, Juliet, Goneril, Gertrude ya da Lady Macbeth gibi güçlü ve kişilikli de olsalar, Ophelia, Cordelia, Desdemona gibi teslimiyetçi ve itaatkâr da olsalar, öldürerek, çıldırtarak, intihar ettirerek cezalandırır. Huysuz, aksi, geçimsiz, baş belası bir cadaloz olarak gördüğü Katerina da onunla iyi bir drahoma karşılığı evlenmiş Petruçiyo tarafından evcil bir hayvanmış gibi evcilleştirilip uysallaştırılır.
Kemal Aydoğan’a göre Shakespeare, ‘şer’ ile etimolojik bağından ötürü ‘şirret’ diye çevrilen ‘shrew’ sözcüğünü döneminin kadın düşmanı ‘şirret’ ve ‘evcilleştirme’ söylemi içinde kullanır. Hayvanları ve doğayı evcilleştirmiş erkeğin, dayatılan cinsiyet rolüne uygun davranmayan kadını, aile kurumuna yerleştirilecek şekilde eğitip uysallaştırılmasını doğal karşılar. Aydoğan’ın, kadınların erkekler karşısındaki edilgen davranışına, babasının söz dinleyen, boyun eğen, cici kız kardeşi Bianca ile kendisi arasında ayırımcılık yapmasına isyan eden, Bianca’nın ikiyüzlü taliplerinden hazzetmeyen kişilikli Katerina’nın, Petruçiyo tarafından sindirilmesini hazmetmeyeceği aşikârdır. Usta işi bir ön oyun ve bir prologla, hem Shakespeare’in metnine sadık kalır, hem de ‘evcilleştirme’ olgusunu tersine çevirmeyi başarır.
Sahnelemeye gelince yönetmen Aydoğan, iki karşılıklı amfinin arasındaki meydan sahnesinde Bengi Günay’ın zengin evini simgeleyen dev yataktan oluşan yalın dekoruyla yan yolları ve koridorları da gösterime katarak, çok başarılı sahne trafiğinin de desteğiyle tüm mekânı oyun alanına dönüştürür. Gamze Saraçoğlu ve Asena Saban’ın her türlü modanın dışında kalan uçuk kaçık kostümleri, güldürünün çılgın boyutunu ve anlatının zamansızlığını daha da pekiştirir.
Oyuncu yönetimi her zamanki gibi müthiş etkileyici. Sahneye ilk çıktığı günden beri tiyatromuzun en iyi oyuncularından olduğunu kanıtlamış Melis Birkan’ın Katerina’sı olağanüstü. En şirret ve de en uysal anlarında bile içindeki sağlam kişiliği ustalıkla yansıtan kusursuz yorumuyla bu rol için ondan başka bir oyuncu olamayacağını ispat eder. Sahnede izlemeyi özlediğimiz Timur Acar’ın, erkek egemen toplumu maçoluğuyla simgelerken, ‘sert erkeklikle’ dalga geçen Petruçiyo’su da müthiş keyifli ve usta işi.
Karakterden karaktere geçen Uluç Esen, Sedat Küçükay, Elif Gizem Aykul, Gürsu Gür, Çağlar Yalçınkaya, Ali Büyükkartal ve Yasin Yürekli’nin ekip oyunculuğu dört dörtlük.
Büyük keyifle izlenen, Shakespeare’e ihanet etmeden, kadın düşmanı söylemini tersyüz edişiyle bir metnin ruhuna sadık kalarak günümüze uyarlanması konusunda tiyatro dersine dönüşen, çok iyi sahnelenmiş ve yorumlanmış bir yorum. Mutlaka izlenmeli. 12, 13, 14, Ocak 20.30, 15 Ocak 16.00 ve sezon boyunca Moda Sahnesi’nde.
Çok ilginç bir Albert Camus uyarlaması
‘L’étranger / Yabancı’
“Bugün annem öldü; ya da dün, bilmiyorum”
Fransız filozof, oyun ve deneme yazarı, romancı Albert Camus, edebiyatla felsefe yapan nadir yazarlardandır. ‘L’étranger / Yabancı’ romanında, başkişisi Mersault aracılığıyla hayata ve yaşama kişisel bakış açısını aktarır, insanın varoluşuna dair felsefi alt metniyle etik ve ahlaki bir tartışmaya yol açar.
Camus’nün romanından Sercan Özinan’ın uyarlayıp yönettiği, dramaturgisi Ece Özinan’a, hareket tasarımı Dicle Doğan’a, dekoru, kostümleri, ışık ve maskeleri Polat Canpolat’a ait ‘Yabancı’, Atlas Tiyatro Araştırmaları’nın 11. yapımı.
Romanda tesadüf eseri bir cinayet işleyen Mersault mahkemeye çıktığında, birkaç gün önce ölen annesinin cenazesinde ağlamayışı aleyhinde delil olarak kullanılarak idam cezasına çarptırılır. Mersault’nun ölüm ve ölüme karşılık yaşama içgüdüsü sıradan bir davranıştan ibaret olmasına karşın, oyunda onu müphemliğe sürükleyerek zamanda var olamayan belleği bölünmüş, parçalı, etrafındaki her şeye karşı ‘yabancı’ bir hâl alır.
Yabancı Mersault’nun birleştirilmiş dört parça ahşap küpten bir yatak üzerine uzandığı, kalktığında aşırı yavaş çekilmiş bir filmdeki gibi hareket ettiği uzunca bir ön oyunla açılır.
Bu ön oyun, sahnelemenin düş ya da karabasan tonlamasıyla gelişeceğini haberler gibidir. Düşsel anlatımda orijinal metindeki kronoloji kırılır, öykü ortasından başlayarak hem başa hem sona doğru farklı yönlerde gelişir.
Başkişisinin ‘zaman müphemliği’ne dayandırılan uyarlamada, parçalanarak dörde ayrılan, Mersault’nun bir türlü düzene sokamadığı küpler, onun ‘zamanın’ içerisinde hapsolmuş, ‘zamanın’ dışına çıkamamış belleğinin bölük pörçük parçalarını simgeler. Bu parçalar ancak başka biri tarafından bir tabuta dönüştürüldüğünde Mersault’nun varoluşu tamamlanır ve sona / ölüme ulaşır.
Sercan Özinan’la dramaturg eşi Ece, çok zor bir işin altından büyük başarıyla kalkmışlar. Öyküselden çok düşünsel boyutu olan metni, düşündürücü, etkileyici, ama aynı zamanda dört dörtlük bir tiyatro oyuna dönüştürmüşler. Sahnelemede, zaman müphemliği ya da parçalanmış bellek gibi kavramlara ustalıklı görsel karşıtlıklar yaratılmış. Sözünü etmiş olduğum dört küple Mersault’nun parçalanmış belleği, fonda üzerinde Mersault’nun hayatına dair kilit cümleler serpiştirilmiş yarı şeffaf perdelerle de bellekteki zaman odaları yansıtılmış.
Müthiş başarılı takım oyunculuğunda ilginç bir düalite vardır. Mersault’nun belleğinde birer iz olarak kalan, Abdurrahman Merallı, Ender Sakallı, Gülçin Yiğit, Hasan Demirci ve Kutay Karagülle tarafından değişe değişe var edilen her bir karakter, Mersault’nın anımsadığı bir ayrıntısını simgeleyen değişik maskelerle var edilir. Tüm bu yan karakterler karabasansı bir groteskle yorumlanırken, Mersault’yu canlandıran Melih Efeçınar, düşü gören, onu yaşayan tek gerçek kişi olarak duru, doğal, mesafeli ve gerçekçi oyunuyla her şeye ve herkese ‘yabancı’ kalır. Tüm ekibin kostüm ve maskelerinden abartılı oyunculuğunun karşıtı olarak giysisinden yorumuna maskesiz Mersault'nun doğallığı ve doğal olduğu için yabancı kalması müthiş parlak bir fikirdir.
Çok sevdiğim bir romanı sahneye getirmiş oldukları, çalışmanın çoğu ayrıntılarını aktarmada bana çok yardımcı olan reji ve dramaturgi notlarını benimle paylaştıkları için Atlas Tiyatro Araştırmaları’na kişisel bir teşekkür borçluyum.
Felsefi romana getirdiği görsel ve teatral boyut, sıra dışı sahnelenmeyle ‘Yabancı’, uyarlama konusunda tiyatro dersi olabilecek düzeyde çok etkileyici bir oyun.
Mutlaka izleyin. 15 Ocak Kadıköy Par Sahne, 11 Şubat Kültüral Performing Arts ve sezon boyunca İstanbul sahnelerinde.
Hepinize iyi seyirler dilerim.