Brezilya´daki son gelişmeler, ABD Kongresinde 15 tur sonra seçilebilen meclis başkanı, tansiyonu aynı hızla süren Ukrayna-Rusya Savaşı, Fransa´daki istikrarsızlığı sürdüren sokak olayları, doğalgaz açısından iyi gibi görünse de iklim açısından kışın bir türlü Avrupa´ya gelmemesi, Kadıköy´ün büyüsünün artık bozulması. Yetmez mi?
Petrolün varil fiyatının hazirandan bu yana 120 dolardan 80 dolar seviyesine inmesi ve son birkaç aydır emtia fiyatlarındaki düşüş kendisini ABD ekonomisinde gösterdi ve enflasyon beklendiği kadar olmasa da aşağı yönlü bir hareket gösterdi. Bunu Fed’in faiz artışlarına bağlayanlar olsa da aslında 1980-81 Volcker şok faiz artışları dönemindeki gibi, aslında enflasyonu o dönemde de Alaska ve Meksika’daki petrol kuyularının devreye girmesi yani arz artışı frenlemişti. Arz enflasyonunda, tedarik zinciri sorunlarında faiz artışı bir yere kadar etki gösterebilir. Nitekim Allianz Research ve Refinitiv Datastream araştırmasına göre ABD’de enflasyonun %50 talep kaynaklı, Euro Bölgesinde %25. Yani talebi kısmak için yapılan politika faiz artışlarının etkisi en fazla bu kadar olabilir. Ancak büyüme üzerindeki olumsuz etkisi daha fazla. Nitekim bu yıl ABD ekonomisinde ve dünyada resesyon kaçınılmaz olan. Aslında enerji ve emtia fiyatlarındaki düşüş bunun bir emaresi. Buna ECB de eşlik ederse (doğalgaz sorunu ile daha fazla) Avrupa da katılacak. Bu nedenlerle, OECD küreselde enflasyonun yüksek kalacağını belirterek ekonomik büyümeyi aşağı yönlü yeniledi, IMF yine daralmaya işaret etti. Bu durumun stagflasyona dönme olasılığı da yüksek. Yani enflasyonla birlikte işsizlik ve durgunluk. Satınalma Müdürleri Endeksi (PMI) gelişmeleri ve navlun taşıma fiyatlarındaki sert düşüş, ABD teknoloji şirketlerindeki işten çıkarmalar bu durumu teyit ediyor. Ayrıca OECD’nin “Economic Outlook Issue 2” raporu merkez bankalarının faiz artışlarının enflasyon üzerindeki etkilerinin az, büyüme üzerindeki olumsuz etkilerinin çok olduğunu söylüyor. Nitekim o kadar faiz artışı ABD’de yumurta fiyatlarını hala düşüremiyor. Yumurta fiyatına göre ABD resmi enflasyonu %7,1 değil, %49 (yazı ile yüzde kırk dokuz). Hem de baz etkisiz. Yok canım diyenler için İtalya’nın üretici fiyatları artışı %40’lardan daha yeni %30’lara geldi. Keza başta ABD tahvilleri olmak üzere gelişmiş ekonomilerin tahvil faizleri ve verim eğrileri de bize bu gerçekleri teyit ediyor.
Avrupa ve dünyada neler oluyor?
Bunların yanında başka ciddi bir sıkıntı daha var. Önümüzdeki iki yılda Avrupa Birliği ekonomilerinin hazinelerinin yaklaşık 300 milyar Euro refinansman yapması gerekiyor. Ancak yükselen faizler karşılığında merkez bankalarının bilanço daraltmaya başlaması ciddi bir sorun doğuracak. Bu tahvilleri artan faiz maliyetleri ve hazine bütçe açıkları ile kim alacak? Sadece ABD tahvillerinden bir yılda kaçış 500 milyar dolar. Yani, tahvil piyasasında sıkıntılar enflasyonlar düşse de sürecek demek. İtalya ve Yunanistan ise en sıkıntılı olan ülkeler. Bu likidite oynaklığı ve tahvil sıkıntılarını en son İngiltere’de, Japonya’da ve İsviçre’de gördük. Bahsettiğimiz ülkelerin baz para olarak kabul gören para birimleri dolar karşısında ciddi değer kaybetti, müdahale ederken başka sıkıntılar yaşadılar. İsviçre Merkez Bankası mesela rekor zarar açıkladı. Yani beterin beteri uzun zamandır işaret ettiğimiz 2000 veya 2008 krizinin bir benzerinin oluşması riski. Küresel durgunluk eğer bir likidite krizine dönmezse enflasyonlardaki durgunluk kaynaklı bir nebze yavaşlama dünyaya biraz nefes aldırabilir. Ancak temel belirleyici etken yine arz, enerji ve emtialar olacak. Öte yandan, genel olarak küreselde finansal piyasalarda oynaklıkların süreceği bir yıl olacak. İşte Elon Musk’ın Brezilya seçimlerinde Twitter’ın etkisini ifşa etmesinin hemen arkasından Brezilya’daki son gelişmeler, ABD Kongresinde 15 tur sonra seçilebilen meclis başkanı, tansiyonu aynı hızla süren Ukrayna-Rusya Savaşı, Fransa’daki istikrarsızlığı sürdüren sokak olayları, doğalgaz açısından iyi gibi görünse de iklim açısından kışın bir türlü Avrupa’ya gelmemesi, Kadıköy’ün büyüsünün artık bozulması. Yetmez mi? Yılın ilk videosunun son sahnesi ise daha dramatik. Fed’in sürekli enflasyonun altında politika faizi belirlemesi ile bu faiz yalanı karşısında, günden güne eriyen dolar birikimlerimizin sürekli erimesi ışığında, 50 milyon doların altında mutlu ve mesut geçinemeyeceğimizin ortaya çıkması.
Ekim 2022 tarihli Bundesbank ekonomistlerinin tartışma makalesi ise çeşitli ekonomilerin ABD para politikasından etkilenme düzeylerini araştırmış ve sonuç olarak makro ihtiyati tedbirler ile döviz kuru politikalarının, döviz kuru riskine açık ve şirketleri yüksek seviyede borçlu ekonomiler için doğru olacağını yazmış. Aslında kur korumalı mevduat ile birlikte tam olarak içinden geçtiğimiz süreç. Aralık 2022 IMF ekonomistlerinin makalesi ise yine bizdeki makro ihtiyati tedbirleri teyit eden cinsten. Döviz riski ve borcu yüksek şirketlere sahip ülkelerde, merkez bankalarının fazla rezerv tutma arzusunun sermaye uyumsuzluğunu ve döviz kredi risk iştahını arttırdığını söylüyorlar. Bunun yerine bankacılıkta güçlü sermaye yeterlilik oranının oluşturulması gibi makro ihtiyati tedbirler ile daha az rezerv (maliyeti) tutarak para politikası izlenebileceği sonucuna varıyorlar. Bizdeki fatura karşılığı kredi kullandırımları yani proje bazlı krediler, ticari kredi faizlerine narh koyulması ve zorunlu tahvil karşılıkları, aslında kredi karşılıkları ve oradan hareketle sermaye yeterliliği üzerinden, ekonomi modeline uygun gitmesi arzusu ile alınan makro ihtiyati tedbirler. Bu iki makale aslında Fed’in politikaları karşısında ülkelere özgü (yeni) iktisat bilimi kurallarına dönüş adına bir çağrı mı okuyucular karar versin. Ama IMF tartışmaları sürerken IMF mi bizim politikalara yaklaşıyor, Fed’in politikalarından olumsuz etkilenen Almanya (ekonomisi) bizdekine benzer arayışlar içine mi giriyor diye sordurtan gelişmeler.
Son olarak, bizde ise merkez bankamızın rezervlerindeki gelişim bizi rahatlatıyor. EYT, asgari ücret zammı, baz etkisi ile düşen enflasyon, teşviklerin etkisi ile yılın ilk yarısının nispeten canlı geçmesi beklenebilir. Ancak büyüme Avrupa pazarı ve küreseldeki gelişmelere göre geçen seneye göre daha düşük gelebilir. İkinci yarısı ise küreseldeki gelişmelere (ve seçilecek para politikalarına) bağlı olarak yılın ilk çeyreğinden sonra yönünü belli edecektir.