Sisteme dahil olup eşitlenmek isteyen, Sistemi yıkıp eşitler yaratmak isteyen, Sistemden kovulunca zaten eşit olmadığını fark eden, Sisteme dahil olmayıp eşitliği umursamayan, Sistemi hayallerinden dolayı göremeyip eşitlik nedir anlamayanların anlatısı... Nerdeyse Eşittir
Tiyatro•da, kumbaracı50'nin ondokuzotuz atölyelerinde tiyatro tutkusuyla buluşan gençlerin kurduğu yepyeni bir ekip. İlk oyunları İsmail Sağır’ın sahneye koyduğu, Anıl Şafak Kaçar, Esra Erkuş Dutipek, Murat Altınışık ve Selin Kitiş’ten oluşan ekibe ‘Kel Şarkıcı’dan beri çok özlediğimiz Aygen Tezcan ile birlikte oyuncu olarak da katıldığı ‘Nerdeyse Eşittir’.
Ustalıklı yazılmış, başarıyla sahnelenmiş ‘İstila’ ve ‘Kardeşlerimi Arıyorum’ oyunlarından anımsadığımız Jonas Hassen Khemeri’nin, adını matematiksel bir terimden alan müthiş güçlü traji-komik metni bu yazının sınırlarını aşacak çok sayıda tartışmalı tema içerir.
Kesin olansa, Amerikan tarzı kapitalizmden tiksinen Khemiri’nin Nerdeyse Eşittir’de kapitalizme müthiş sert ve saldırgan biçimde saldırdığıdır.
Tüm yaşananların parayla bağlantılı olduğu oyunda, para belki dünyadaki en şeytani nesne değildir ama, açgözlülük, yozlaşma, çaresizlik gibi olgularının katalizörüdür. Karakterlerin amacı paraya ulaşmak değil, bu kirli nesnenin getireceği güce ve özgürlüğe sahip olmaktır. Khemiri fukaraları birer kahraman olarak görmez. Çoğunun en büyük düşmanı yine kendileridir. Cesaretle değil, umutsuz bir çabayla yalan söylerler, hırsızlık yaparlar, kendileri dışındakileri yargılarlar, saldırgan davranırlar, tüm yaptıklarında da kendilerini haklı bulurlar.
İsmail Sağır, umutsuzluğun bir duygu değil bir durum olduğu, paranoyanın, şiddetin, sahtekarlığın sadece ötekilere değil bireyin kendisine de yöneldiği bu acımasız dünyayı didaktik bir tonlamayla değil, neredeyse şiirsel bir anlatımla yansıtır. Gencecik topluluk, kusursuz bir uyumla bu tokat gibi metne teatral derinlik kazandırır. Kimsenin öne çıkmadığı, ama herkesin çok başarılı olduğu dört dörtlük ekip oyunculuğu müthiş etkileyici. Aygen Tezcan’ın, işini geri alabilmek için neredeyse cinayet işleyebilecek bir kadının yerine işe alınan ve kaza geçiren kadınla hastaneye gidiş hikâyesini büyük rahatlıkla aktarması ise kolay unutulacak gibi değildir.
Sezonun en etkileyici çalışmalarından biri. Mutlaka İzlenmeli.
22 Ocak 19.30, 18 Şubat 20.30 ve sezon boyunca kumbaracı50'de. Sakın kaçırmayın.
Tiyatro Hayali’nin ilk yapımı
‘Aşk Hikayen Düşmüş’
Dünyanın herhangi bir yerinde sizin bir ruh eşiniz varsa ve farkında olmadan onunla aynı oyunu oynuyorsanız, gökyüzüne bakınca aynı şeyleri görüyorsanız, bir şarkı çalarken aynı yerde gözleriniz doluyorsa... Siz, böyle bir aşka inanır mısınız?
‘Aşk Hikayen Düşmüş’, birbirinin ruh eşi olan, henüz karşılaşamayan, ruh eşleri olmasa da onları seven başka insanlarla farklı hayatlar süren Ayça ile Fatih’in, birbirini bulsalar yaşayabilecekleri o muhteşem aşka doğru yolculuklarının öyküsüdür.
Kavuşmamış iki aşığın, parmak boyunda insanlar, kanatlı müzisyenler, hayaletler eşliğinde ışıklı yollarda, karşılaştıkları çok sayıda yol gösterici eşliğinde oynadıkları bu arayıp bulamama, bulunca sürdürememe oyununu Ahmet Sami Özbudak, fantastiğe de göz kırpan bir tonlamayla hem büyülü gerçekçi hem romantik nefis bir masal olarak anlatıyor. Oyunun adındaki ‘düşmüş’ sözcüğünün hem düşmek hem düş görmek olarak çift anlamlı kullanımı da çok eğlenceli
Yönetmen Emrah Eren metnin benzersiz edebi tadını koruyarak, iki oyuncusunun dinlettiği ve söylediği şarkılarla sahnelemeye müziği de katarak, usta işi bir teatral aktarıma ulaşmış. Tabii ki bunda hiç kıyafet değiştirmeden, sadece gözlük, renk renk şapka, bir kısa gelin duvağı ya da şemsiye gibi az sayıda aksesuarla kişilik ve gerekirse cinsiyet değiştirerek oyunun tüm kişilerini ustalıkla var eden ve ayrıştıran Ayça ve Fatih Koyunoğlu’nun müthiş oyunculuklarının etkisi var. Ayça ile Fatih’in birbirini bulup bulamayacağını ancak oyunu izlerseniz öğrenebilirsiniz ama Tiyatroadam’ın kurucularından Ayça ile Fatih Koyunoğlu gerçek hayatta ruh ikizlerine yıllar önce kavuşmuşlar. Metin çok güzel, sahneleme çok başarılı ama asıl büyük keyif, çok sevdiğimiz, yıllardır da özlediğimiz bu çifti tekrar sahnede seyredebilmek. Tiyatroadam’la yollarını ayırdıktan sonra sanat yolculuğuna Tiyatro Hayali bünyesinde devam edecek Ayça ile Fatih’in sahneyi bizim onları özlediğimizden de fazla özledikleri, oyundan en az bizler kadar keyif aldıkları belli oluyor. Yolları açık, aldıkları ve verdikleri keyif daim olsun.
20 Ocak 20.00 Mall of İstanbul, 28 Ocak 20.30 ve 29 Ocak 16.00 Baba Sahne, 07 Şubat Alan Kadıköy ve sezon boyunca İstanbul sahnelerinde
Bir Broadway Müzikali
‘Jekyll & Hyde’
Robert Louis Stevenson’ın 1886 tarihli ‘The Strange Case of Dr Jekyll and Mr Hyde’ adlı klasik gerilim romanından uyarlanan, Leslie Bricusse’un yazdığı, Frank Wildhom’un bestelerini yaptığı 1990 yapımı müzikal, yaratıcı yapımcılığını Feri Baycu Güler’in üstlendiği bir Antre Production olarak sahnelerimizde.
Artısı ve eksisiyle (baştan belirteyim artıları eksilerinden fazla), ‘Jekyll & Hyde’ gibi geniş kadrolu bir müzikalin, tamamen bizden bir ekiple sahnelenebilmiş olması bile büyük başarı.
Konu malum, kendini bilime adamış nişanlısını çok seven Dr.Jekyll bir deney sonrasında içindeki tüm kötülük ortaya çıkıyor, Jekyll değerini anlamayıp onu köstekleyen tüm akademiden intikam alma peşinde kötücül bir Mr.Hyde’a dönüşüyor. Aynı bedende yaşayan Jekyll ve Hyde arasında, kötülüğün giderek iyiliği kontrol altına almaya başladığı mücadele başlıyor. Mücadelenin bir diğer öğesi ise Jekyll’in saf nişanlısıyla, Hyde’ın takıntılı tutkusu kabare şarkıcısı Lucy.
Gelelim Taner Tunçay’ın yönettiği müzikale ait izlenimlerime.
Önce eksilerden başlayayım. Görünen şu ki, o parlak Broadway müzikalleri ne yazık ki artık dönemlerini doldurmuş. Sahnenin sol tarafındaki orkestranın çaldığı müzik olsun, tüm solistlerin ve koronun şarkıları olsun müzikal olarak kulak dolduruyor ama, oyun bittikten sonra akılda kalan bir tek melodi, bir tek “hit” parça yok. Buna bir de Zorlu PSM’nin yetersiz ses düzeni eklenince, müzikal müzik açısından pek tatmin edici olmuyor. Oyun başladığında solist olarak çoğu oyuncunun vokal olarak hiç de ustalıklı olmadığını düşünmedim değil. Ama üst düzey bir müzisyen şarkıcı olan baş roldeki Hayko Cepkin de müzikal açıdan beklentilerime tam ulaşamayınca kusurun solistlerden çok, ses düzeninde olduğunu tahmin ettim. Bu ‘eksiler’ sahnelemeden ve yapımdan değil de, başka etkenlerden de kaynaklansa sonuç olarak müzikal izleme zevkini pek tadamadım.
Buna karşın, sahneleme epey ustalıklı. Efter Tunç’un fondaki minik animasyonlar da içeren projeksiyonlarıyla, katlı metal iskelelerden oluşan dekoru, Ayşegül Alev’in dönemi inandırıcılıkla yansıtan kostümleri çok başarılı.
Başta Hayko Cepkin ve Elçin Sangu olmak üzere, Nermin Koçak, Umut Kurt, Fatih Al, Cenk Bıyık, Tuncay Çağıl, Işık Tolgay, Miray Akovalıgil, Alper Alpman, Buket Bahar, Elerki Taşkın, Oğuz Turgutgenç çok başarılı bir ekip oyunculuğu çıkarıyorlar. Özellikle çift kişilikli karakteri beden diliyle, sadece saçını açıp toplayarak ayrıştıran Hayko Cepkin, çok etkileyici.
Ama bence gösterini asıl yıldızı 18 kişilik ‘corps de ballet’si. Hem yurt dışı prodüksiyonları aratmayacak düzeyde dans ediyorlar hem dans ederek dekor değiştiriyorlar (koreografi Seda Özgiş) hem de hiç aksamayan dört dörtlük koro olarak şarkı söylüyorlar.
25 Ocak, 13 ve 20 Şubat Zorlu PSM’de.