Yaşar Kemal´in bütün romanlarının yanı sıra Aziz Nesin, Sait Faik gibi yazarların eserlerini, Haldun Taner´in Keşanlı Ali Destanı´nı Almancaya çeviren; Yaşar Kemal´in ´Türklerin en Alman´ı, Almanların en Türk´ü´ diye tanımladığı Cornellius Bischoff´un yeğeni, iş insanı Ethel Rizo; nesillerden beridir zorunlu göçler sebebiyle ailesinin yaşadığı mücadele dolu süreçleri Şalom´a anlattı. Ethel Rizo ile Türkiye´ye karşı bitmek tükenmek bilmeyen vatan sevgilerinden; Çorum´a enterne edildikleri günlere, dört dil konuşulan din ve dil mozaiği ailesinden, Yaşar Kemal ile edebi ve ebedi dostluklarına dair her şeyi konuştuk.
İspanya’daki katliamdan Osmanlı’ya, Hitler faşizmi sırasında da Almanya’dan Türkiye’ye gelen ailelerden biri Bischoff. Siz de çocukluğunuzdan itibaren mülteci olarak yaşanan bir hayatın etkilerini yoğun bir şekilde deneyimlediniz. Ne gibi zorluklarla mücadele etmek durumunda kaldınız?
Ben ve kardeşim çok şanslıydık, annemiz bizi çok değişik büyüttü. 16-17 yaşıma geldiğimde annem bana okuyup neyin ne olduğunu bilmem için kitaplar vermeye başladı. Bir de bana masal gibi çocukluğumdan kalan anneannemin anlattıkları vardı, buna Almanya’dan kaçışı da dahil. Gençken bunları sadece dinliyorduk ama ileriki yaşlarda anlamaya başladık. 40 yaşından sonra bir çelişkiye düştüm. Yahudi bir anneanne, çok Alman bir anne, büyükbaba sosyalist- Alman ve Protestan… O karışımın içinde bir de baba tarafım Yunanlı. Genlerimizde bir göç tarihi var. Ben güçlük anlamında kendi içimde Almanya’ya karşı çok ciddi tepkiler yaşadım. Hatta Almanya’yla çalışmama rağmen sabah ilk uçakla Frankfurt’a gidip, gece dönüyordum. Orada bir gece bile yatmamak uğruna…
Dayınız Cornellius Bischoff, Yaşar Kemal’in romanlarını, Haldun Taner’in Keşanlı Ali Destanı’nı, Çetin Öner’in Gülibik’ini Almancaya çevirdi. Türkiye ile Almanya arasında kültür köprüsü kuranların başında geliyor. İki ülkenin birbirini tanıması adına siz de elçilik ettiniz. Almanya’da yaşamak mı, Türkiye’de yaşamak mı daha zordu?
Kesinlikle Almanya! Altı sene yaşadım orada. Oğlumuz dört yaşındayken eşime “Ben dönüyorum, sen ne istersen yap. Bu ülkede yaşayamayacağım” dedim. Babam Yunanlı, Türkiye’den defalarca kovulup yeniden girmeyi başaran adam bana dedi ki “Aritmetiğini hangi lisanda yapıyorsan orada yaşa.” Beş lisanla büyüdüm ama hep Türkçe düşünürüm. Aslında annem bizi Alman yetiştirdi. Su gibi Almancamız vardı. Saçlar, gözler Alman gibi ama kabul edilmiyorsun orada. Mesela ev kiralamak için telefonla aradığımda “Nesiniz?” diye sormuşlardı ve diksiyonumu sorguladılar. Eşim Almanya’da iş bulamadı, renkli resim koyduktan sonra Almanlara benzerliğini gördüler de üçüncü görüşmede işe alındı.
Foto:Nihat Özder
“MASADAKİ EN VATANSEVER BENİM”
Büyükanneniz Berta Abromoviç İstanbul Yahudilerindendi. Büyükbabanız Eduard ise dülgerdi. Ankara’da Eski TBMM binasının çatısını onarmıştı. Annenizin halası Berta Kröger Hamburg Eyalet Parlamentosu’nda SPD milletvekili idi. Köklerinizin böyle bir kültür mozaiğine sahip olması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Her sabah bu kültür mozaiği için şükrediyorum. Kardeşim ve ben çok keyif alıyoruz böyle olmaktan. Türk arkadaşlarıma “Masadaki en vatansever benim” diyorum her zaman. İnsanlarda son zamanlarda “Ne yapsam da gitsem?” düşüncesini görüyorum. Ya nereye gidiyorsun? O zaman sizin torunlarınızın torunları ne yaşayacak? Irkçılık var mı? Evet. Ama İstanbul dediğiniz şehirde başka bir şey var. Alman insanı bu kadar vatansever olmasaydı, II. Dünya Savaşı’ndan sonra bugünkü Almanya olabilir miydi? Dayım burada bir sene hukuk okuduktan sonra tekrar Almanya’ya geri gidiyor. Anneannem İstanbul Yahudi’si olmasına rağmen döndü. Bana o kimlik oturmadı, çocuklarıma da. “Türkiye’de üniversite okumayacaksınız, gidin ve kendi arzunuzla nerede yaşayacağınıza karar verin” dedik. Stefan üniversiteyi bitirir bitirmez Viyana’dan döndü, Nikolai 15 yıl Milano’da yaşadı. O da bir sene evvel geri geldi. Ben artık bir yeri vatanım bellemek istiyorum, mezarımın o yerde olmasını istiyorum. Ailemizin göç sayfası benimle kapandı.
Bir zamanlar Sırbistan’da bir deri fabrikasının varisi Berta Abromoviç, yeri geldi garsonluk dahi yaptı. Mücadele azminizi büyükannenizden mi aldınız?
Eşim öyle diyor, Yahudi kökenlerimize çok benzetiyor beni. Çocuklarımı sevme şeklimin bile Yahudi genlerinden geldiğini söyler. Ne olursa olsun ayakta kalmak, düştüğü zaman da kalkabilmek Berta’nın en belirgin özelliklerinden biri. Annemin annesi Yahudi, babası Protestan… İstanbul’a kaçıyorlar, onları Avusturya Lisesi’ne yerleştiriyorlar ve Avusturya Kilisesi’nin bir papazı onları vaftiz ediyor. Anne Yahudi, baba ateist, iki kardeşi Katolik yaptılar. Ben Yahudi kökenimi hiç reddetmedim. Cornellius Dayımdan Almanya’da zarar görmemesi için annesinin Yahudi olduğunu saklıyorlar, Türkiye’ye geldiğinde bir gün babasına yaşadığı toplumdan duyduklarıyla Yahudileri kötülerken, büyükbabam ona “Yahudilere zarar vermek istiyorsan annen ve anneannenden başlayabilirsin” demiş.
Cornelius, kızkardeşine, Ethel'e, Bertha ve Pati'ye Bischoffların Harburgdaki yeni arsasını gösteriyor.
“DAYIM ÇORUM’DA BİR ÇANAK YOĞURDA 12 MANDANIN PİSLİĞİNİ TEMİZLEMİŞ”
2 Ağustos 1944’te Türkiye ve Almanya arasındaki diplomatik ilişkiler son bulunca, 5 Ağustos’ta Türk hükümeti tüm Alman vatandaşlardan ülkeyi terk etmelerini istiyor; dönmek istemeyenler vatandaşlıklarını kaybedip haymatlos durumuna düşüyor. Aileniz Çorum’a enterne ediliyor. Yıllar sonra dayınız Cornellius ile Çorum’a giderek o yıllarda oturdukları evi ziyaret ettiniz. O anlarda neler yaşandı?
Dayım çok mutlu oldu, davet edilerek ona güzel bir jest yapıldı. Annem ilk aşkını orada yaşadı; dayım at binmeyi ve Türkçe konuşmayı Çorum’da öğrendi. Dayımın yanında asla Türkiye hakkında negatif bir şey söylenemezdi. Cornellius Çorum’a enterne edildiğinde 16 yaşında idi. Bir çanak yoğurt karşılığında her gün 12 mandanın pisliğini temizlemiş, yemlerini vermişti. Bunu da Kemal Yalçın’ın ‘Haymatlos’ isimli kitabında detaylı bir şekilde anlatıyor. Anneannemler ise fazlasıyla zorluk çekmişti. Anneannem yoksulluk, soğuk ve orada 18 ay boyunca yaşanan ciddi bir işsizlik sorunundan bahsetmişti ama yine de bırakıp gitmediler.
Çorum, Yozgat ve Kırşehir’deki enterne haymatlos Almanların okula gitme imkânları yoktu. Ve dayınız o zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e özel bir mektup yazdı. Bu hatırayı sizden dinleyebilir miyiz?
Dayımın çok düzgün bir Türkçesi vardı. St. George Avusturya Lisesi orta kısmını bitirdikten sonra ailesiyle Çorum’a enterne edildiğini ve eğitimini sürdürmek istediğini Fransız Lisesi’nde okuyup İstanbul’da kalabileceğini belirten bir mektup kaleme almış ve o günlerin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e göndermiş. Yücel de “Nazi Almanya’sının suçu yüzünden böyle bir öğrenci zarar görmemeli” diyerek aydın tavrına yakışır bir şekilde özel izin kâğıdını imzalamış.
Cornellius Bischoff Avusturya Lisesi’nde ressam Orhan Peker’le sınıf arkadaşıydı. Sonrasında Peker’e daima hem manevi olarak hem de her ay düzenli bir şekilde onun ‘Cornelius Bursu’ diye tanımladığı desteği vermekten imtina etmemişti. Yaşar Kemal onu ‘Almanların en Türk’ü, Türklerin en Alman’ı’ olarak lanse ederdi. Dayınızın Yaşar Kemal ile dostluğunu anlatabilir misiniz?
O ikisini düşündüğüm zaman tüylerim diken diken olur; hayatımda gördüğüm en güzel dostluktu. Dayım Yaşar Kemal’e hayrandı. İnce Memed dayımın tercümesiyle Almanya’da 600 bin kişiye ulaştı. Dayım ve Yaşar Kemal ile Almanya’da yaşadığım üç gün hayatımdaki en önemli zamanlardan biriydi. Onların sohbetini saatlerce dinleyebilirdiniz. Ben onlarla birlikte kitap okumanın ne kadar önemli olduğunu daha iyi öğrendim.
Anneniz Edith’in yanına babanız Umberto Taksim dolmuşuyla denize giderken oturuyor. Sizi de Anastas Rizo ile 81 numaralı Yeşilköy- Eminönü otobüsü bir araya getiriyor, buna kader mi dersiniz?
Ne güzel birleştirmişsiniz! Hiç bu şekilde düşünmemiştim. Babam ve annem ayrı ayrı Tarabya’ya giderken, babam dolmuşta aslında daha önceden bildiği annemi tanıyamıyor. Annem inanılmaz bir yüzücüydü, babam Boğaz’da yanına gidip bir bakmış Edith. Anastas’ın yanlışı ise bana otobüste yer vermek oldu. Bana çantasını verirken elini gördüm, yüzüne dahi doğru dürüst bakmadan “Ben bu çocukla çıkacağım” dedim. Yaşım 15’ti ve sonrasında mutlu son.
Annenizin dayısı da Almanların infaz etmeye çalıştığı 300 Sırp erkeği arasından kaçmayı başarıyor ve Tito’nun önemli adamlarından biri haline gelip Nazilere karşı savaşıyor. Sizce aile ağacınıza bakıldığında huzuru yakalayan nesil sizin çocuklarınızla mı başlıyor?
Evet, huzuru bizim çocuklarımız yakalayabildi, onlarla başlıyor diyebiliriz. Hatta bunu daha yeni konuştuk. Biz çocuklarımızı çok dikkatle büyüttük, geçmişte ciddi bir kaos var. Annemin bana hamile olduğu dönemde yaşanılanların bile o embriyoyu etkilediğine eminim.
“BU ŞEHRE YAPILANLARI ASLA AFFEDEMEDİM.
BEYOĞLU’NDAKİ TERK EDİLMİŞ EVLERİ GÖRÜNCE İÇİM YANIYOR!”
6- 7 Eylül Olaylarından annenizin kalbi çok etkileniyor. Hatta sizin doğumunuz esnasında tekliyor fakat siz aileye yeni bir yaşam enerjisi veriyorsunuz. Bu hikâyeler size anlatıldığında duygulandınız mı?
O hüzün bende asla geçmiyor. Bu şehre yapılanları asla affedemedim. Beyoğlu’na her gittiğimde terk edilmiş evleri gördüğümde içim yanıyor, sanki her an geri gelmeleri gerekiyormuş gibi hissediyorum.
Anneniz Almanca, babanız Fransızca, dede tarafınız da Yunanca ve İtalyanca konuşuyordu. Siz de ilkokula başladığınızda dört dil biliyordunuz. Bu derece çok dilli, çok kültürlü ve çok dinli bir ailenin ferdi olmak size neler kazandırdı?
Sadece pozitiflik. Lisan müzik gibidir, ya kulağında vardır ya da yoktur. Ben şanslıydım, iş hayatıma da çok büyük katkısı oldu. T.İ.T Tekstil’i kurabildiysem ve 27 yıldır varsa altyapısı oradadır. Lisan bilgim sayesinde Merter’de bir şirkete tercümanlık yapıyordum, Fransız arkadaşımla beraber sekiz lisan konuşuyorduk. Sonra bir teklif alarak tekstile girdim. Bir arkadaşım mümessillik yapmamı tavsiye etti, iki sene onların yanında öğrendim. Almanya’daki kataloğa baktım ve mümessilliği olmayan tek şirkete eski usul mektup yazdım, şirket sahibi çok etkilendi. Almanya’ya geldiğinizde konuşalım dedi ve ‘Yarın geliyorum, ben Alman’ım’ cevabını verdim. 27 sene evvel şirketimizi kurdum. O zaman tek başımaydım, şimdi 16 kişiyiz.
Babanız Umberto, Kıbrıs anlaşmazlıkları esnasında sınır dışı edilme listesinde adını gördükten sonra, anneniz Almanya’ya geri dönmeye karar veriyor. Siz o dönem Almanya’da zor günler geçiriyorsunuz. Umberto Rizo, mahalle arkadaşı Ecevit’i bile Türk vatandaşlığı için araya sokuyor ama başarısız oluyor. Hatta annenizin kemiklerini Atina’ya göndermek zorunda kalıyorsunuz. Tüm bu olaylara dair kırgınlıklarınız var mı, sizce bu acılarla hesaplaşıldı mı?
64 senesinde Kıbrıs’la ilgili anlaşmazlıklar başlıyor ve İstanbul, İzmir’den Yunan tebaalı kişileri sınır dışı ediyorlar. Babam amcamla burada kalıyor, bizi Almanya’ya gönderiyor, anneannemin yanına. Sonrasında İtalyan kökenini göstererek burada kalmayı başarıyor ve bizi geri getiriyor. Babam bir tek düğünüm için gelebildi ve o günlerde bile Türkiye’ye gelmemesi tavsiye edildi ona. Annemin cenazesini Atina’da yaptık, babam burada vefat etti. Annemin kalan kemiklerini zor prosedürler sonucu getirdik ve ikisi de artık İstanbul’da gömülü. 67 yaşındayım ve hayatta şunu öğrendim, her ülkenin bir kamburu var ve bizimki de buydu. Ben o insanlar burada olmadığı için üzülüyorum.
“CORNELLIUS DAYIMI YAŞAR KEMAL SAYESİNDE TANIDIM”
Yaşar Kemal’e verilen barış ödülünün ardından on yıl gitmediğiniz, yaralarınızı sarmayan, iyileştirmeyen Almanya ile barıştınız siz de. Essen Ruhr Kitap Fuarı’nda ise onur konuğu olan dayınız Cornellius Bischoff için Yaşar Kemal’in yazdığı mesajı siz okudunuz. Neler hissettirdi size?
Almanya’da yaşamam ama Alman’dan başkasıyla da çalışmam disiplin anlamında. Yaşar Kemal’in mesajı beni çok duygulandırdı. Ben aslında dayımı Yaşar Kemal’den öğrendim, tanıdım.
Dayınızın 80. yaş günü için bir araya getirdiğiniz efsane kadroyu da anlatabilir misiniz?
Yaşar Kemal, Zülfü Livaneli, Haldun Taner’in eşi, Otyam’lar, Ara Güler… Hep hayal ettim dayıma böyle bir sürpriz yapmayı. Hepsi geldi, dayım sadece yemeğe gideceğimizi zannediyordu. Çok ağladı ve sonra arkasından tüm dostları o kadar hızlı gitti ki. Ogün Lokantası’nın sahibi, ‘Yukarısı Şampiyonlar Ligi’ gibi demişti.
Geçmişten bugüne bir değerlendirme yaptığınızda günümüzde sizce neler değişti. Siz mesleğinizde çok iyi bir noktaya geldiniz, hâlâ kimliğinizle ilgili sorunlar yaşıyor musunuz? Çocuklarınıza nasıl bir karakteri miras bıraktınız?
Bütün bunlar kardeşimle beni ben yapan hikâyeler. 64’te ailemiz Türkiye’den kovulurken en büyük travmamı yaşadım. Biz uyurken annemle babamın “Gidelim mi, kalalım mı?” diye konuşmalarını duyuyordum. Kimliğimle ilgili sorun yaşamıyorum. Sadece mesela “Ne kadar iyi Türkçe konuşuyorsunuz ne zaman geldiniz buraya?” diye sorular soruyorlar ama ben cevap olarak 16 Aralık 1955 dediğimde şaşırıp susuyorlar.