Bugün yaşlanmadan biraz uzaklaşıp, günlük hayatımızda bizi henüz çok tedirgin etmeyen, ama hayatî tehlikelere yol açabilecek bir konudan, yani tedirgin etmesi gereken bir konudan bahsetmek istiyorum.
Doğamızın, kanaatimce, en ilginç canlı gruplarından biri mantarlardır. Neredeyse dünyanın her yüzeyinde karşımıza çıkan hem tek hem de çok hücreli türleri içeren bu canlılar içimize kadar sızmış durumda! Daha bilimsel bir deyişle, bazı tek hücreli mantar türleri gastrointestinal kanalımızda, yani ağızdan bağırsakların sonuna kadar uzanan sindirim yolumuzda bakterilerle beraber içimizde yaşıyor. İçimizde yaşamakla kalmayıp vücudumuzun en büyük organı olan derimizde de çeşitli tek hücreli mantarlara rastlamak mümkün.
Tıbbî açıdan mantarlar çoğunlukla ayak mantarı ve kandida (Candida spp.) enfeksiyonu olarak karşımıza çıkıyor. Bununla beraber ağızda görülen ve halk arasında pamukçuk olarak bilinen hastalığa Candida genusuna ait mantar sebep olmaktadır. Bu durum kandida hücrelerinin bağışıklığı ciddi ölçüde zayıflamış insanların ağzında normalden çok daha fazla büyümeleridir. Kandida enfeksiyonu en çok kadınların genital bölgelerinde başlarına açtıkları sıkıntı ile halk arasında kendisine kötü bir şöhret edinmiştir.
Mantarların genelde sağlığımıza karşı ciddi bir tehdit oluşturmamasının sebebi, bağışıklık sistemimizin mantarların vücudumuzdaki büyümelerini çok iyi dengede tutabilmesiyle mümkün oluyor. Gelgelelim bu durum rayından çıktığı zaman çok ciddi problemlere yol açabiliyor. Kandida mantarı kana karıştığında enfeksiyona sebep veriyor ve en modern tıp koşullarında bile yüzde 75’e varan ölüm oranlarıyla insan sağlığına karşı önemli bir tehdit olarak karşımıza çıkıyor. Bu genusun içinde özellikle Candida albicans, Candida auris ve Candida glabrata sık sık hastanelerde mantar enfeksiyonlarında karışımıza çıkan türlerden. Bununla beraber akciğer enfeksiyonlarında Aspergillus türleri karşımıza sık sık çıkıyor. Aspergillus mantarları ilginç bir şekilde klasik enfeksiyonlar haricinde alerji ve astım hastalıklarına da sebep olabiliyor.
Mantar enfeksiyonları yarattıkları sağlık tehdidi nedeniyle Dünya Sağlık Örgütü’nün öncelikleri arasına girdi ve bu tehdide dikkat çekmek için 2022 yılında ilk defa sağlığı tehdit eden mantar türlerini açıkladıkları bir liste yayınladı. Tahminimce bunun önemli sebeplerinden biri de COVID-19 vakalarıyla beraber mantar enfeksiyonlarında bir artışın gözlemlenmiş olmasıdır. Maalesef COVID-19, sık sık olmasa dahi, bazen bağışıklık sistemini de etkilemektedir.
-Bu arada mantarların oluşturduğu bu tehditten bahsederken bulunan ilk antibiyotik olan penisilinin, bakteriler üzerinden çalışan bir araştırmacının petri dişinin mantarla kontamine olmasının ardından, o mantarın bakterilerin büyümesini engellemesinin anlaşılmasıyla keşfedildiğini de hatırlatmak isterim.
Peki mantar enfeksiyonları neden bu kadar yüksek ölüm oranına sahip olabiliyor? Benzer bir şekilde bakteriler de vücudumuzun hem içinde hem de dışında yaşıyor ve bazı türleri ciddi enfeksiyonlara yol açabiliyor. Ama keşfedilen antibiyotikler sayesinde çok ciddi bir kısmı hayatî tehdit olmaktan çıktılar. Bel soğukluğu gibi bakteriyel cinsel hastalıklar antibiyotiğin keşfinden önce olduğu gibi öldürücü değiller. Mantara karşı ilaç yok mu peki? Var! Lakin ciddi bir problemleri de var. Mantarlar, bakterilerin aksine, insanlara genetik açıdan çok daha yakın canlılardır. Evrimsel olarak bakıldığında, mantarlar ile insanların ortak tarihleri bakterilerle olandan çok daha yenidir. Hücre yapısı mantarla ve insanlar arasında ciddi benzerlikler gösterir. Bu yüzden biyoloji dünyasında hücre biyolojisinin en sık kullanılan model organizmalarından biri Saccharomyces cerevisiae adı verilen ve fermantasyonlarda hayatî rolü olan maya türüdür, yani bir mantar türüdür! Dolayısıyla, mantarlara karşı geliştirdiğimiz ilaçların önemli bir kısmı insan hücrelerine ciddi zararlar verir, hatta yüksek dozlarda mantardan önce insanı onlar öldürebilir; aynı kanser tedavisinde kullanılan kemoterapi ilaçları gibi. İşte tam bu sebepten ötürü tıp ve biyoloji dünyası mantarlara karşı ciddi çaresizlik içerisindeler.
Mantarların bu mücadeleyi zorlaştıran çok önemli bir özellikleri daha var. İlaçlara karşı çok çabuk direnç ve tahammül geliştirebiliyorlar. Yaygın olarak kullanılan Flukonazol aslında fungistatic yani mantarı öldürmeyen ama büyümesini engelleyen bir ilaçtır. Nihai olarak yine bağışıklık sistemi sayesinde bu organizmanın dinamikleri vücut içinde kontrol altına alınır. Ancak, enfeksiyon devam ettiğinde bu verilen ilaç her ne kadar büyümeyi bir süre durdursa da bir süre sonra, verilen ilacın miktarı arttırılsa bile, bu mantar hücreleri büyümeye devam edip enfeksiyonu devam ettirebiliyorlar. Bu noktada ise tıp gerçekten çaresiz kalabiliyor ve son çare genellikle kemoterapi gibi gerçekten toksisitesi yüksek olan ilaçlarla hastaları kurtarmak oluyor.
Bu ve benzeri sebeplerden ötürü ilaçların gereksiz yere kullanılmaması, ilaçlara karşı direnç kazanmış mikroorganizmaları yaratamamak için çok önemlidir. Benzer bir dert bakterilerle de karşımıza çıkmaktadır.
Ezcümle ilaçlara direnç geliştiren mikroorganizma enfeksiyonlarına karşı çaresizliğimiz gözlerimizin önünde evrimleşmenin cereyan etmesinin neticesidir. Mikroorganizmalar evrim geçirerek ilaçlara dirençli hale gelirler. Evrimi iyi anlarsak ilaçlarımızı sorumsuzca kullanmaz, hayatî durumlarda çok daha etkili bir şekilde mücadele sergileyebiliriz.
Meraklısına: Evrimle ilgili okumak veya evrim üzerine çalışmak isteyenler için, kanaatimce mikroorganizmalar dünyası bulunmaz fırsatlar içermekte.
Not: Konu mantar olunca midenizi korumak için başka görsellere yer vermedim.