Gedik Sanat Genel Sanat Yönetmeni, İstanbul Devlet Operasında Solist-Bariton, Radyo Gedik ´Con Fuoco´ programının yapımcısı ve aynı zamanda Gedik Üniversitesi akademisyenlerinden sevgili Caner Akgün kalemimin konuğu oldu.
Müziğe nasıl başladın? Bariton olmaya nasıl karar verdin?
Çok iyi bir fakülte olan Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Bölümünde okuyordum. Bir gün Kültür Bakanlığı Çoksesli Gençlik Korosuna giden bir arkadaşım, “Sesin çok güzel” diyerek beni de çağırdı. Şarkı söylemeyi severdim. Koroya kabul edildim. Matematikte analitik düşünmeyi, analiz yapmayı, neden-niçin sorusunu sormayı sevmekle birlikte, çok sesli müziği de çok sevdim. Koroda sesimle bir şey ifade etmek çok hoşuma gitti ve zamanla tutkum haline geldi. Bunu fark eden koro hocam İnci Hanım konservatuar sınavlarına girmem için beni yüreklendirdi ve en nihayet Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarı Opera Bölümü giriş sınavlarını geçerek okula kabul edildim. Sınavda Plasir d’Amour’u söylemiştim. Öğrencisi olduğum matematik bölümünde iki sene bitmişti ve bu kampüse 300 metre uzaklıktaki yeni okulumda, şu anda artık meslektaşım olan değerli hocalarımla öğrenime başladım. O yıl, opera bölümüne altı kişi kabul edilmişti, beşi kız, biri de bendim. Kıymetli hocam, şan pedagogu Prof. Mustafa Yurdakul ile iki sene çalıştım; kendisi çok doğru bir tespit yaparak beni bariton olarak çalıştırdı. Daha sonra hepimizin fenomeni, değerli Bariton Eralp Kıyıcı ile üç sene çalıştım. Son iki sene de yine Mustafa Yurdakul ile çalışarak konservatuarı bitirdim. Aynı yıl, İstanbul Devlet Opera ve Balesinde kadrolu sanatçı olarak solistlik sınavına girdim, kazandım ve solist olarak çalışmaya başladım. Konservatuvar ikinci sınıftan itibaren yaz aylarında Avusturya ve İtalya’da düzenlenen master class’lara ve çeşitli atölye çalışmalarına aktif olarak katıldım. İtalyanca ve Almanca ile ciddi bir şekilde haşır neşir oldum. Hatta İtalyancayı öğrendim.
20 yaşındaki bir gencin, konservatuar müfredatına uygun olarak şan bölümüne, üstelik liseden başlayacak ve yedi sene sürecek bir okula girmesi büyük bir karardır. Bu süreçte ailem bana çok destek oldu, onlara minnettarım. İstediğim işi yapma konusunda beni yüreklendiren babama ve sevgili hocam Mustafa Yurdakul’a çok teşekkür etmek istiyorum.
Şarkı söylemek, bir eseri yorumlamak üzere yola çıkmak nasıl bir yolculuk senin için?
Kendimi sesimle ifade etmek ruhumdan geliyor. İnsanların takdir etmesi içimi okşuyor fakat bu işin yüzeysel tarafı. Ruhsal ve içsel tarafı çok derin benim için. O sesi çıkardığım zaman kendimi gerçekten ifade etmiş oluyorum. Bu hayattaki varlığımı hissediyorum. Nefes alıyorum ve sesimin titreşimiyle havayla, toprakla, her şeyle iletişim kurduğumu hissediyorum. Ve şarkı söylerken hayal kurduğumu gördüm. Sanki gerçek dünyanın içine giriyorum. O yüzden ses sanatçısı olmak istedim.
Bir eserle karşılaştığım zaman, temel konum merak etmek; tarihsel, sosyolojik ve psikolojik olarak. Tüm bu meseleler benim asıl konum ve bir eseri yorumlarken fark yaratmamın sebebinin de bu olduğunu düşünüyorum. Yani o eseri bütünüyle yaşıyorum. Bunu her anımda bütün ruhumla yaptığım için Tanrı’ya hep şükrediyorum ve izin verdiği süre de bu işi yapacağım.
Müziğin evreninden, dönemin evrenine, kendi evrenine paralel dünyalar arası bir yolculuk gibi…
Evet; sanki hareli bir dünya oluyor. Dünyevi herhangi bir konudan sıyrılıyorum. O an sadece müzik yaptığım insanlarla paylaştığım bir hayal oluyor. O hayal bana yaşadığımı hissettiriyor. Senin kitabındaki Pozitif Direnç’in konusu.
Kitabım Pozitif Direnç ile ilgili gerçekleştirdiğin şey, gerçekten çok büyük bir alkışı hak ediyor. İçtenlikle teşekkür ediyorum öncelikle…
Hayat Güzeldir filmindeki çocuğun babası, savaşın ortasında çocuğuna savaşı hissettirmemek için nasıl bir mizansen kurmuştu…
Evet, gerçek bir hikâyedir o…
Orada, o babanın yaptığı şey hayata bir bakış açısıdır. Sanata ve yaşama farklı pencereden bakan insanların önemli örnekler teşkil ettiğini düşünüyorum. Müzisyenlerin ise bunların başında geldiğini düşünüyorum. Çünkü müziğin gerçekten şifa özelliği var. Bunu zaten sen çok iyi biliyorsun, anlatmama gerek yok. Normal yaşamdaki donelerden yani olumsuzluklardan kurtulduğum için şarkı söylemek bana şifa veriyor. Ve kitabında bunun altını çok çizdiğin için de bunu önemsedim. İstanbul Gedik Üniversitesinde Müzik Kültürü ve Uygulamaları dersi veriyorum. Bu derste Pozitif Direnç kitabını tam da bu sebepten onlara tanıtmak istedim, okusunlar istedim. Ve sine-psikoloji çerçevesinde psikoloji kulübü ile gerçekleştirdiğin Polanski’nin Piyanist filmini birleştirip, olumsuzluklar içerisinde müziğin nasıl bir mucize yaratabileceğini, nasıl bir üretkenliğe yol açabileceğini dersin final sorusu olarak sormak istedim.
Bu tür olumsuz bir ortamda, bunu yaratan müzisyenlere, bilim adamlarına büyük bir saygı duruşu gerekiyor. Bir tıp profesörü, Einstein veya herhangi bir bilim zannediyor musunuz ki, evindeki veya ülkesindeki bir sömürüden, baskıcı bir durumdan, hiç olmaması gereken bir şeyden, kadın, çocuk ölümlerinden hiç etkilenmiyor… Ancak bunlardan sıyrılıp üretiyor. Bu sebeple bilim ve sanat çok önemli, çok büyük bir etki alanı var. Kitabının da etkileme boyutu bu. Ben de buna inanan bir neferim bu dünyada. Bu sebeple öğrencilerin kitabını tanımalarını istedim ve bir diğer final sorusu olarak Piyanist filmi ile Renan Koen’in ‘Pozitif Direnç’ kitabı arasında karşılaştırma yapmalarını istedim. Sorularının yanıtlarını önümüzdeki günlerde seninle paylaşacağım.
Çok sevinirim. Hatta izinleri olursa belki küçük bir kitapçık da yaparız…
Gençler, ne olursa olsun bizden farklı düşünüyor. Farklı söylemleri var. Her seferinde ödevlerinin içinden üç-dört cümleyi mutlaka alıp hem duvarıma hem de gönül duvarıma yapıştırıyorum. Çünkü farklı bakıyorlar dünyaya, olaylara. Benden yirmi sene sonra doğmuşlar, dünyayı onlar gibi algılamam mümkün değil. Onları hayranlıkla izliyorum.
Bu kitabı, bir üniversite ortamına ders müfredatı olarak sokmak çok büyük bir başarı. Çünkü Holokost konusu okullara çok girebilmiş bir konu değil, konuşulmuyor halen…
Tabii, kitabında Holokost’un içinde doğmuş filizler var, sen bunlarla ilgileniyorsun ve benim de amacım karanlığın içindeki ışığı göstermek gençlere. İnsanoğlu kendini var etmek için yanlışlar da doğrular da yapıyor. Tarihin içinde bir dolu negatiflik olduğu gibi pozitiflikler de var. Negatifleri ders olarak alıp pozitifleri de yaşamımıza aktarmak en büyük ödevimiz olmalı diye düşünüyorum. O yüzden ‘Pozitif Direnç’ kitabın oldukça derin ve önemli. Böylesine bir konuyu ele alıp objektif bir bakış ile sertleşmeden, tedavi eden bir şekilde aktarma biçimin çok etkileyici. Bu yüzden seni çok tebrik ediyorum. Çünkü edebi bir dilde, saldırgan olmadan yaşananları aktarırken içerisinden pozitif bir şeyi çekip oraya yönlendirmek büyük bir ustalık ister. Hiçbir kin, nefret taşımadan ve taraf olmaksızın, olan bir şeyi kabullenip nasıl aktardığını gördüm kitapta. Üstelik yaşanan şeylerin müzik yoluyla nasıl şifaya dönüştüğünü aktarışın ve bunu aynı zamanda bir eğitim programı olarak etrafındaki insanlarla da uygulamalı yapıyor olman çok etkileyici. Bu çok örnek bir davranış ve tavır… Ben de gençlerle paylaşmak istedim. Aslında konunun özü bu. O büyük gönlüne sonsuz saygıyla…
Burada tam da konusu gelmişken Gedik Sanat şemsiyesi altındaki Gedik Filarmoni’ye yer vermek istiyorum. Gedik Sanat’ın en önemli hizmetlerinden biri yeni müziklerin ortaya çıkması. Bir diğer yandan bakınca yeni müzikler aslında birçok varoluşun kendini senin deyiminle şifa ile ortaya çıkarmasına vesile oluyor. Birçok varoluş kendini ifade ediyor. Gedik Sanat, bu ifade edişi destekleyen ve devam ettiren bir yapı…
Deneyimlemek kelimesini çok seviyorum. Bir laboratuvarın içerisinde olmak çok kıymetli. Eğer laboratuvar olmazsa ilerleme olamıyor. Cumhuriyetimizin 100. yılı içerisindeki müzik gelişimi, müzik kurumlarının müziğe yaklaşımı ve üretim konusuna yaklaşımı oldukça kısa. Yeni fikirlere açık olmayan kurumlarımız, yeni müzik yazan insanları özendirme konusunda eksik kalıyor. Biz Gedik Sanat olarak vizyon ve misyon konusunu ciddi anlamda çalıştığımızı düşünüyorum. Her konserimizde siparişimiz üzerine yeni bestelenmiş bir esere yer veriyoruz. Havuzumuzda birçok yeni besteci var artık. Bu sene aramıza Gedik Filarmoni Orkestrası Müzik Direktörü olarak değerli şef Cem Mansur da katıldı. Ayrıca, görüntü ve ses kaydına da çok önem veriyoruz. Youtube kanalımız kartvizit gibi. Bilinçli bir dinleyici geleceğinin doğru arşivlerden oluşacağını düşünüyoruz. Tam da sanatın olması gerektiği gibi, bizlere özgür bir alan bırakan Hülya Gedik’e buradan çok teşekkür etmek istiyorum.