Jerzy Skolimowski´nin Cannes Jüri Ödüllü ´E O´su vizyonda.
Eşek-insan ilişkisini ele alan ‘E O’ izleyicide empati duygusu uyandıran yenilikçi, incelikli, düşündürücü, etkileyici bir film. Dünyayı melankolik ve hayalperest gözlerle izleyen gri eşek, modern Avrupa toplumunu keşfetmeye çalışıyor. Film, masumiyetini kaybetmeyen eşek üzerinden kapitalist kültür, göçmenlik, şiddet, sığınmacılık gibi günümüz sosyal sorunlarına ayna tutuyor. ‘E O’, ‘Rasgele Balthazar’ başyapıtının yaratıcısı Robert Bresson’a saygı duruşunda bulunuyor.
‘E O - A İ’
Yön: Jerzy Skolimowski
Sen: J.Skolimowski - Ewa Piaskowska
Gör: Michal Dymek
Müz: Pawel Mykietyn
Kur: Agniezka Glinska
Oyn: İsabelle Huppert - Sandra Drzymalska - Lorenzo Zurzolo - Tomasz Organek - Lolita Chammak - Agata Sasinowska
Son Cannes Film Festivalinin en yaşlı yarışmacısı Jerzy Skolimowski’nin (85) ‘A İ - E O’su Jüri Ödülüne ortak oldu. Lodz Okulunun önemli temsilcisi, veteran Polonyalı yönetmenin filmi ana yarışmanın 21 filminin en yenilikçi olanıydı. Sekizinci kez Cannes yarışmasına katılan Skolimowski, 1978’de ‘Çığlık / The Shout’ ile Jüri Büyük Ödülüyle ayrılmıştı.
Yönetmen, ‘Anna ile 4 Gece’den sonra 14 yıldır Ewa Piaskowska ile iş birliğini ‘E O’nun senaryo yazılımında sürdürdü. Filmin odağındaki gri eşek, dünyayı melankolik ve hayalperest gözlerle izliyor. Senaryo, kapitalist kültür, öteki olmak, acı, şefkat, din ve masumiyet temaları üzerine ilginç şeyler söylüyor. Skolimowski - Piaskowska ikilisi insanlığın haline bakıp, ‘Hiçbirimiz masum değiliz’ mesajını veriyor.
85’lik Skolimowski formunu koruyor
Filmin kahramanı eşeğin yolu bir sirkten, bir ahırdan, bir sığınaktan, bir bayram yerinden, bir tilki yetiştirme çiftliğinden ve bir İtalyan sarayından geçiyor. Eşek sonunda İtalya’da kesiliyor. Yolculuğunda iyi ve kötü insanlarla yolu kesişiyor, deneyimler ve acılarla karşılaşan eşeğimizin gözlerinden, film modern Avrupa toplumunu keşfetmeye çalışıyor. Az diyaloga yer veren senaryo, mesajını kelimeler aracılığıyla değil, duygu yüklü görselliğiyle vermeyi tercih ediyor. Burada Pawel Pawlkowski’nin görüntü yönetmeni Michal Dymek kamerasıyla mizansene önemli katkıda bulunuyor.
Deneyselliğin sınırında dolaşan film, anılarını yitirmiş bir insanlığın çelişkilerini gözler önüne sererken, adeta Hazreti Musa’nın 10 Emrine ‘Hayvanları Seveceksin’ komutuyla bir 11.sini ilave ediyor. Film bir hayvanın gözünden dünyanın gizemli kötülüklerin ağır bastığı, acımasız bir yer haline geldiğini anlatıyor. Gri gözlü, melankolik bakışlı bir eşek olan E O yoluna çıkan iyi ve kötü insanlardan mutluluğu ve acıyı yaşıyor. E O şansını, felaket ve mutluluğunu beklenmedik bir mutluluğa dönüştürüyor, ama masumiyetini hiç kaybetmiyor.
Film şu soruya cevap arıyor: “Sinema sanatı yaşadığımız toplumun en sessiz, en savunmasız varlıklarının gözlemlerine aracı olabilir mi?” Eşek - insan ilişkisini ele alan ‘E O’ izleyicide empati duygusu uyandıran, yenilikçi, incelikli, düşündürücü bir film. Göçmenlik, sığınmacılık, şiddet, uyuşturucu madde kullanımı gibi günümüz sosyal sorunlarına film ayna tutuyor. Skolimowski hayatın çok yönlü yelpazesini deneyimlemek için alçakgönüllü nazik ve dikkatli bir eşeğe kişilik kazandırıyor.
Hüzünlü bakışlı E O’nun gözünden bakıldığında dünya gizemli bir yerdir. Yolculuğu sırasında filmin başkahramanını kader hem felaketlerle hem de sınırsız mutlulukla sınıyor. Film, yolculuğundaki neşe ve acıyı deneyimleyen, modern Avrupa’nın bir vizyonunu onun gözünden keşfeden bir eşeği konu alıyor. Jerzy Skolimowski Cannes Film Festivalinde dünya prömiyerini yaptığı gösterimindeki basın konferansında filmin başrolündeki dört Sardunya eşeğine (Taco, Mola, Ola, Rocco) adlarını sayarak teşekkür etti. Filmi başkarakteri E O, Kasandra (Sandra Drzymalska) adlı bir genç sanatçıyla bir sirkte performans sergileyen bir eşek.
Kasandra, karşılıksız sevgisini veren hayvana bağlı olarak kendisini korur. Hayvan istismar karşıtları tarafından yapılan bir protesto gösterisinden sonra, icra memurlarının sirke girmesiyle bu ikilinin yolları ayrılır. Eşek kendini bir ahırda bulur ve sonra birkaç kez sahibini değiştirir. E O sirkteki bakıcısı Kasandra ile birlikte mutluyken, Polonya’dan İtalya’ya uzanan yolculuğunda insanların ne kadar bencil ve acımasız olabileceğine tanıklık ediyor.
‘Hiçbirimiz masum değiliz’
Yol üstü küçük bir kasabada oynanan futbol karşılaşmasında, E O takımlardan birinin maskotu seçilir. Ancak maç sonunda karşı tarafın azgın taraftarlarının saldırısında, E O galip takımın taraftarlarıyla birlikte sopa ve tekmelerden nasibini alır. Yolculuğun son durağı İtalya’da yolu bir saraydan geçen E O’ya, kontes (İsabelle Huppert) ve papaz oğlu Vito (Lorenzo Zurzolo) iyi davranır. Hatta Vito E O’dan o güne kadar eşek etinden yediği sosisler için özür diler. Ancak bu, filmin finalinde eşeğimizin diğer büyük baş hayvanlarla mezbahaya gidişini engellemiyor. Yönünü şaşırmış bir dünyada akıbetini çaresizlik içinde bekleyen eşeğin çığlığı yürek burkuyor.
Jerzy Skolimowski bugüne kadar kendisini ağlatabilen tek filmin Robert Bresson’un ‘Rasgele Balthazar / Au Hasard Balthazar’ olduğunu söylüyor. Robert Bresson’un 1966 tarihli Cannes Film Festivali Ödüllü başyapıtı, çilekeş bir eşek olan Balthazar’ın öyküsünü anlatan alegorik bir filmdi. Bresson’a saygı duruşunda bulunduğu filminde Skolimowski, duygusal, şiirsel, çağdaş filmi ‘E O’ için, “Eşekler yumuşak, narin, saygılı ve kibar hayvanlar. Anı dibine kadar yaşıyorlar. Asla kendilerini beğenmiş değiller” diyor.
Filmi ‘E O’ Polonyalı yaratıcının içten hayranlığını izleyicilere ince bir sızıyla geçiriyor. Bir sirkte başlayıp mezbahada biten yolculuğunda itilip kakılan E O’ya film Hollywoodvari bir animasyon karakteri gözüyle yaklaşmıyor. E O çocukların sevgili dostu, insan sesiyle konuşan, düşünen, peluştan tüyleri, süper güçleri olan bir hayvan değil. Oyuncu kadrosunda adına rastladığımız, ancak son bölümde kısa bir rolde karşımıza çıkan karizmatik Fransız oyuncu İsabelle Huppert, Cannes Film Festivallerine rekor sayıda filmle katılan bir süperstar. İki kez En İyi Kadın Oyuncu Ödülünü kazanan ender oyunculardan biri olarak, Michael Haneke’nin ‘Piyanist / La Pianiste’ (2001) ve Claude Chabrol’un ‘Violette Noziere’inde (1978) bu ödülle taçlandırılmıştı.
Filmi izlerken aklıma Federico Fellini’nin 1954 tarihli başyapıtı ‘Sonsuz Sokaklar / La Strada’ geldi. O filmde saf ve tecrübesiz bir genç kız olan Gelsomina (Fellini’nin fetiş oyuncusu Guiletta Masina) yoksul ailesi tarafından para karşılığında, gezgin bir sirk göstericisi olan Zampano’ya (Anthony Quinn) teslim edilmişti. O yıl Yabancı Dilde En İyi Film Oscar Ödülünü kazanan yol filmi ‘Sonsuz Sokaklar’, sinema tarihinin en dokunaklı filmlerinden biridir.
Yazımı Jerzy Skolimowski ile bitirmek istiyorum. 85 yaşındaki sanatçı ‘E O’ ile formunu koruduğunu gösteriyor. 1938 Lodz doğumlu yönetmen, senaryo yazarı, oyuncu, yapımcı Polonyalı usta, Venedik Film Festivalinde Özel Mansiyon kazanan ‘11 Dakika / 11 Minut’tan (2015) sonra yedi yıl suskun kalmıştı. Konusu Varşova’da 11 dakika içinde geçen film, yolları kesişen birçok insanın öyküsünü anlatıyordu. Skolimowski’nin bir önceki filmi, Venedik’ten Jüri Özel Ödüllü ‘Ölümüne Kaçış / Essential Killing’, askeri bir operasyonun izole bir yaşamı nasıl alt üst ettiğini anlatıyordu. Polonyalı yönetmen 1967 Berlin Film Festivalinde Gümüş Ayı Ödülü kazanan ‘Ayrılış / Le Départ’da genç bir Brüksellinin öyküsünü anlatmıştı.