Geçtiğimiz hafta merkez bankaları haftasıydı. Ekonomistler haftalara önem atfetmekte pek mahirdir. Kimisi veri yoğun hafta olur kimisi de az önce söylediğim gibi Merkez Bankası kararlarının görüleceği bir haftadır. Geçtiğimiz hafta üç önemli merkez bankası hem faiz kararlarını açıkladı hem de geleceğe doğru bir projeksiyon çizdi.
İlk önemli karar Amerikan Merkez Bankası Fed’den geldi. Fed beklendiği gibi faizleri 25 baz puan artırarak %4,50-4,75 aralığına çekti. Kısa bir politika metni vardı. FOMC Komitesi (bizdeki Para Politikası Kurulu’nun karşılığı) değerlendirmelerinde işgücü piyasası koşullarına ilişkin okumalara, enflasyon baskı ve beklentilerine, finansal koşullara ve uluslararası gelişmelere bakılarak gelecek faiz kararlarının verileceğini bize söylüyordu. Son göstergelerin harcama ve üretimde ılımlı bir büyümenin varlığına işaret ettiğini, iş kazanımlarının hala güçlü olduğunu, enflasyonun bir miktar azalmasına rağmen hala yüksek olduğunu da metne eklemişler. Metinden faiz artırımının büyüklüğü kelimesi çıkıp onun yerine etkisi kelimesi girmiş.
Metni içerisine giren ve çıkan kelimelerle incelediğimizde artık büyük faiz artışlarının bittiğini, bundan sonra aynen metinde ifade edildiği hususlara bakılıp faizin etkisinin izleneceğini anladık. Ancak metin bir fikir verse de soru cevap kısmı her zaman çok daha etkilidir.
Başkan Powell ilk kez dezenflasyonist sürece girildiğinden bahsetti. Böylece hem gecenin hem de sonrasının manşeti çıkmış oldu. Ancak yine de temkinliydi. Evet dezenflasyonist süreç başladı ancak her sektörde aynı ölçüde değil. Hizmetler sektöründe benzer bir süreci göremiyoruz. Bu sadece mallar sektörüne ait bir gelişme diye de ekledi.
Enflasyonun ne kadar yıkıcı olduğunun bilincindeyiz. Bunun hane halkına olumsuzluklarını biliyoruz. O nedenle her ne kadar dezenflasyonist süreç başlamış olsa da sıkı para politikasından vazgeçemeyiz. Enflasyonla mücadele de ipin ucu bir kere kaçtı mı bir daha enflasyonu aşağıya çekmek mümkün olmaz, dedi.
Powell bunları dedi ve ben bir hüzünle “Ne kadar şanslı bu Amerikalılar. Enflasyonu ciddiye alan, bunun yıkıcı etkilerini özümsemiş, kanunun verdiği kamu görevinin bilinci içerisinde enflasyonla mücadele eden bir merkez bankası var ülkelerinde” diye düşündüm. Düşündükçe hüznüm arttı.
Son otuz yıl içerisinde 25 baz puanlık 37. faiz artırımı olmuş bu artırım. Yine son 30 yıl içerisinde beş defa 75 baz puan artırılmış faiz. Altı defa da 50 baz puan. Ancak 16 defa 25 baz puan, 14 defa 50 baz puan, üç defa 75 baz puan ve bir defa da 100 baz puan azaltılmış.
Demek ki faiz oranları ekonominin bir dengesi. Ekonominin gerektirdiği koşullar neticesinde artırıldığı gibi azaltılabilir de. Ekonomi bir bilim; bu bilimin de kendi kuralları var. ‘Ben öyle inanıyorum’ dediğinizde başka birisi başka bir şekilde inanır. İnançla ekonomi yönetilemez ama biz bunları da geçtik artık.
Arkasından İngiltere Merkez Bankası 50 baz puan faiz artırdı. Hemen aynı gün Avrupa Merkez Bankasının faiz kararını karşıladık. Orada da gündem elbette enflasyon. Enflasyonla mücadele konusunda ortak dil ‘kararlılık’. Kararlılık denilince de öncelikle sözlü yönlendirme. İnsanların enflasyonun düşeceğine dair ikna olması lazım.
Metinlerdeki dil çok önemli. Çünkü metinde kullanılan dil bazen piyasaları yönlendirmek için kasıtlı bir girişimdir. Faiz oranlarının ne zaman zirve yapacağına, hatta düşmeye başlayacağına dair ipuçları yatırım ve ipotek kararları için çok önemli olmakta.
Merkez Bankaları üzerinden şu an için geldiğimiz nokta kritik. Faiz artışlarını çok geç durdurursanız ekonomik yavaşlamayı derinleştirirsiniz; tam tersine çok erken bitirirseniz de yüksek fiyatlar artık sabit hale dönüşebilir. Riskin yüksek olduğu bu dönemler hata yapma olasılığını da artırır. O nedenle hem geçmiş tecrübelerden yararlanmak hem de bilime inanmak gerekir.
Küresel ölçekte enflasyon kontrol altına alınmaya çalışılıyor. Kışın kısmen iyi geçmesi ve doğalgaza daha az ihtiyaç duyulması sanayi yerine evlere doğalgaz verilmesi senaryosunu bitirdi. O nedenle hem fiyatlar düştü hem de resesyon ihtimali azaldı. Bu iyi bir gelişme olarak not edilebilir. Ancak Çin’in kısıtlamaları kaldırması ve tam açılması küresel büyüme beklentilerini yukarı çekerken emtia fiyatlarının büyümeyle fiyatlarının artması riskini de beraberinde getiriyor. İşgücü piyasaları hala çok kuvvetli ve bu da ücret baskılarını, ücretler üzerinden gelecek talep baskını ve fiyat artışları riskini ortaya koyuyor.
Neredeyse tüm merkez bankaları enflasyonla mücadeleyi enflasyonu tamamen yenene kadar devam ettirecek gözüküyor.
İçeride ise İstanbul’un enflasyonunu ölçen İstanbul Ticaret Odası Ücretliler Geçinme Endeksi aylık %5,94, Ankara’nın enflasyonunu ölçen Türk-İş’in Ocak 2023 Açlık ve Yoksulluk Sınırı açıklamasına göre mutfak enflasyonu aylık %9,02 olarak geldi. Dört kişilik bir ailenin aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) ise 8.864 TL olarak hesaplandı. Asgari ücretin 8.506 TL olduğunu dikkate aldığımızda ilk ay itibariyle asgari ücret açlık sınırının altında kalmış oldu.
Merakla beklediğimiz TÜİK enflasyonu ise hepimizi şaşırttı. Piyasa beklentisi %4’ler civarındayken Ocak 2023 için aylık %6,65 olarak açıklandı. Geçtiğimiz yıl aynı ayda %11,10 olduğu için sanırım Ocak 2023 aylık enflasyonunun piyasa beklentisi üzerinde olması bir sıkıntı olarak görülmemiş.
Ancak yıllıkta enflasyon %64,27’den %57,68’e düşüyor. Nasıl oluyor peki dediğimizde burada çokça açıkladık. Baz etkisi ile.
26 Ocak tarihinde açıklanan 2023 yılının ilk enflasyon raporunda Merkez Bankamız Türkiye’de enflasyonun 2023 yılı sonunda %22,3 beklediğini belirtip 2024 yılı sonunda ise %8.8 olacağını öngördüğünü bizlere anlattı.
Olabilir mi? Sorusunun cevabını şimdi herkes kendi işine, mutfağına bakarak cevaplasın bakalım.