Sanatçı Safigül Kurtyiğit´in, 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi´nde Ankara Yahudi Mahallesinden yola çıkarak hazırladığı ´Orada Kimse Yok Mu?!´ sergisinin açılışı 31 Ocak´ta gerçekleştirildi. 28 Şubat´a dek sanatseverlerin ziyaretine açık olan sergide Kurtyiğit, emsalsiz ve biricik olarak nitelendirdiği mahalleyi bu çalışmasıyla bellek kaybına karşı koruma altına almayı amaçlıyor. Kurtyiğit, “Mahalleye her gittiğimde evlerin bir parçası yok oluyor. Binalarla birlikte bellek de çökmesin istedim. Anıtsal bir abide gibi yaşamalı bu mahalle. O yüzden güvenlik konusunda evlerin bulunduğu alana giriş-çıkışlar kontrol altına alınmalı ve acilen restorasyon işlemlerine başlanmalı” cümleleriyle de yetkililere bu değeri kaybetmemek adına çağrıda bulunuyor.
Türkiye’nin kültürel miras listesinde yer alan ‘Ankara Yahudi Mahallesi’ ile ilgili çalışmanız ‘Orada Kimse Yok mu?’ sergisi 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi’nde ziyarete açıldı. ‘Bellek ambarı’ olarak nitelendirdiğiniz bu evler, mahalleyle ilgili çalışmanızın ilk adımları nasıl atıldı?
Tez başlığım ‘Günümüz Sanatında Kent-Bellek İlişkisi’ olduğu için 19. yüzyılın gezgincisi Flaneur gibi kentle sürekli diyalog içindeyim. Mahalleyle olan bağlantım bir arkadaşım sayesinde oldu. Kaleden yürüyerek aşağı inmeye karar verdik ve farklı bir yol seçtik. Bu güzergâh sonrasında beni hüzne boğan o farklı mimariyle karşılaştım. Kentin merkezindeki emsalsiz ve biricik bu değerler görünmüyor, duyulmuyor, bilinmiyor. Ankara’da yaşayanların çoğunun bile mahalleden haberi yok. Sonrasında sürekli gitmeye başladım, iki saat bile olsa uğruyordum. Bir tümülüs gibi toprağın altında ve o toprağın kaldırılmasını bekliyor gibiydi. Grand Pera Cercle d’Orient Salonu’nda BASELECTED’ın seçkisine katıldığımda sergide müzeden Dalia Maya ile tanıştım. Sosyal medyasında Yahudi Mahallesiyle ilgili paylaşım yaptığını görünce projemden bahsettim. 500. Yıl Vakfı ile ortak bir çalışma yapabileceğimizi söyledi, sonrasında Nisya Allovi, Dalia Maya ve Silvyo Ovadya ile zoom toplantıları gerçekleştirdik. Ankara ve Edirne’de de bu sergiyi gerçekleştirme yolunda adımımızı attık.
“HER GİTTİĞİMDE EVLERİN BİR PARÇASI YOK OLUYOR, ANTİKACILARA SATILIYORDU!”
Projenin başlangıç aşamasında kent belleğiyle bağ kurmaya çalıştığınız konusunda bir yazı kaleme almışsınız. Çalışmanın içerdiği katmanları ve sizin sanatçı olarak bağ kurma sürecinizi anlatabilir misiniz?
O mahallede yalnızlaştırılan, ötekileştirilen ve görmezden gelinen mekânlar var. Bu da sanatçı duyarlılığını harekete geçiriyor. Bir şey seni dürtmese, rahatsız etmese bir adım atmazsın. Duygusal bağ ilerledikçe aktif rol oynamana vesile oluyor. Çözümüne yardımcı olacağım ya da geleceğe aktaracağım işlere önem veriyorum. İlk önce mahalleyi gözlemleme sürecim oldu, adımlarımla, dokunuşlarımla izler bıraktım. Sonrasında videolar, fotoğraflar ve çizimlerle arşiv oluşturdum, yaklaşık iki yıl sürdü. En son da seramik kiliyle gerçekleştirdiğim baskı işlerim oldu. Mahalleye her gittiğimde evlerin bir parçası yok oluyordu, antikacılara satılıyordu. Hem de SİT alanı olmasına rağmen. Bu duruma karşı önlem almak zorunda hissettim.
“BİNALARLA BERABER BELLEK DE ÇÖKMESİN İSTEDİM!”
Mahalledeki mekânların savunmasızlığı kapılar, pirinç döküm kulplar gibi nesnelerin yerlerinden edilmesi de sizi bu evlerden bazı izler almaya itmiş. Seramik kil üzerine baskı kalıplarla anıları ölümsüzleştirmeyi amaçladınız. Bu çalışmanızdan da bahsedebilir miyiz?
İlk evrede özellikle atıl binaları seçtim, çökme tehlikesini bile göze aldım. Çünkü o bina çökünce izler de katman katman yok olacaktı. Binalarla birlikte bellek de çökmesin, yok olmasın istedim ve onları koruma altına aldım. Duvarların sıvasında bile en az yirmi kat boya katmanı vardı. Seramiğin beslendiği sadece ahşap ve boya değildi. Yapılardaki kerpiçler tuğla kadar sağlamdı. Sayıları her geçen gün azalan 150’e yakın bina vardı. Seramik baskıyla gördüğüm değerlerin izlerini ölümsüzleştirdim.
80’lerden sonra elliden fazla mekân da yakılıp yıkılarak günümüze ulaşamadı. Kaderine bırakılan bu evleri gezerken neler hissettiniz? Orada geçmişte neler yaşandığını merak ve hayal ettiniz mi?
Mutlaka, bunu içselleştirip duyumsamasam projeyi gerçekleştiremezdim. Şu an anlatırken bile tüylerim diken diken oluyor. Sonuçta insanı bellek var eder, mekânların yokluğunda belleğin işlevi ne? Bellek, bireyin yaşamı boyunca etkisinde kaldığı olayların, anıların depolanarak korunduğu yerdir. Hatırlamak zihinsel bir etkinliktir. Hatta zihnimizin en önemli yetilerinden biridir. Kentsel alanlar için özellikle savaşlar, hayal edilebilecek en yıkıcı etkiye sahiptir. İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’da hem mekânlar hem de insanlar yok oldular. Zaten o dönemden sonra belleğe ve arşivlemeye olan özen ve önem daha da arttı. Bir şeyleri koruma altına almak gerekiyor. Çünkü sen tarihini kaybediyorsun. Oysaki bunu gelecek kuşaklara aktarmak senin sorumluluğunda. Kozmopolit bir kent olan Ankara'da bir mahalle düşünün: bir tarafta cami, diğer tarafta sinagog var. Hep barış içinde yaşanmış. Varlık Vergisi’nden sonra çoğu yuvalarını terk etmek zorunda kalıyor. Devlete bağışlayanlar, satanlar sonrasında mahalle bomboş kalıyor. Bir tek Sara Hanım yaşlanana dek gitmeyi reddediyor. Yardım bile kabul etmeden gururlu bir şekilde yaşamını sürdürüyor. Hastalığı sonrasında İstanbul’da bir bakımevinde vefat ediyor.
Çalışmanız süresince içinde bulunduğunuz psikolojiyi ve kaybolan kent belleğine şahit olmanın sizi nasıl etkilediğini de dinleyebilir miyiz?
Mahalleyle buluşma serüvenimde iyi bir psikoloji halinde değildim. Kendi yaşantımla da özdeşleştirdim mekânların kırılganlığı ve yok oluşuyla kendi belleğimdeki yıkılmaları. Mekânlar seni yargılamıyor, dinliyor. Sen de öyle. Ankara Yahudi Mahallesindeki evler beni bağrına bastı. Burada karşılıklı bir etkileşim ve sahiplenme var. Var olma sürecini pekiştirme döngüsüne giriyorsun. Ben bir sanatçıysam var olduğum sürece geçmişi belleklerde kalıcı hale getirmekte rolüm var, o yüzden mahalleyi es geçebilme şansım yoktu. Bu adeta bir toplumsal sorumluluktu.
Fotoğrafların bazılarında kilitli kapıların ardında birer yaşam düşlediğinizi görüyoruz. Avluların kapılarından çıkarak koşturan insanlar, çamaşır asan kadınlar… Bu terk edilmişliğe bir nebze de olsa can katmış olmayı mı istediniz?
Belleği tekrar güncellemek ve yaşamın orada hâlâ devam ettiğini sanatsal kategoride de olsa göstermek istedim. Günün birinde o mahalleyle ilişkili olan Yahudi toplumundan kişilerin oraya yerleşmelerini, bir gün de olsa vakit geçirmelerini düşledim. Mekânlarla insanlar karşılıklı olarak birbirlerinin varlıklarına dokunarak dönüştürürler. O halde mekânsız insan, insansız da mekân düşünülemez. Çünkü asıl nefesler gidince mekânlar yok oluyor.
İstiklal Mahallesi’nde gördüğünüz Yahudi mimarisin özellikleri nelerdir? Belirleyici motifler, imzalar var mı binalarda?
Birlik Sokak’ta sinagogun karşısında gördüğüm Araf ve Albükrek ailelerine ait iki farklı konut var özellikle, İtalyan yapı mimarisine göre. Birinin Kültür Bakanlığı tarafından restorasyonu gerçekleştirilmiş, diğerinde geçmişte hahambaşının oturduğu söyleniyor. Şu anda çatısı çökmek üzere, ona bakılmıyor ve bir merhem sürülmüyor. Osmanlı mimari yapısının son örnekleri olarak sayılan Yahudi evleri; geniş avlulu ve çift katlı, kerpiçten olan yapılardır. Beki Luiza Bahar da bu yapıları, ‘Efsaneden Tarihe Ankara Yahudileri’ adlı yapıtında; “Bitişik nizamda, dış cepheleri değişik renklerde” şeklinde tanımlar. Kısaca yapılarda, içe bakan avlulu bir sistem mevcut. Evlerin içine girilmiyor zaten, bazıları da gelir seviyesi düşük insanlara kiraya verilmiş 100-150 TL gibi rakamlara.
“BU MAHALLE ANITSAL BİR ABİDE GİBİ YAŞAMALI!”
Sergi üzerinde çalışırken Yahudi Mahallesi sit alanı içinde yer alan bir mekânın molozlarını bir esnafın yakmak için aldığını gördüğünüzü sosyal medyanızda paylaşmışsınız. Bu kişiyi uyardığınızda mekâna ait kapıların da satıldığını söylemiş size. Bu tür bellek kaybının yok olmasına neden olacak durumlardan mahalle nasıl korunabilir?
Seramiklerle olan bağlantım aslında bu olayı gördükten sonra başladı, kapılar elden gidiyor hatta her şey gidiyor. Üç katlı bir bina var mesela her gittiğinizde molozlardan birisi eksiliyor. Sit alanından bir ahşabı alıyorsunuz, düşünebiliyor musunuz? Ben sorduğumda önce yakacağını söyledi, sonra “Kedimi kurtaracağım” dedi. Tehditkâr konuşuldu benimle. Bireysel anlamda elimden geleni yapıyorum. Toplumsal anlamda ise gerekli önlemler alınmalı. Güvenlik konusunda mahalleye giriş- çıkışlar kontrol edilmeli. Akşamları çok tekinsiz bir alan oluyor. Acilen restorasyon işlemleri gerçekleştirilmeli, bazıları mümkünse ören olarak kalsın. Açık hava müzesi gibi. Anıtsal bir abide gibi yaşamalı bu mahalle. Restorasyon tek tip olmamalı çünkü oradaki çok renklilik mahalleye anlam katıyor. Sergide boyayla yaptığım çalışmalar da bir yöntem sunma niteliği taşıyor. Mahalledeki çözümsüzlüğün sanat aracılığıyla çözüme ulaşmasını bekliyoruz.
Çalışmalarınız süresince Yahudi toplumu hakkında neler öğrendiniz? Tanıştığınız Yahudi toplumu üyelerinin geçmişi koruma, sahip çıkma konusundaki hassasiyeti geleceğe dair umut verdi mi?
Türk Serbest Mimarlar Derneği (TSMD) ile Virtual Projects ortaklığı ve Hollanda Büyükelçiliği MATRA Programı desteğiyle gerçekleştirilen, proje tasarım ve genel koordinasyonluğunu Ayşin Zoe Güneş’in yaptığı, aralarında kent bilimci Yavuz İşçen’in ve mimar Müge Cengizkan’ın da yer aldığı ‘Ankara Yahudi Mahallesi Dijital Arşivleme Projesi’ni inceledim. Ayrıca Enver Arcak’ın Yahudi Mahallesi ile ilgili yaptığı ‘HERMANA’ adlı belgesel sunumunu izledim. İnsanların bu konulara değinmesi beni heyecanlandırdı. Tek soluk olmamak ve kolektif hareket etmek gerekiyor.
Sergininin açılışı 31 Ocak’ta gerçekleşti. Sanatseverlerden nasıl tepkiler aldınız? Sergi, İstanbul sonrasında Ankara ve Edirne’de mi sanatseverlerle buluşacak?
Müze, Ankara ve Edirne konusunda da isteklerini dile getirdi, tarihler konusunda kararlaştırmamızı henüz yapmadık. Geri dönüşler çok tatmin ediciydi. Onların ruhlarına girebilmişim ve heyecanımı onlara yansıtabilmişim, bu benim için çok önemli. “Sayende geçmişimizi ve ayakta kalabilme umudunu gözlemlemiş olduk” diye teşekkür edenler oldu, Ataları o mekânlarda yaşayanlar sergiye geldi, bu bana gurur verdi. Sürecin buraya kadar evirileceğini hayal bile edemezdim. Yapılan işin kaynağına ulaşması ve Şalom Gazetesi’nin bile benimle röportaj yapmasından onur duydum.