Tamamen doğa kaynaklı olan deprem konusunu, gök cisimlerinin dizilimine ya da Amerikan ordusuna ait HAARP sisteminin tetiklediğine bağlayan komplo teorileri, yalnızca asıl konunun yani afete karşı alınabilecek önlemler konusunda yetersiz kaldığımızı gölgelemeye hizmet eder. Depremleri henüz tahmin edemiyoruz ve bunun nedenini anlamak için depremin ne olduğunu anlamamız gerekiyor.
Deprem nedir?
Basit bir anlatımla, Dünya’nın merkezinde çekirdek, onun üzerinde sıvı manto ve onun üzerinde okyanusların ve kıtaların olduğu taşküre (litosfer) bulunur. Taş küre, üst mantoda dalma-batma hareketleri yaptığından üzerinde kırılmalar olur; bu yüzden taşküre levhalara bölünmüş haldedir. Dünyada manto üzerinde yüzmekte olan 12 ana levha ve birçok küçük levha var. 1960 yılında kabul görmüş levha tektoniği teorisine göre, Dünya üzerinde tüm kara parçaları 200 milyon yıl öncesine kadar bir arada bulunuyordu. (Pangea Kıtası- Yunanca’da tüm topraklar anlamında) Levha tektoniği şöyle der: Levhalar okyanus çıkıntılarında birbirlerinden ayrılabilir, dalma-batma bölgelerinde birbirlerinin içerilerine doğru girebilir veya birbirlerinin yanından fay hatları boyunca kayabilir. Okyanus levhalarının kalınlığı 15 kilometre, kıta levhalarının kalınlığı 200 kilometreyi bulabilir.
Arabistan levhası kuzeye, Avrasya levhası da güneye ilerler, bunlar Anadolu levhasını sıkıştırıp, Doğu Anadolu fay hattında buluşur. Ek olarak Afrika levhası da Anadolu levhasını kuzey yönlü sıkıştırmaktadır. Sonuç olarak Anadolu levhası batı yönünde Ege’ye doğru kayar.
Levhalar insanların fark etmeyeceği şekilde senede birkaç santimetre (12 cm’ye kadar) belirli yönlere hareket ediyor. Derine doğru levhaların kesitlerinin bıçakla kesilmiş gibi pürüzsüz olduğunu düşünmeyin. Tırtıklı levhalar hareket halindeyken birbirine sürter, aralarında yağ yok ki kaysınlar. Bu sürtme onların ilerleyişini durdurur. Fakat bir zamana kadar. Belki bir yıl, belki beş yüz yıl… Burada öyle bir enerji birikir ki sonunda levha aniden çatlar, kırılır ve fay hattı boyunca ilerler. Doğu Anadolu Fayının Pazarcık segmentinde üç-beş metrelik atım, ötelenme meydana geldi. Bu yer değiştirmeyle serbest kalan enerji dalga dalga sarsıntılar şeklinde kilometrelerce uzayan fay kırığından etrafa doğru hissedilir. İşte bu depremdir. Doğu Anadolu Fay Hattı 500 kilometre. Bu fay senede 9 milim sola kayıyor. Son deprem 1513 yılında meydana gelmiş. Bu durumda 500 senede 4,5 metre bir yamulma tahmini, deprem sonrasındaki gözlemlerle örtüşmektedir. Depremde kırılan Pazarcık segmenti 82 kilometre. 82 kilometrelik bir fayı 3-4 metre kaydırmak için gereken enerji o depremin büyüklüğünü verir.
Dokuz saat arayla iki depremin toplam ortaya çıkardığı enerji büyüklüğü (7,7 ve 7,6 MW) on Nagasaki atom bombasının gücündeydi.
Deprem şiddeti ise -büyüklükten farklı olarak- merkez üssünden insanların bulundukları yere göre değişen, hissedilen sarsıntıdır. Pazarcık’taki 7,7 büyüklüğündeki depremin Ankara’da 4 şiddetinde hissedilmesi gibi. Büyüklük göreceli değildir ve Dünya’nın içinde olur; şiddet bağıldır ve dünyanın yüzeyinde canlı ve cansızlar üzerinde oluşan, gözlemlenebilen etkileridir.
Bilim bile ‘sooner or later’ depremi tahmin edemez
6 Şubat’ta 7,7’lik Pazarcık deprem felaketine uyandığımız sabah, cep telefonlarımızda Frank Hoogerbeets adındaki ‘yeni nesil deprem tahmincisi’nin üç gün evvelinde attığı tweet’le karşılaştık. Şöyle demişti: "Sooner or later there will be a ~M 7.5 #earthquake in this region (South-Central Turkey, Jordan, Syria, Lebanon). #deprem: Er ya da geç bu bölgede (Güney-Orta Türkiye, Ürdün, Suriye, Lübnan) 7.5 büyüklüğünde deprem olacak."
Deprem, gelişen bilim ve teknolojimize rağmen maalesef zamanlama olarak tahmin edilebilir değildir. Bilim insanlarımız genelde 30 yıl içinde belli yerlerde farklı büyüklükteki deprem olasılıklarından söz eder. Prof.Dr. Naci Görür 2020 Ocak Elazığ depreminden sonra bu bölgeyi uyarmıştı. Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Jeofizik Profesörü Mustafa Aktar’dan bizzat aldığım bir seminerde kendisi deprem çalışmalarının, levha hareketleri, deprem merkezi (jeofizik) ve dalga yayılımı (sismoloji) olmak üzere ‘doğanın sırları’ ve zemin çalışmaları, binalar ve toplumsal sistem (kurtarma, eğitim, sigorta) olmak üzere ‘uygulama’ olarak iki başlıkta çalışılması gerektiğini belirtmişti. Birinci başlıkta ülkemizdeki bilim insanlarına tam güven duyabilirsiniz. İkinci başlıkta ise sınıfta kaldığımız aşikâr. Mustafa Aktar, Nature dergisinde yayınlanan 2014 makalesinde, İstanbul’un güneyinde 2034’e kadar 7 üstünde bir depremin yüzde 35-70 olasılığından bahsediyor. Hoogerbeets gibi ‘sooner or later’ ile başlayan tweet atmadığı için dikkatimizi çekmiyor olabilir.
Hoogerbeets, Ay ve gezegenlerin hizalanmalarına göre depremleri tahmin ettiğini iddia ediyor. Bilimsel yayını tabi ki yok. Her şeyden önce bilim insanları için deprem Dünya’nın içinde olup biten bir olgudur, Dünya’nın dışındaki uzay cisimlerinin pozisyonları ile ilgili değil. Hoogerbeets'e göre Endonezya'da, Eylül 2018'de meydana gelen 7,5 büyüklüğündeki depreme Venüs, Uranüs, Neptün ve Mars'ın Dünya'da uyguladığı yerçekimi kuvveti neden oldu.
Ay, Güneş ve diğer gezegenlerin Dünya’mız ile kendi aralarında yerçekimsel bir kuvvet alanı vardır. İki cismin kütleleri ne kadar fazlaysa çekim kuvveti o kadar çoktur (doğru orantı). Ve bu iki cismin uzaklıkları ne kadar fazlaysa çekim kuvveti o mesafenin karesi kadar azdır (ters orantı). Uzaydaki cisimlerin Dünya üzerindeki etkisi bu yerçekimsel kuvvetteki değişimlerdir. Belki lise matematik derslerinizden hatırlarsınız değişim kelimesini görünce türev alırdık. Türev aldığımda ters orantıda bahsettiğim mesafenin ‘karesi-(2)’ bir artarak ‘küpe-(3) yükselir. Bu da uzay cisimlerinin Dünya’mız üzerindeki etkisinin çok çok az olduğu anlamına gelir.
Jüpiter, Ay’ın 1800 kat kütlesine sahip olsa da Dünya’ya en yakınken uyguladığı çekim kuvveti Ay’ınkinin yüzde 1’idir. En azından bu bilgiyle beraber yalnızca Ay’a odaklanalım. Ay çekim kuvvetiyle okyanusları (1-2 metre) ve yeri (birkaç cm) yukarı aşağı hareket ettirir. Yerde de gel-git olduğu bilgisi şaşırtıcı olmakla birlikte bu hareket elastiktir ve etkisi levha hareketlerine göre çok daha azdır. Okyanus gel-gitleri yer kabuğuna yükleme ve boşaltma etkisi yapar. Bu gelgitlerin depremlerle korelasyonuna 8 üzerindeki büyüklüklerdeki depremlerde rastlanmıştır. Fakat nedensellikten bahsedilemez. Denizin kabarması, bardağı taşıran son damla misali, zaten kırılmak üzere olan fayda kırılmayı başlatabilir. Ne var ki zamanlama olarak bu bize yardımcı olmaz çünkü hangi fayların kırılmaya çok yakın olduğunu bilmemize imkân yoktur.
2022’de güneş fırtınalarının da zaten deprem olmak üzere olan bölgelerde deprem tetikleyicisi olabilecekleri sonucuna varıldı. Fakat güneş fırtınalarının ne zaman ve nerden eseceğini bilmediğimiz için ve Güneş’in ve Dünya’nın kendi etrafında dönmesi artı Dünya’nın Güneş çevresinde dönmesi sebebiyle fırtınaların hangi faylara denk geleceğini önceden tahmin etmemiz mümkün değildir. Kaldı ki da önce de söylediğim gibi hangi fayların kırılmaya çok yakın olduğunu tespit edemiyoruz. Gökyüzündeki cisimler işte bu kadar düşük düzeyde etkili. Bunların bir de belli şekilde hizalanması diğer şekillerde hizalanmamasına göre ne kadar daha etkili olacak ki?
O zaman Hoogerbeets nerden bildi? Çünkü kendisi bol keseden tahminler atıyor ve hedefi tutturdukları haber oluyor. Hepsi bu.
HAARP komplo teorisi
Alaska’nın (ABD) orta bir yerinde antenlerden bir tarladan yayılan elektromanyetik dalgaların başta hava durumları olayları, deprem, heyelan ve tsunamilere neden olduğu söyleniyor. HAARP, şimşek yaratıyor ve bu güçlü şimşekler de depreme sebep oluyor deniyor. Komplo teoricilerin ve hatta bazı devlet başkanlarının (İran, Venezuela) ileri sürdükleri bu iddia Kahramanmaraş depreminde de dillendirildi.
Amerikan Hava Kuvvetlerine ait HAARP (High Frequency Active Auroral Research Program – Yüksek Frekanslı Etkin Güneşsel Araştırma Programı) atmosferin yüksek tabakalarını araştırmak üzere kuruldu. Yerden 60 ila 500 kilometre yukarda olan atmosferin üst tabakası İyonosfer’e, orada bulunan elektronları ısıtmak için yüksek frekanslı radyo dalgaları gönderiyorlar. Daha sonra İyonosferdeki değişimler ölçülüyor. Amaçları iletişim, izleme ve navigasyon teknolojilerini iyileştirmek. HAARP kapsamında üretilen en meşhur aygıt, İyonosferin Araştırma Enstrümanı (IRI) isimli 180 antenden oluşan bir ölçüm aracı. Yüksek enerjili radyo dalgalarını İyonosfer tabakasına bu araç yolluyor. 1990’dan 2014’e kadar ordunun elinde olan araştırma merkezi o tarihten bu yana Alaska Fairbanks Üniversitesinin kontrolünde çalışmalarını sürdürüyor. Bu merkezle birebir aynı araştırmayı yapan merkezler ayrıca Norveç, Puerto Rico ve Ukrayna’da bulunuyor. Fakat tabi ki ABD, komplo teorilerinin başrolünü kimseye kaptırmıyor.
HAARP teknolojisi depreme neden oldu diyenlere aşağıdan dilediğiniz yanıtları seçerek verebilirsiniz.
A- Böyle bir silah olsa bugüne kadar kullanılmaz mıydı?
B- Depremler yüz milyonlarca yıldır oluyor ve belki milyarlarca yıl olmaya devam edecek. Doğal olarak açıklayabildiğim şeye neden yapay bir neden bulayım?
C- HAARP Alaska’da ve sadece kendi bölgesine yakın atmosferi radyo dalgaları ile ısıtabiliyor. HAARP ‘taşınabilir’ bir şey değil ki.
D- HAARP’ın yarattığı enerji henüz bir şimşek gücüne bile erişmiş değil ve dünyada saniyede 50-100 şimşek çakıyor. O zaman doğal şimşekler deprem yaratırdı.
E- Fay derinlikleri 20-30 kilometreyi buluyor. İnsanlar bugüne kadar en fazla 12 kilometre derine kadar bir delik açabildiler. Trilyonlarca ton ağırlığındaki kayaları metrelerce ve 1 dakika boyunca ittirecek güç için onlarca atom bombasına ihtiyaç var. Bu kuyuya atom bombaları nasıl inecek?
Depremleri neden tahmin edemiyoruz?
Bilim insanları 7,7 ve 7,5 büyüklüğündeki bu depremlerden sonra yine büyük bir deprem bekleniyor mu sorusuna net bir cevap veremiyorlar. Bu depremler yüzyılladır biriken enerjiyi sonunda ortaya çıkardığı için yeni bir deprem olmayabilir ya da bu depremler yakın fay hatlarına ekstra stres yüklemiş olabileceğinden yeni bir deprem olabilir.
Peki, bilim neden yıkıcı depremlerin zamanlamasını tahmin edemiyor? Çünkü öncelikle faylar yerin kilometrelerce derininde. Levhaların birbiriyle etkileşimi aşırı kompleks. Bunun dışında depremin büyüklüğü fayın ne kadar kırıldığı ile ilgili ve kırılma sert bir kaya tarafından durdurulana dek yırtılma devam ediyor. Yerin altında bu kırılmayı durduracak sağlamlıkta kaya var mı, yok mu? Deprem büyüklüğü bilgisi deprem olurken ve biterken ortaya çıkıyor. Dinamik bir süreç.
Bir afetin olacağını iki gün evvelden haber vermek ideal olurdu. Bilim insanları geçmiş büyük depremler öncesi iki gün ve bir gün boyunca toplanan verilere baktı. Bakılan değişkenler küçük ölçekteki depremlerin sayısı, topraktan havaya geçen radyoaktif bir gaz olan radon düzeyinde değişim, manyetik alanda değişimler ve hatta anormal hayvan davranışları idi. Ne yazık ki hiçbir korelasyona rastlanmadı. Anlaşılan o ki deprem biliminde çığır açıcı bir buluşa ihtiyacımız var.
Penn State laboratuvarında kendi içinde 2 büyüklüğünde deprem yaratan model
Deprem bilimcileri yapay zeka temelli makine öğrenimi kullanarak laboratuvar ortamında kurdukları minyatür bir modelde ve çok daha önemlisi yavaş fay hareketlerinin olduğu Pasifik Okyanus’taki Cascaida bölgesinde depremleri tahmin edebildi. Çok daha karmaşık kara levhalarındaki ani fay hareketlerini tahmin etmek için daha çok zamana ihtiyaç var. Fakat bilim insanları umutlu.
O halde Celal Şengör’ün şu sözleri kılavuzumuz olsun: “Tabiatın tek dili bilimdir, alternatif sunmayın”
Kaynaklar: https://scienceexchange.caltech.edu/topics/earthquakes
https://www.usgs.gov/search?keywords=Earthquakes%20General
https://cografyabilim.wordpress.com/tag/dalma-batma-zonlari/
http://www.planet-science.com/categories/over-11s/natural-world/2011/03/can-we-predict-earthquakes/
http://www.koeri.boun.edu.tr/sismo/bilgi/sss_tr.htm
https://www.nature.com/articles/ncomms2999
https://www.psu.edu/news/research/story/research-predicts-size-magnitude-timing-lab-earthquakes/