6 Şubat Kahramanmaraş depremini etkisi ve sonuçları bakımından konuşmak kolay değil. Henüz her parametre çok yeni. Rasyonel bir tartışma için soğukkanlı bir iklim gerekir, hâlihazırda ondan biraz uzak gibiyiz. Son derece normal. Büyük bir travma. Küresel ölçekte herkesi deprem üzerine yeniden düşünmeye sevk eden bir sonuç. Binlerce bina yıkıldı, on binlerce insan hayatını kaybetti. Ölçeğe ilişkin verilen rakamlar ortada. 13,5 milyon insanı bu deprem doğrudan etkiledi, 85 milyon da ilk andan itibaren bunun parçası oldu. Enkazda kurtarma çalışmaları sürerken insanlar evlerinde yemek yemeye, su içmeye, sıcak evlerinde oturmaya ve uyumaya utandı. Çünkü aynı kaderi paylaştıkları insanlar enkaz altında kurtarılmayı beklerken olağan hayatı sürdürmekte ahlaken kabul edilemez bir yan vardı. Herkes depremzedeler için seferber oldu, sofralarındaki bir dilim ekmeği paylaşmakta hüzünlü bir mutluluk buldular, dualar ettiler.
Televizyonlar yayınlarında büyük ölçüde toplumsal sorumluluklarını yerine getirdi. Kimi zaman “rekabetçi bir habercilik refleksi” alttan alta kendini hissettirse de dikkatli ve itinalıydılar. Yer bilimciler ve inşaat mühendisliği hocaları deprem ve yapıların dayanıklılığı üzerine toplumu bilgilendirdi. Sadece bir konunun altını çizmekte fayda var: Kişi kendi alanının iyi bir uzmanı olabilir, ancak kitle iletişimi üzerinden toplumun karşısına çıkanlar, işin buraya dair bir uzmanlığı da gerektirdiğini hesaba katmalı. Marshal McLuhan’ı “araç mesajdır” sözüyle bir kez daha hatırlıyoruz. İki kişi arasındaki konuşma televizyon üzerinden bir konuşmaya dönüşünce anlamın mahiyeti değişir. Herkesin derin bir üzüntü ve kaygı içinde olduğu bir kamuya konuşurken sadece kitle iletişimini değil aynı zamanda sosyal psikolojiyi de hesaba katan bir dil çok önemli. Çünkü böyle büyük travmalarda insanlar bir yandan olup bitenlerden derin bir şekilde etkilenirken diğer yandan benzeri felaketlerin yaşanabileceği kaygısını duyar. Anlatım dili insanları tedbir almaya sevk ederken felç edici endişeleri tetiklemekten uzak olmalıdır.
Mesela bu süreçte en fazla dile getirilen kaygı konularından birisi muhtemel İstanbul depremi hakkındaydı. 16 milyon insanın yaşadığı, herkesin yakınının akrabasının bulunduğu bu kente ilişkin beyanların daha dikkatli olması gerekir. Üstelik aynı bilim dalındaki insanların yine bilimsel gerekçelere dayanarak farklı tahminler ortaya koymaları, her tahminin biraz da spekülatif bir mahiyette olduğuna işaret ediyor. Elbette hızla tedbir almak, yapıları tahkim etmek çok önemli ve bunun için yönlendirme mühim. Ancak bunu aşan, adeta kaygıdan insanları ne yapacağını bilemez hale getiren bir dilin faydası yok. Keza Bingöl ve Hakkari ile ilgili bilimsel değerlendirmelerde de daha fazla açıklığa ihtiyaç var.
Her büyük felakette sorumlular ve suçlular konusu mutlaka gündeme gelir. Burada tayin edici olan “soğukkanlı bir akıl ve hakkaniyet ile işleyen” adalet mekanizmalarıdır. Oluşan bulanık suda kendi politik angajmanları istikametinde sahte ve kışkırtıcı haberlerle toplum psikolojisini yönlendirmeye çalışan insanlar da çıktı maalesef. Bu da muhakkak bir ahlak sorunu. Sahte ve çarpıtma haberlerin gerçeğine ilişkin yayınlar da yapıldı. Ancak özellikle sosyal medyanın, son derece faydalı bir iletişim ağı olmasının ötesinde adeta içgüdülere indirgenmiş tutumlara imkân tanıyan mahiyetini fırsata çevirmek isteyenler, bu mecranın güvenirliğine ilişkin kuşkuları derinleştirdiler. Depremde yıkılan binaların sorumluları elbette adaletin karşısına çıkacak, ancak hem sosyal medyadaki kimi hesap sahiplerinin, hem de daha önemlisi ana damar kitle iletişiminde yer alanların ‘masumiyet karinesi’ni zedeleyen bir anlatım tarzları olduğu görüldü. Henüz kimin kurallara uymadığı, yıkım sorumluluğunun kimde ne kadar bulunduğu konuları belli olmadan insanların afişe edilmesi uygun değildi.
Devlet, depremin etki alanının ve yıkımının boyutları olağanüstü geniş bir alanda olmasına rağmen bütün imkânlarıyla sahadaydı. Unutmayalım devlet “kadiri mutlak” değildir, büyüklüğü ve ölçeği ile yeni bir milat olan bu depreme müdahalede kimi kapasite ve organizasyon sorunları olabilir. Devletin sahaya intikaline dair süreçleri teknik ve bilimsel olarak masaya yatırmak yerinde olur. Belediyeler dâhil tüm kurumlar, sivil ve gönüllü kuruluşlar elbirliği ettiler. Birçok ülkeden hem yardım geldi hem de kurtarma ekipleri enkazda kendi hayatlarını tehlikeye atarak can kurtarmaya çalıştı. Aramızda sorunların olduğu ülkelerin canla başla deprem yaralarını sarmak için çaba göstermesi hepimizi derinden etkiledi ve ortak bir insanlık değerinin, duygusunun ne kadar canlı olduğunu hepimize kanıtladı. Bunlar unutulmaz ve muhakkak aradaki ilişkilere olumlu etki yapar.
Öte yandan deprem ve kader konusu da uçlara kadar savrulan görüşlerle gündeme geldi. Dikkat edilirse matematik kesinlikteki konular hakkında farklı fikirler olmaz, üç kere üçün kaç ettiği konusunda hepimiz mutabıkızdır, ancak belirsizlik var ve farklı görüşlere imkân tanıyan unsurlar mevcutsa bu tür ateşli tartışmalar yapılabilir. Bunu bir nevi ideolojik tartışmalara benzetmek de mümkündür.
Kader İslam’ın kendi anlatımı içinde de kesinliğe kavuşturulmuş bir konu değildir. Az çok literatürden haberdar olanlar iki farklı ucun bulunduğunu, bir yanda iradeye ve sorumluluğa yer verilirken diğer yanda tam bir ilahi tayin ediciliğin esas alındığını bilirler. Elimizdeki ‘bilimsel bilgiler’ de bu konuda bize yardımcı olmaz, ‘bilime müracaatla’ ancak aydınlanmanın olacağını, ‘hurafelerden kurtulacağımızı’ söyleyenlerin tavrı da ideolojiktir. Çünkü bilimin konusu ilahi ve dünyevi alan arasındaki ilişkiyi tüketici bir şekilde ortaya koymak olmadığı gibi araçları da buna elverişli değildir. Yaşananın ilahi alanla illiyet bağı konusunu ‘bilimle’ tüketemeyeceğimize göre bunu paranteze alıp dünyevi olana ilişkin bilim marifetiyle neyin mümkün olduğuna çaba göstermek çok daha doğru olacaktır.
Deprem bu coğrafyanın kaçınılmaz ‘dünyevi kaderi’ olduğuna göre, tabiatın bu meydan okumasına karşı tam da bu konu için elverişli olan bilimin imkânlarıyla ‘neleri yapabileceğimize odaklanmak’ gerekir. Kabaca fay hatlarını bileceksin, binanı deprem simülasyonlarına göre yapacaksın, yapım sürecinde de tüm kurumlar görevlerini hakkıyla yerine getirecek. Eksiklikler varsa telafi edeceksin. İlahi kaderin mahiyeti hakkında mevcut bilgimiz bir kesinlik sunmasa da dünyevi kaderin varlığını ve sonuçlarını kesin olarak görmek mümkün. Mesela coğrafya kaderdir, insanın belli bir sınıfın içinde doğması kaderdir, köyde, şehirde, belli bir kültürün içinde doğması kaderdir. Toplumsal gelişmişlik düzeyi bir kaderdir. Kişinin cinsiyeti, beden özellikleri kaderdir. Ancak insanoğlunun kapasitesi ve yetenekleri sosyolojinin ‘verili statüler’ olarak tanımladığı bu nitelikleri dahi bir ölçüde değiştirebilme imkânını ona bahşetmiştir. Özellikle geleneksel toplumda verili statüler daha tayin edici iken artık modern dünyada sınırlar hayli esnekleşmiş, ‘özgürlük’ alanları çoğalmıştır. Sigorta sistemleri, uzmanlık alanları, kurumlar, aklımıza her ne geliyorsa spesifik teşekkül etmiş yapılar ‘dünyevi kader’le ilişkimizde daha iyisini mümkün kılmaya bir destektir. Türkiye’de on milyonlarca insanın evlerini, otomobillerini, tarlalarını sigorta ettirmeleri, hayatlarını sürdürürken mümkün olan her tür tedbiri almaya özen göstermeleri, kimilerinin sözde bilim adına “kaderci bir pesimizme ve felç olmuş bir tavra” atıf yaparak “cehaletle mücadele etmek adına” dile getirdikleri kınamalarının halkta karşılığı olmadığını, bunun sadece lüzumsuz bir söylenmeden ibaret bulunduğunu ortaya koymaktadır. Konu dini alana değil toplumsal gelişmişlik düzeyine aittir ve ‘bilime müracaat eden’ kimilerinin yine bilim marifetiyle çok kolay tespit edecekleri bu durumu ıskalamaları hayret vericidir.
Deprem oldu, hayat sürüyor. Ormanlar bile yandığında üç gün sonra toprak yeniden yeşermeye, filizler boy vermeye başlar. Deprem alanlarında da öyle olacak. Çok üzüntülüyüz ama umut doluyuz. Milletin gösterdiği olağanüstü dayanışma ve birlik iklimi bu umudun en önemli kaynağı. Daha iyi binalar yapacak, şehirleri ayağa kaldıracak, insanlarımızın acılarını hep birlikte şefkatle sararak iyileştireceğiz. Kolay değil, ama zaten bu coğrafya zor, bu topraklardaki halk zorluklarla çelikleşmiş bir karaktere sahip. Bu deprem yeni bir milat. Herkes için yeni bir referans noktası. Eksiği gediği toparlayacak, daha iyisi için geleceğe elbirliği ile bakacağız.