Soprano Şebnem Ünal ile birlikte kurduğumuz Melodias Epicas Oda Müziği Topluluğu ile on sene beraber çalışma fırsatı yakaladığım değerli kemençe sanatçısı Nermin Kaygusuz ile müzik yolcuğunu ve çalışmalarını konuştuk.
Nermin Kaygusuz Ankara'da doğdu. Ortaokul ve liseyi Beşiktaş Kız Lisesinde bitirdikten sonra İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarına girdi; Erdoğan Saydam'dan keman dersleri aldı. Mezun olduktan sonra İstanbul Belediye Konservatuarı Keman Bölümünde iki yıl daha eğitim aldı. İTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsünde yüksek lisans ve sanatta yeterlik eğitimlerini tamamladı. Cüneyd Orhon’la uzunca süre dört telli kemençe çalıştı. 2001’de doçent, 2007’de profesör oldu. University of Chicago’da müzik estetiği üzerine Prof. Dr. Berthold Hoeckner ile çalıştı. Sırasıyla Temel Bilimler Bölüm Başkanlığı, Çalgı Bölümü Yaylı Çalgılar Ana Sanat Dalı Başkanlığı, Konservatuar Yönetim Kurulu Üyeliği, Çalgı Bölüm Başkanlığı görevlerinde bulundu. Uluslararası ve ulusal dergilerde makaleler yayımlayan sanatçının ‘Muallim İsmail Hakkı Bey ve Musiki Tekâmül Dersleri’ isimli bir kitabı bulunuyor.
Nermin Kaygusuz, 2010 yılında, Türkiye’de ilk kez konusu bir çalgı olan ‘Cüneyd Orhon Uluslararası Kemençe Sempozyumu’nu düzenledi. Aynı yıl Türk müziğinde ilk defa tasarlanan ‘dört telli kemençe ve yaylı çalgılar için müzik yazımı’ projesini yaptı. ‘Dört telli kemençe metodu’ yine bir ilk olarak yayınlanacak. ‘Türk Müziğinde Batı Etkisi ve Dönem Bestekârları’ isimli kitabı yayın aşamasında. Kurucularından olduğu Âvâze Türk Müziği Kadınlar Topluluğu, Arayışlar enstrümantal müzik grubu ve Melodias Epicas grubu ile yurtiçi ve yurtdışında konserler verdi. Daha sonra kurduğu Nazenin grubuyla konserlerine devam etti. Leyla Pınar’ın kurduğu İstanbul Barok Topluluğu ile 12 yıl çalıştı. ‘Osmanlı Barok’ isimli CD’de çaldı. Bilkent öğretim üyesi Doç. Onur Türkmen’le Türk makam ve çalgılarıyla ‘yeni müzik’ projesine ve bu bağlamda Tolgahan Çoğulu ile mikrotonal gitar ve kemençe ikilisi olarak, yine bir modern müzik grubu olan Hezarfen Ensemble ile çalışmalarına devam ediyor. Bu grupla ‘Of Light and Shadows’ isimli CD çalışması yaptı. Sanatçının ‘Gönülden Damlalar’ ile ‘Kemençe ve Gitarla Saz Eserleri’, ‘Telkâri’ adlı CD’leri bulunuyor. Halen İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarında öğretim üyesi olarak çalışıyor.
Çok başarılı bir kemençe sanatçısısın. Kemandan kemençeye geçme yolculuğun nasıl gerçekleşti?
Öncelikle gururla söylemeliyim ki, 1976 senesinde eğitim ve öğretime başlayan Türk Müziği Konservatuarının ilk öğrencisiyim. Mezun olduktan sonra değerli keman hocam Erdoğan Saydam’ın vefatına kadar iki sene Belediye Konservatuarında Keman Bölümüne devam ettim. Kemençeye ise benim için çok kıymetli, çok büyük müzik insanı, babam dediğim hocam Cüneyd Orhon’un sayesinde başladım. “Kızım bizim okula, kemençe bölümüne gel demişti” bana. Onun kemençe derslerine kemanla katılmama rağmen ilk başlarda bu çağrısını pek önemsemedim doğrusu. Türk Müziği Konservatuarındayken Cüneyd Bey repertuar derslerine gelirdi. Aradan seneler geçti, sanıyorum 1989-90 yıllarıydı; bir arkadaşım beni bir kat yukarıdan keman çalarken duymuş, “Sen kemandan kemençe gibi ses çıkarıyorsun” deyince işte o zaman aklım başıma geldi. Böylece Cüneyd Hocamla kemençe çalışmaya başladım. Cüneyd Orhon hayatımın dönüm noktasıdır.
Keman çaldığım için kemençeyi çok çabuk kavradım tabii. Çünkü çaldığım kemençe de aynı kemandaki gibi dört telli. Klasik Batı Müziği sesleriyle konuşacak olursam ki, Türk Müziğinde bu sesleri farklı adlandırıyoruz; kemençenin akordu kemanda olduğu gibi sol-re-la-mi şeklindedir. İlk zamanları çok iyi hatırlıyorum; kemandan pozisyonları çok iyi bildiğim için kemençenin iki dönemden oluşan ilk sınıfını iki saat içerisinde bitirmiştik. İki senelik yoğun bir çalışmayla ciddi bir seviye kat ettim. Gayet tabii Türk Müziği aralıkları konusunda daha pişmem gerekiyordu ama teknik olarak hemen kavramıştım. İkinci senenin sonunda hocamın beni soktuğu bir sınavla onun asistanı olarak derslere girmeye başladım. O sınavda çok zor eserler çalmıştım, hani bugün o eserleri ele alayım desem yine çok çalışmam gerekir. Sınavda hocalar çok tebrik etti.
Olağanüstü bir tının var. Peki, o zamanların Türk Müziği Konservatuarında ortam nasıldı?
Muhteşemdi; Cüneyd Bey’in odasına kimler kimler gelirdi. Aralarında inanılmaz konuşmalar olurdu, zaten o oda ve konuşmalar başlı başına bir ekoldü. Bugünlerdeki pişmanlığım, o konuşmaları kayıt altına almadığımdır.
Kimler gelirdi?
Nevzat Sümer, Nurten Erpek, Rahmi Sönmezocak, Niyazı Sayın, Nevzat Atlığ, Sadun Aksüt, Göksel Baykut. Bütün bu büyük isimlerle bir aradaydık. Konuştukları, birbirlerine aktardıkları çok özeldi. Her konuda hemfikir değillerdi elbette, ancak birbirleriyle tartışma üslûpları çok saygındı. Bunları yaşamış olmak çok kıymetli.
O ortamların kaybolmuş olması gerçekten büyük bir doku kaybı. Merak ettiğim bir konu da dört telli kemençe eğitimi konservatuar gibi bir kurumda nasıl gerçekleşti? Aslında bizler kemençenin tarihçesini de çok iyi bilmiyoruz. Bu enstrüman nasıl doğdu?
Dört telli kemençe fikri 1930’lu yıllarda Hüseyin Sadeddin Arel tarafından ortaya atıldı. 1976’da konservatuarın kurulmasıyla birlikte Cüneyd Orhon dört telli kemençeyi eğitime aldı. O günden beri kendimi birden üç telli-dört telli kemençe tartışmaları içerisinde buldum. Dört telli kemençe göreceli olarak yeni bir kemençe türüydü. Çok gelenekselci, tutucu bir yaklaşımla kemençenin ancak ve ancak üç telli olması gerektiğini savunan bir grup ile dört telli kemençeyi hararetle savunan hocam Cüneyd Orhon’un tartışmaları…
Bu tartışmalar neden oluyordu? Üç ve dört telli arasında bir tını veya Türk Müziği aralıkları açısından bir üslûp kaybı mı oluyordu?
Tam tersi olarak dördüncü telin takılmış olması, çağdaş çalgılarda olduğu gibi tel boylarının eşitlenmesi, simetrik pozisyon imkânı, ses alanının genişletilmesi gibi özetle özünü kaybetmeden yenileştirmek ve zenginleştirmek anlamındadır. Böylece zor eserler daha rahat çalınabilmektedir. Sesi meydana getiren unsurlarda, materyal ve biçim açısından fark olmadığı için üç ve dört telli kemençenin tını özellikleri arasında da bir fark yok. Fakat Türk Müziğinde icracının bireysel özelliklerinin önde oluşu sebebiyle çeşitli ekoller ve dolayısıyla bariz icra farklılıkları daha vurguludur. Genellikle bu tavır değişiklikleri üç ile dört telli kemençelerin farkı olarak algılanır ki, bu tamamen yanlıştır. Bu arada bütün kemençeler tel sorunu yaşar. Diğer birçok saz için uygun tel bulunabilmesine rağmen kemençeler bu imkâna sahip değildir. Üç veya dört telli kemençe tartışmasına geri dönecek olursak, üç telli kemençede kalma tutuculuğunu pek anlayamıyorum. Bana göre bu yaklaşımlardan daha önemlisi müziğe tam manasıyla hakkını vererek icradır. Bazen önemli kurumlarda “Kızım çok güzel çaldın ancak biz sadece üç telli kemençeyi kabul ediyoruz” söylemleriyle maalesef karşılaştım.
Burada Nevzat Atlığ Hocamızı anmadan geçemem. Değerli hocam dört telli kemençenin hep arkasında durmuş ve korosuna almıştır. Daha sonraki yıllarda ise sadece kadınlardan kurduğumuz ve başarılı olmuş Âvâze Topluluğumuzun çalışmalarına elinde pastalarla, böreklerle gelip bizleri müziğin tüm incelikleriyle çalıştırmış, Dede Efendi’nin eserlerinden oluşan ilk konserimiz bu sebeple çok başarılı olmuştu. Hakkı ödenmez.
Son olarak şunu sormak istiyorum. Birçok ‘new music’ projesinde çalıyorsun, hatta bu uğurda Nermin Kaygusuz adlı topluluğun var. Bu bağlamda Türk Müziği ve Klâsik Batı Müziği birbirine yaklaşan bir yolculukta mı?
‘New Music’ kapsamında Klâsik Batı Müziği kökenli besteci Onur Türkmen’in makamsal müzik üzerine kurguladığı çok önemli çalışmaları var, onunla hâlâ çalışıyoruz. İlk defa Türk müziğine modern çizgilerle yaklaşan odur. Hatta ilk projemin bestesini de o yaptı. Aynı çizgide giden, yine içine girme fırsatı yakaladığım Hezarfen Topluluğu ile de bir hayli konser verdik. Bu grubun da birçok bestesini Onur yaptı. Ayrıca mikrotonal bir gitarı ilk defa konservatuarda uygulayan Tolgahan Çoğulu ile bir kemençe-gitar ikilimiz var ki çok kıymetli arayışlara vesile oluyor. Verimli ve müziği başka bir ekole taşıyan tarihi bir süreçtir umarım bütün bu çalışmalar.