“…Nasıl yaşayacağına önceden karar verildiğini düşün… sana hiç söz hakkı tanınmadan başkalarının iki dudağı arasında bir hayatı düşün… Kiminle yaşayacağını, ne yaşayacağını ya da ne yaşayamayacağını… hep başkalarının sana söylediğini ve onlara uymak zorunda olduğunu düşün…”
2022’de Serhat Barış tarafından kurulan bi’ iz Tiyatro’nun ilk yapımı, 1984 doğumlu İsveçli senaryo ve oyun yazarı, çevirmen Björn Boström’ün, İsveç’te işlenen bir namus cinayetinden esinlenerek yazdığı ‘Dördüncü Ay’ adlı oyun.
Hayata birlikte tutunmaya çalışan farklı karakterdeki Seher ile Erkan, darbe rejiminden ailece kaçmış, mülteci olarak sığındıkları ‘gurbette’ anne-babalarını yitirmiş iki kardeştir. Erkek egemen ahlak anlayışının ürünü ağabey Erkan, İsveç toplumuna olabildiğince uyum sağlamaya çalışan Seher’i epey yasakçı bir baskı altına almış da olsa, ona derin bir sevgiyle bağlıdır. İkilinin ilişkisi, özgür düşünceli Seher’in, abisinin, amcasının, hemen hepsi Türk olan tüm mahallelinin baskısına karşı bir İsveçliye âşık olmasıyla içinden çıkılmaz hâl alacak, olaylar abinin kız kardeşini öldüreceği trajik sona ulaşacaktır.
İsveç için çok değişik ve ilginç gelebilecek öykünün, bizim için maalesef bildik, neredeyse olağan görülebileceği kaygısıyla bi’ iz Tiyatro, özgün metni farklı bir denge peşinde yeniden yorumlamış. Bu sebepten konuyu spoiler vermekten çekinmeden aktardım.
Yönetmeni Yarkın Ünsal’ın belirttiği gibi, töre cinayetlerini lanetlemekten öteye giderek, ‘töre’nin kadın ve erkek üzerindeki baskısını, onlardan beklentisini anlayabilmek amacıyla, dramaturg Eylül İdiman’ın ve danışman Psikolog Dr. Duygu Buğa’ın desteğiyle onur, utanç, cinayet, feminizm, aktivizm, göç olgusu, özgürlük ve tutsaklık gibi temalar çalışılmış.
2016-2020 yılları arsında Antalya ve Konya Devlet Tiyatrolarında sahnelenen biçeminden çok farklı, daha çarpıcı ve etkileyici bir sonuca ulaşılmış.
Töre konusunu işlerken kurban ve katil ilişkisindeki bir hesaplaşmadan daha ileriye götüren bu yenilenmiş metne Yarkın Ünsal, ilk yönetmenlik çalışmasında parlak bir teatral yorum getirmiş. 2010’da Dokuz Eylül Üniversitesi Dramatik Yazarlık ve Dramaturgi Ana Sanat Dalından mezun olan, aynı üniversitenin Oyunculuk Ana Sanat Dalını birincilikle bitiren Ünsal, ‘Phaedra'nın Aşkı’, ‘That Face’, ‘Son Zenne’ oyunlarında rol almış, çok sayıda ödül kazanmış bir oyuncu. Çoğumuz onu Son Zenne’nin zennesi olarak tanısa da dramaturg, yardımcı yönetmen olarak kapsamlı çalışmaları olan, kurduğu YUSTUDIO’da oyunculuk, hareket, diksiyon, doğaçlama, drama koçluğu ve kurumsal alanda iletişim teknikleri, storytelling, sunum teknikleri eğitimleri veren bir tiyatro insanı.
‘Dördüncü Ay’, öykünün evrensel boyutunun altını çizen soyut bir mekânda, giyimleri her türlü modanın dışında iki kişi tarafından yorumlanır (Dekor ve kostüm tasarım ve uygulaması Selenay Fidan).
Özge Arslan ve Ekin Eti’nin etkileyici müziği eşliğindeki duman efektli çarpıcı girişte, dumanların içinden gelen Seher uyuyan abiyi uyandırarak “Seni çok özledim, sen de beni özledin mi?” der. Ünsal, olağanüstü görsellikteki cinayet sahnesinin öncesinde, aynı sözcükler ve hareketlerle tekrarlayacağı bu sekans aracılığıyla, ilk fantastik karşılaşmanın kavuşma değil, hapishane hücresinde uyuyan ağabeyin kurbanının hayaleti aracılığıyla kendisiyle hesaplaşması olduğunu ustaca hissettirir. Oyun iki eksende gelişir. Birincisini iki kardeşin şimdiki düş zamanında tartışmaları oluşturur. İkincisinde ise geçmişte yaşananlar flashback olarak anımsanır. Yönetmen iki farklı zamanı, oyuncuların yorumlama tarzlarında ancak hissedilir küçük değişiklikler ve Alev Topal’ın ışık tasarımındaki tonlama farklarıyla başarıyla ayrıştırır.
Oyunculuktan gelen birçok yönetmen gibi Yarkın Ünsal’ın oyuncu yönetimi çok başarılı.
Serhat Barış ve Esra Erdemir kimyaları uyuşan, birbirinin ustalıkla tamamlayan bir ikili oluştururlar. Burada Orçun Okurgan’ın hareket tasarımından mutlak söz etmem gerekir. Sadece müthiş inandırıcı cinayet sahnesi değil, bedensel şiddetin öne çıktığı ya da göçün anlatıldığı bölümler de çok etkileyici.
Yaşadığımız ataerkil düzende kadının kendini kanıtlamak, sesini duyurmak, hayallerini gerçekleştirmek hakkını savunan, bildik ve olağanmış gibi gelen törelerin ne derece ürkünç sonuçlar getirebileceğini bir kez daha anımsatan, başarıyla sahnelenmiş çarpıcı bir oyun.
Mutlaka izlenmeli.10, 29 Mart, 7, 28 Nisan Cevahir Besa Sahne’de.
Oyun Atölyesi’nin yeni yapımı
‘La Golondrina / Kırlangıç’
“Bizi insan yapan nedir? Olduğumuz ve yaptığımız onca şey arasında insanlığımızı gerçekten tanımlayan şeyin ne olduğunu düşünüyorsun? Ruhunun en derinine kadar yaralanmış bir anne olan Amelia için bizi gerçekten insan yapan şey, başkalarının acısını kendi acımız gibi hissetme yeteneğimizdir ve bizi hayvanlardan ayıran da budur.”
İlk kez 2017’de Londra Cervantes Theatre’da sahnelenen, 2016’da ABD Orlando’daki Pulse Bar’da yaşanan 49 kişinin öldüğü terör saldırısından esinlenen ‘La Golondrina / Kırlangıç’ 11 Ekim’de Oyun Atölyesi’nde prömiyer yaptı.
‘Kırlangıç’ın yazarı, 1973 Barselona doğumlu Guillem Clua, klasik tarzda kaleme aldığı oyunlarda komedi, gerilim ve/veya melodram yoluyla güncel temaları ele alan, çağdaş sorunları irdeleyerek eleştiren bir oyun yazarı ve senarist.
Clua doğrudan etkilenen iki kişinin aracılığıyla, Pulse Bar’da, ya da Paris’te Salle Bataclan’da, ya da Nice’deki mesire yerinde, ya da Barselona Las Ramblas’da yaşanan benzer olayların yarattığı korkuların yükünü, nefretin sonuçlarını, manen yok olmamak için oluşturulan stratejileri anlamaya çalışır.
Ramón (Uğur Kanbay) şan tekniğini geliştirmek için özel ders veren oldukça kuralcı şan öğretmeni Amelia’nın (Selen Öztürk) evine gelir. Pek yetenekli bulmadığı Ramón’u kabul etmekte tereddüt eden Amelia, genç adamın amacının yakınlarda vefat eden annesinin anma töreninde tek bir şarkıyı söyleyebilmek olduğunu anlayınca yardımı kabul eder. Ancak Ramón’un üstelemesiyle, ders ilerledikçe ikilinin geçmişiyle ilgili kimi ayrıntılar su yüzüne çıkar, şehirlerinde bir yıl önce yaşanan terör saldırısının ikisinin de yaşamını alt üst ettiği, ikisini de onulmaz biçimde yaraladığı anlaşılır; Ramón’un seçtiği, kendisi için özel anlamı olan ‘Kırlangıç’ adlı şarkının Amelia için de önemi ortaya çıkar. Amelia, ya hiç kapanmamış yarasını inatla kaşıyan Ramón’u kovacak ya da onun rehberliğinde geçmişte ve anılarında zorlu bir yolculuğa çıkacaktır.
Bu iki yaralı ruh, acı ve korkularıyla yüzleşerek, kimliklerini ve kayıplarını kabullenerek, sevginin kırılganlığına derinlemesine dalarak, kendisinin ve karşısındakinin ruhunu soyarak çıktıkları bu yolculukta, canavar katillerin kazanmasına izin vermemek için, birbirlerinin acısında kendilerini kabul etmeyi öğreneceklerdir…
Gözde Kırgız’ın çevirdiği oyunu Birkan Uz yönetiyor, sahne tasarımını Makbule Mertcan, ışık tasarımını Emir Tatlı, müziği Selen Öztürk üstleniyor.
Uz, metnin melodramatik yapısını koruyan, özenli dekoru ve kostümleriyle klasik bir sahnelemeye gitmiş; Kırlangıç’ın her türlü ötekileştirme ve ayrıştırmaya karşı tavrını, travma sonrasının çarpıcılığını ve güncelliğini oyuncuların doğal yorumlarında yansıtmayı yeğlemiş.
Ellilerinin ortalarında bir kadınla oğlu yaşındaki iki karakteri 1980 doğumlu bir kadın oyuncu ile 1991’da doğan bir genç erkeğin canlandırması inandırıcı gelmeyebilir ama, yaşından genç duran Uğur Kanbay, sahnede rahatlıkla yirmilerinde bir Ramón oluveriyor; oyun sonrasında yeniden ‘İntiharın Genel Provası’ndaki genç, güzel kadın olarak karşımıza çıkan Selen Öztürk, beden dili, konuşma tarzı, duruşu, kendini bırakmamak için oluşturduğu tavizsiz katılığıyla müthiş inandırıcı bir Amelia’ya dönüşüyor.
Kırlangıç’ı yılın en izlenmeye değer oyunlarından biri yapan da bu iki oyuncunun, birbirini tamamlayan, izleyicinin düşüncelerine ve duygularına ulaşabilen, melodramın ağdalı tuzağına düşmeksizin duygusal ve dokunaklı olabilen, metni de, rejiyi de aşan kusursuza yakın yorumları. Kaçırmayın derim.
10 Mart’ta ve sezon boyunca Oyun Atölyesi’nde.