´OĞUL´ Florian Zeller trilojisinin ´Baba´dan sonra ikinci filmi.
Sinematografisiyle, oyuncu kadrosuyla, senaryosuna gösterilen özenle, ‘Baba’ ile kıyaslandığında, ‘Oğul’ etki yaratma konusunda aceleye getirilmiş, fazla uzun, özensiz bir film gibi duruyor. Davranış sorunları yaşayan, hiç arkadaşı olmayan, asosyal, mesafeli, sıkıntılı, öfkeli 17 yaşındaki bir genç üzerinden, film ruh sağlığını ve depresyonu ele alıyor. Şimdi gözler trilojinin son ayağı ‘Anne’ye çevrildi.
‘THE SON’
Yön: Florian Zeller
Sen: Florian Zeller - Christopher Hampton
Gör: Ben Smithard
Müz: Hans Zimmer
Kur: Yorgos Lomprinos
Oyn: Hugh Jackman - Laura Dern - Zen McGrath - Vanessa Kirby - Felix Goddard - Max Goddard - Shin-Fei Chen
1979 Paris doğumlu Florian Zeller Time’a göre ‘Zamanımızın en heyecan verici tiyatro yazarı’. 45’ten fazla ülkede sahnelenen ondan fazla oyun yazdı. ‘Baba / Le Pere’ ‘Son on yılda en beğenilen yeni oyunu’ olarak kabul edildi. Yine Time’a göre ‘Baba’ yüzyılın en iyi tiyatro oyunlarından biridir’. Bir şizofreni hastasının beyninden geçenlerini anlatan ‘Baba’, demansın yıkıcı etkilerini gözlere seren bir oyun. Başrolünü Robert Hirsch’in oynadığı ‘Baba’ 2014’te, Fransa’nın en önemli tiyatro ödülü Moliere Ödülünü kazandı.
Kaçınılmaz olarak sinemaya uyarlanan ‘The Father’da Florian Zeller ilk yönetmenlik denemesini yaptı. Altı dalda Oscar’a aday gösterilen filmle Zeller ve Christopher Hampton En İyi Uyarlama Senaryo dalında ödüle layık görüldüler. Zeller’in trilojisinin ikinci ayağı ‘Oğul / The Son’ Eylül 2022’de Venedik Film Festivalinde görücüye çıktı; ancak beklentilere cevap veremediği için beğenilmedi. Tek mekânda geçen ‘Baba’ ile kıyaslandığında, değişik mekânlarda geçen bir melodram olan ‘Oğul’ hafif, özensiz bulundu.
Akıl sağlığı, psişik travma
Sinematografisiyle, oyuncu kadrosuyla, senaryosuna gösterilen özenle ‘Oğul’ etki yaratma konusunda aceleye getirilmiş, özensiz bir melodram gibi duruyor. ‘Baba’nın senaryo yazılımında herkesin hayranlığını kazanmış Zeller - Hampton ikilisi, ikinci birlikteliklerinde sıradan bir senaryonun yazarları olmuşlar. 97 dakikalık ‘Baba’dan sonra, 123 dakikalık ‘Oğul’, senaryosundaki sarkmalarla fazla uzun bir film gibi duruyor.
Stephen Frears’in ‘Tehlikeli İlişkiler / Dangerous Liaisons’, Joe Wrigth’ın ‘Kefaret / Atonement’ gibi filmlerde tiyatro ile dirsek teması bulunan bir senaryo yazarı olduğunu kanıtlayan Christopher Hampton, sorunlu bir aileyi otopsi masasına oturtan tiyatro yazarı Florian Zeller ile iş birliğindeki ikinci filmde ağırlığını hissettiremiyor.
Yıllar önce tiyatroda izlediğim ‘Evlat’tan çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Filmini ise (kaçınılmaz olarak ‘Baba’ ile kıyasladığımda), yürek burkan anlarına rağmen, fazla etkileyici bulmadım. İstanbul’da izlediğim oyunun yönetmeni İbrahim Çiçek idi. Onur Saylak (baba), Cem Yiğit Üzümoğlu (oğul), Sezin Akbaşoğulları (anne), Esra Bağışgil’den oluşan oyuncu kadrosu çok başarılıydı.
‘Oğul’ filminde konunun merkezindeki 17 yaşındaki Nicholas (Zen McGrath), ebeveynlerinin boşanmasıyla zor zamanlar yaşar. Dünyaya karşı ilgisizleşen, depresyonla kabuğuna çekilen Nicholas annesi Kate (Laura Dern) ile yaşamayı seçmiş, genç bir kadın için evi terk eden babası Peter’e (Hugh Jackman) düşman kesilmiştir. Artık eskisi gibi yaşam sevgisiyle gülümsemeyen Nicholas, annesine her gün okula gittiğini anlatmasına rağmen yalan söylemektedir. Uzun müddettir okuluna adımını atmamakta, günlerini başıboş, aylaklık yaparak geçirmektedir. Bu durumu Peter’e anlatan Kate, sorunlarıyla başa çıkamadığı oğulları için yardım talebinde bulunur.
Nicholas aniden babasıyla yaşamaya karar verdiğini, üvey annesi Beth (Vanessa Kirby) ve bebek kardeşinin evine taşınarak kötü huylarından vazgeçeceğinin sözünü verir. Uzun zamandır işlerinin yoğunluğuyla oğluyla irtibatı kesmenin ezikliğini yaşayan avukat baba, Nicholas’ın hayatında yeni bir başlangıç yapmasını sağlayacağını iddia eder. Ancak yeni ailesiyle her şeyin yola gireceğini düşünen Nicholas orada bulunmak istemediğini fark eder. Oğlu davranış sorunları sergilemeye başlamasından sonra, kendini ve eylemlerini sorgulamaya başlayan Peter, bir yandan oğluyla ilişkisini düzeltmeye çalışırken, diğer yandan babasıyla (Anthony Hopkins) geçmişini de gözden geçirmeye çalışır.
Depresyonla baş edememek
Acımasız bir insan olan babasıyla kötü ilişkileri Peter’e çocukluğunda travmalar yaşatmıştır. Ancak iyi ve azimli bir öğrenci olduğu için başarılı bir avukat, politika için aranan ve güven duyulan biri olmuştur. Peter şimdi oğluna iyi bir baba ve yol gösterici olmayı ummaktadır. Ancak yanına taşındıktan sonra da oğlunun okuluna gitmeyip aylaklık yapmayı sürdürdüğünü öğrendiğinde, Peter bir psikologdan yardım almayı dener. Ancak sorunlarıyla baş edemeyip depresyonu tırmanan Nicholas, her türlü yakınlaşmayı ve yardımı inatla reddetmektedir. Baskı altında hissedip intiharı deneyen genç, bir yatılı tedavi tesisine yerleştirilir. Film, uzman doktorların nezaretinde depresyondan çıkacağı düşünülen, ancak klinikte de uyum sağlamayan Nicholas’ın ‘bu tedaviye cevap verip veremeyeceği’ sorusuna cevap arıyor.
Florian Zeller’in ruh sağlığını inceleyen üçlemesinin ilk filmi ‘Baba’ bunama konusunu, ikinci filmi ‘Oğul’ depresyonu ele alıyor. Zihinsel ıstırabı doruk noktasına ulaştığında, Nicholas “Hayatın yükünü taşıyamıyorum. Bir şeylerin değişmesini istiyor, ama ne olduğunu bilmiyorum. Kafam patlayacak gibi hissediyorum. Diğer insanlar gibi yaratılmadım. Asla düzelmeyeceğimi hissediyorum” diyerek acısını dile getiriyor, ancak uzmanlar tarafından tedavi edilmeyi reddediyor. Ebeveynleri ve üvey annesi ona nasıl konuşacaklarını ve yardım edebileceklerini bilemiyorlar. Bu arada yerleştiği yeni evinde Nicholas, çıkardığı sorunlarla birbirlerini çok seven babasıyla yeni eşinin arasının açılmasına sebebiyet veriyor.
Hiç arkadaşı olmayan, mesafeli, sıkıntılı, içine kapanık, öfkeli oğluna karşı daha iyi bir baba olmak için uğraşan Peter’in çabasına rağmen Nicholas’ın durumunun ağırlığı, tüm aileyi tehlikeli bir yola sokar. Washington’dan çok parlak bir teklif alan Peter oğlunu yalnız bırakmamak için, kariyerinde yükselme şansı açan bu teklifi reddetmek durumunda kalır. Film, işkolik bir Manhattan avukatı kocasını genç metresine kaptıran gönlü kırık bir anneyi, ebeveynleri boşandığından beri insanlarla mesafeli, depresyondan çıkamayan oğlunu, mutluluğu evli olduğunu bildiği kendinden çok yaşlı bir erkekte bulan genç bir kadını bir araya getiriyor.
‘Oğul’ depresyonla baş edememek, akıl hastalığı, psişik travma, suçluluk duygusu, dağılan bir yuva, çaresizlik, çıkışsızlık gibi zorlu temaların hakkını veren bir film. Şansızlığı bir başyapıt olan ‘Baba’ ile kıyaslanma zorunda olması. O filmdeki olağanüstü oyuncu kadrosu ‘Oğul’da yok. Kariyerlerinin en başarılı performansını çıkararak En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar’ını kazanan (ve Oscar tarihinin en yaşlı oyuncusu olan) 83 yaşındaki Anthony Hopkins’in ikinci filmde çok kısa bir rolü var. ‘Oğul’un iki kadın oyuncusu Laura Dern ve Vanessa Kirby’de, bir Olivia Colman kumaşı yok. ‘Baba’nın çaresiz kızını canlandıran Colman Oscar’a aday gösterilmişti. Filmin başrollerini iki Avustralyalı aktör paylaşıyor. ‘Sefiller / Les Misérables’ müzikaliyle Oscar adaylığı olan Hugh Jackman (55) ve sinemada üçüncü tecrübesini yaşayan genç Zem McGrath (21). ‘Marriage Story’ filminin Oscar Ödüllü aktrisi Laura Dern (56) ve ‘Pieces of Woman’ın Oscar adayı Vanessa Kirby (35) ‘Oğul’un iki annesini başarıyla canlandırıyorlar.
Florian Zeller her iki filminde aynı teknik kadroyla çalışmış. Senaryo yazılımındaki ortağı Christopher Hampton’ın dışında, ‘Baba’daki kurgu çalışmasıyla Oscar’a aday gösterilen Yorgos Lomprinos ve görüntü yönetmeni Ben Smithard yerlerini korumuşlar. İlk filmde piyano için yazdığı besteleriyle büyüleyen İtalyan Ludavico Einaudi yerini Almanya doğumlu iki Oscar Ödüllü Amerikalı Hans Zimmer’e bırakmış.
Şimdi gözler Florian Zeller’in üçlemesinin son filmi ‘Anne / The Mother’e çevrildi. Tiyatroda başrolünde İsabelle Huppert’in harikalar yarattığı ‘Anne / La Mere’ New York’ta 2019’da gösterime girmişti.