Ukrayna-Rusya savaşının futbola etkileri konuşulurken, unutulmaması gereken bir isim de Valeriy Lobanovskyi´dir.
24 Şubat 2022’de Rus ordusu birkaç yıl süren aranın ardından bir kez daha Ukrayna sınırlarını geçti. Bir yıldan uzun süredir devam eden bu süreç başta iki ülkenin halkı olmak üzere bütün dünyayı derinden etkiledi. Birçok insanın hayatı ya direkt ya da dolaylı olarak etkilendi ve hâlâ etkilenmeye devam ediyor. Büyük resme bakıldığı zaman büyük bir önem taşımasa da dünya sporunu da derinden etkileyen bir savaş yaşanıyor. Bütün bu gelişmeler üzerine, bu hafta Rusya ve Ukrayna üzerine yazmak istedim. Tabii Rusya ve Ukrayna futbolu, hatta Sovyetler Birliği futbolu denince yazılması gereken belki de en önemli hikaye Valeriy Lobanovskyi üzerinedir.
Futbol ve matematiğin bir araya gelmesi
Lobanovskyi 1939 yılında Kiev’de dünyaya geldi. Fakir bir ailenin oğlu olan Lobanovskyi, birçok çocuk gibi futbola ve birçok çocuktan farklı olarak matematiğe ilgiliydi. Bu iki ilgisi üzerine 18 yaşına gelene kadar hem futbol hem de matematik üzerine eğitim aldı ve Dinamo Kiev altyapısına katıldı. Antrenmanlarla topun dönüş fiziği üzerine yoğunlaşması üzerine kendisini korner atışları konusunda çok geliştirdi. Hatta söylentilere göre, bazı taraftarlar maça sadece Lobanovskyi’nin korner atışlarını izlemek için maçları seyretmeye gelirmiş. 1961 yılında Lobanovskyi’nin parçası olduğu Kiev takımı Sovyetler liginin ilk Moskova dışı şampiyonu oldu. Ne yazık ki birkaç sene sonra Teknik Direktörü Viktor Maslov ile takımın taktikleri üzerine girdikleri tartışmalar üzerine takımdan ayrıldı. Daha bir futbolcuyken bile hem taktiksel analiz yapan hem de inatçı bir kişilikti. Bu yüzden Lobanovskyi 1968 yılında teknik direktörlüğe başladığı zaman belki de kimse şaşırmamıştı. Teknik direktörlük kariyerine Dnipro’da başlayan Lobanovskyi, 1973’te Dinamo Kiev’e evine döndü.
Lobanovskyi, takımın başına geçer geçmez kendine özgü yönetim tarzını işleyişe soktu. Antrenmanlarla eski teknik direktörlerine kıyasla daha bilimser bir yaklaşım sergiledi ve oyuncularına düzgün pres yapmayı öğretti. Bu süreçte iki ana prensibi benimsedi. İlki oyuncularını benzer zamanlarda Hollanda’da geliştirilen ‘Total Football’ ideolojisiyle yetiştirmek. Takımındaki oyuncular, pozisyonları ne olursa olsun takımın her yerinde oynayabilecek şekilde çalıştırılıyorlardı. Takımındaki forvetler, stoper antrenmanlarına çıkıyor, orta saha oyuncuları kanatlarla çalışıyordu. Bu sayede takımdaki futbolcular maç sırasında kendilerini sahanın neresinde bulurlarsa bulsunlar ne yapması gerektiklerini biliyorlardı. Lobanovskyi, bu ideolojisini Hollandalı Teknik Direktör Rinus Michels ile eş zamanlı olarak geliştiriyordu. Bu süreçte Sovyetler Birliği ile Hollanda futbolu birbirlerini izleyerek ve analiz ederek gelişiyordu. Belki de iki teknik direktör de kendilerini bir kapışmaya hazırlıyordu. Bu kapışma 1988’e kadar gerçekleşmeyecekti.
Lobanovskyi’nin ikinci prensibi ise futbola karşı sergilediği matematiksel yaklaşım. Futbolun her etabını küçük parçalara bölüp sahada yapılan her aksiyonu tek tek analiz ediyordu. Bu sayede ne tarz taktikler, oyunlar ve hatalar sonucu maçların kazanıldığını bulduğunu söylüyordu. Yaptığı bir açıklamada herhangi bir takımın bütün bir maç sırasında yüzde 18’den fazla hata yapmadığı sürece maçı kaybetmeyeceğini belirtmişti. Oyuncularını bu matematiksel anlayışla eğitiyor ve kolektif bir şekilde oynamaya çalıştırıyordu. Bu farklı futbol anlayışı Lobanovskyi’yi büyük başarılara taşıdı. 1973 ile 1990 yılları arasında değişimli olarak Dinamo Kiev ile Sovyetler Birliği Milli Takımını çalıştırdı. Bu süreçte ligi sekiz kere, yerel kupaları dokuz kere, UEFA’nın düzenlediği turnuvaları üç kere kazandı.
Lobanovskyi, bütün başarılarını takımının sistemine ve yarattığı kolektif oyun tarzına borçluydu. Bunun bir sebebi de Sovyetler Birliği’nde Komünizm altında yaşıyor olmasıydı. Yaşadığı ortam sayesinde oyuncularına bireysellikten ziyade takım başarısı ve bir bütün olma fikirlerini aşılıyordu. Kesinlikle bireyselliğe ve bencilliğe karşıydı. Hatta 1990’lı yıllar yaklaştığında Komünizmin azalan etkisinin oyuncuları daha bireysel bir oyun tarzına ittiğini ve takım başarısını azalttığını söylüyordu. Kıtanın öbür tarafında ise Hollanda buna benzer ama bir o kadar da farklı bir oyun tarzı geliştiriyordu. Rinus Michels’le beraber eski öğrencisi Johann Cruyff de artık Hollanda futbolunu ileri götürüyordu. Lobanovskyi’ye benzer bir şekilde kolektif bir futbol oynuyorlardı ama takımı birlikte tutan şey matematik değil, takımın kalbiydi. Sovyetler Birliği’ndeki oyuna ziyade, Hollanda futbolu oyuncuların bireysel yeteneklerinin sistem içinde sergilenmesine izin veriyordu. Bu iki ideoloji 1988 Euro Finalinde karşı karşıya geldi. Tek farkı bireysellik olan iki takım, Soğuk Savaş’ın son yıllarında Almanya’da karşı karşıya geldi. Öyle bir maç ki sanki Mikhail Gorbachev, Ronald Regan’a karşı futbol maçına çıkmıştı. Final nasıl mı bitti peki? Van Basten belki de kariyerinin en güzel bireysel gollerinden birini attı ve Hollanda, Sovyetler Birliğini mağlup etti. Van Basten’in takım arkadaşı ve finaldeki öbür gölün sahibi Ruud Gullit’e göre, Van Basten o şutu bir milyon kere daha çekse aynı golü atamazdı. Belki de Lobanovskyi’nin matematiksel hesabını bozan da buydu.
Her şeye rağmen, bu mağlubiyet Lobanovskyi’yi bozmadı. Ukrayna’nın bağımsızlığının ardından Dinamo Kiev’e geri döndü ve altı sezonda ligi beş kere kazandı. Vücudu izin verse belki daha uzun yıllar da Dinamo Kiev’i yönetecekti ama ne yazık ki sağlık şartları buna izin vermedi. 7 Mayıs 2002’de bir maç sırasında felç geçiren Lobanovskyi, hastaneye kaldırıldı. Altı gün sonra ise hayatını kaybetti. Ölümünün ardından önce Ukrayna’nın en üst düzey onur nişanına, ardından da FIFA Order of Merit madalyasına layık görüldü. Belki de adına yapılan en güzel hareket, 2003 Şampiyonlar Ligi finalinin ardından eski öğrencisi Andriy Shevchenko tarafından gerçekleşti. Finali kazanan Shevchenko, galibiyetinin ardından ilk uçakta Ukrayna’ya uçtu ve altın madalyasını eski hocası Lobanovskyi’nin mezarına bıraktı. Aynı hareketi bir sene sonra futbolun en üst düzey ödülü olan Ballon d’Or’u kazandıktan sonra da yaptı.