Kişilerarası iletişimi etkileyen duygu: Öfke

Teknolojik gelişmeler ve küreselleşen dünya nedeniyle bireyler, günlük yaşantılarında değişik olaylar karşısında yaşadığı kaygı, endişe, heyecan, üzüntü, sevinç, korku gibi bazı duygularla başa çıkmaya çalışırken farklı tutum ve davranış sergiler. Bu duygulardan en önemlisi ve yönetilmesi zor olan öfke duygusudur.

Süzet DALVA Yaşam
15 Mart 2023 Çarşamba

Giderek gelişen ve karmaşık hale gelen dünyada bireyler günlük yaşamın değişik olayları karşısında bazı duygular yaşar. Bireylerin planları, istek ve gereksinimleri engellendiğinde veya kendi benliklerine yönelik bir tehdit algılandığında ortaya çıkan öfke, bu duygulardan en önemli olanıdır ve iletişimin doğal bir sonucudur. Genel olarak öfke, doyurulmamış isteklere, istenmeyen sonuçlara ve karşılanmayan beklentilere verilen duygusal bir tepkidir. Ancak kontrol edilemediği zaman saldırgan ve yıkıcı davranışlara dönüşme potansiyeline sahiptir. Bu nedenle kişilerarası iletişimde dikkate alınması ve kontrol altında tutulması gereken öfke duygusu iletişim alanının vazgeçilmez bir unsurudur.

Çok yönlü bir kavram olan öfke, farklı kaynaklar aracılığıyla meydana gelir. Kişi tehdit aldığında veya engellenmeyle karşılaştığında yaşanan çaresizliğin, güçsüzlüğün, yetersizliğin, hoşnutsuzluğun içinde kendini savunmak ve karşındakini uyarmak amacıyla aniden öfke duygusunu yaşayabilir. Harriet Lerner, öfkeyi yakın ilişkide bulunan bireyler arasında bir dans olarak tanımlar ve ilişkilerin kişilerin davranışının diğerinin davranışlarını provoke ederek sürdürüldüğünü vurgular.

Türk Dil Kurumunun açıklamasına göre öfke kelimesi engellenme, incinme veya gözdağı karşısında gösterilen saldırganlık tepkisi, kızgınlık, hışım, şiddet ve gazap olarak tanımlanır. Öfke kelimesi eski Türkçede ‘öpke’ yani ‘ciğer, akciğer’ kelimesinden gelir. İnsanın kızgınlık, hiddet, gazap anında ciğerlerine normalin üzerinde hava dolması, göğsün durdurulamaz şekilde yükselip inmesi zamanla bu şekilde adlandırılmış.

Doğan Cücenoğlu’na göre öfke bireyin elde etmek istediği bir nesneye, ulaşmak istediği bir amaca varması ya da gereksinimlerinin engellenmesi durumunda ortaya çıkan olumsuz bir duygudur. İnsan yaşamında öyle anlar vardır ki kişi kendisini mutlaka koruma ve savunmaya mecbur hisseder. Benliğe saygı göstermeyen ve ezici güç gibi dolaşan kişiler karşısında oluşacak saldırgan davranış iletişimde savunmayı yaratır. Yargılayıcı, denetleyici, üstünlük belirten bir tutum içinde, kesin bir tavırla konuşan kişilere karşı daha savunucu olunur. Bu durum açık iletişimi olumsuz etkiler. Bireylerin sosyal ortamlarda maskeli olmalarının altında yatan sebep de budur.

Doğumdan itibaren sosyalleşme süreci bağlamında öğrenilen ve ortaya çıkan bir sorunu tartışmak için kullanılan yıkıcı tutum iki kişinin birbirinden uzaklaşmasına, ilişkilerin zayıflayıp kopmasına yol açmaktadır. Bu nedenle ilişki yönetimi kurumsal, kamusal alanda olduğu gibi sosyal alanda da önemli bir strateji olarak kabul edilir. Etkileşim sürecinde bireylerin düşünce, tutum ve davranışlarını farkındalık çerçevesinde olumlu yönde dönüştürmeleri için kişisel beceriler gerektirir. Karşılıklı anlayış, empati, açıklık, güvenilirlik bu becerilerin geliştirilmesi konusunda yol göstericidir.

Bireyler, gruplar ve örgütler amaçlarını gerçekleştirmek için uğraşırken sürekli bir etkileşim içinde olur. Bu etkileşim sürecinde taraflar arasındaki ilişkilerde uyuşmazlık ve tutarsızlıklar iki taraf arasında çatışmayı doğurmaktadır. Emin Karip, çatışmayı bir çıkar, güç ve statü çekişmesi olarak tanımlar. Harriet Lerner’a göre öfke, incinmeyi, hakların ihlalini, isteklerin doğru şekilde karşılanmadığını, işlerin yolunda gitmediğini gösteren bir iletidir.

Öfke, yaşamdaki önemli bir duygusal sorunun ihmalini ve ilişkilerde insanın kendinden çok şey feda ettiğinin göstergesidir. Duygusal temelli tutumların kişilerarası iletişimde çeşitli sorunlara yol açtığı gözlemlenir. Bu duygu sonucu ortaya çıkan davranış ve oluşan tutum çatışmaların temelini oluşturur.

 

İletişimsizlik Becerisi: Yapanı değil yapılanı değerlendirmeli; kişiliği değil, ortaya koyulan davranışı analiz etmeliyiz.”

 

Kişilerarası iletişimde insanlar duygu ve davranışların nedenlerini, kendi dışında oluşan olaylarda, başkalarının davranışlarında arayarak, duygu ve davranışların kendi kontrolünde olmadığı yanılgısına düşer. Aynı olay arkasından farklı duyguların yaşanması kimilerinin öfke duygusuna kapılması, kimilerinin soğukkanlı olup nerde yanlış yaptığını öğrenmeye çalışması, kimilerinin de korkuyla susup beklemesi insan davranışlarının kaynağının ne olduğu konusunda tek bir doğru olmadığının göstergesidir. Duygu ve davranışların gerçekçi nedenleri çevrede oluşan olaylarla ilgili üretilen düşünceler, yorumlar, yani iç olaylardır. Her bireyin davranışlarının mimarı kendisidir. Bu olay beni öfkelendirdi yerine beni ne öfkelendirdi sorusunu sormak en doğrusudur. Böyle bir düşüncesizliği nasıl yapabilir? İnsanlardan her şey beklenebilir düşüncesinden vazgeçmek gereklidir. Pireyi deve yapmak, beni önemsiyor olsaydı düşüncesizlik yapmazdı diyerek, düşüncesizliği önemsiz kelimesiyle eşanlamlı görmek doğru değildir.

John Berger’in ‘Görme Biçimleri’ kitabında ifade ettiği gibi bakış açıları farklı olan kişilerin düşünceleri farklı olur; bu durum duygu ve davranışları etkiler. Karşıdaki tepeyi gördüğümüzü kabul edersek o tepeden görüldüğümüzü de kabul etmemiz gerekmektedir. Karşılıklı iletişimde herşeyi nasıl gördüğümüz ve karşıdakinin de nasıl gördüğü eşit derecede önemlidir. İletişim becerisi olaylara farklı açıdan bakabilme esnekliğini gerektirmektedir.

 

“Öfke kontrolü, öfke yönetimi stratejilerinin en önemlisidir.”

Kültürel özellikler, beklentiler, aileden ve çevreden öğrenilmiş davranışlar, eğitim durumu, yaş ve cinsiyet öfke duygusunun ifade şekillerini etkilemektedir. Duyguların ortaya çıkması ve onların davranışa dönüşmesinde bu faktörlerin etkisi çok önemlidir. Çocukluk yıllarından itibaren davranışların yetişkinlerden öğrenilmesi, öfkelenince bireylerin kendini çok fazla denetlemesi, öfke yüzünden başkalarını kaybetme korkusu, üstünlük hissi öfke duygusunun ifade edilmesini engelleyici unsurlardır.

Doğan Cüceloğlu ‘Ben, Sen ve Biz’ anlayışından bahsetmektedir. Ben anlayışı içinde olan kişi iş birliği içinde olmaz. Temelinde denetleme duygusu yatar. Sen anlayışı olan kişinin temelinde acizlik duygusu yatar. Biz içinde yer alan her insanın var olması, sınırlarının ve sorumluluklarının bilinmesi ve gelişerek tüm potansiyeline ulaşması beklemektedir. Bireyler, Biz potansiyeline ulaşmak için ortak bir vizyon geliştirmelidir. Vizyonu olmayan kişi geçmişin etkisi altında ‘şimdi’yi kullanır ve geçmişin aynısı olan bir ‘gelecek’ yaratır.

Öfke kontrolü kişisel bütünlüğün sağlanmasına bağlıdır. Kişisel bütünlük kişinin özünün, düşüncesinin, sözünün ve davranışının tutarlı olmasını ifade eder. Birey, kişisel bütünlük gösterdikçe kendine güveni artar. Festinger’in ‘bilişsel çelişki’ kuramına göre, hedef koyan kişi gerçekçi olmalıdır ve neleri gerçekleştirebileceğinin bilmelidir. Bireyler öfke yönetimi konusunda iletişime girmeden önce veya iletişimde iken maddi, manevi, sosyal ve bilişsel gereksinimlerinin farkında olmalıdırlar.

Kültürel değerlerin bilincinde olmak eğitimle sağlanır. Bu nedenle çocukların dünyaya gelmeden önce ebeveynlerin çocuk yetiştirme ile ilgili temel konular hakkında bilgi sahibi olmaları gerekir. Çocuğa değerli olma duygusu, güven ortamı, yakınlık ve dayanışma duygusu, sorumluluk duygusu, zorluklarla mücadele ederek onların üstesinden gelmeyi öğrenme ve sağlıklı manevi yaşamın temellerini oluşturma ortamı sağlanmalıdır.

1950 yılında iki Amerikalı psikolog Joseph Luft ve Harrington Ingham tarafından geliştirilen ‘Johari Window (kendini tanıma)’ modeline göre kişi açık, kör, gizli ve bilinmeyen alanlarından açık alanı ne kadar büyütürse öfke duygusunu daha rahat bir şekilde kontrol altına alabilir. Bu şekilde insanlar umutlarını, beklentilerini ve korkularını çekinmeden diğer insanlarla paylaşabilir. Lerner’ın da ‘Öfke ile Dans’ adlı kitabında belirttiği gibi bir ilişkide kronik öfke duyuluyorsa ‘ben’i biraz daha açığa çıkarıp güçlendirmek gerekir. Açık ve ayrı bir ben oluşturmak yakınlığı ve yalnızlığı yaşayıp tadını çıkarmamızı sağlar. Bu nedenle kişilerarası iletişimde suçlamak ve kavga etmek yerine, benliği güçlendirmek öfke kontrolü için iyi bir yöntemdir. Lerner öfkeyi ifade şekli olarak ‘kavga ve suçlama’nın insanlardaki değişimi zorlaştırdığını ve engellediğini belirtir. İlişkiyi kaybetme konusundaki huzursuzluk ve suçluluk duygusu ve ardından değişime karşı taraftan gelebilecek sert tepki düşüncesi insanların benliğini gerçekleştirmesini zorlaştırır. Bu nedenle hiç savaş vermeyip bilinçaltının etkisinde kalınca öfke enerjisini olumluya çevirememek baş ağrıları, kendine saygı duymama, kronik öfke ve tatminsizlik gibi öfke sorunlarına sebep verir.

Erkek-kadın arasında rekabeti arttıran ya da karşı cinse ifade edilecek öfkenin engellenmesini gerektiren cinsiyet ya da kültürel ayırımcılığa izin vermemek öfke yönetimi konusunda önemli bir beceri gerektirir. Bilinçaltının derinliklerine inip geçmişin çözülmemiş konularını yüzeye çıkarmak için psikolojik destek alınırsa öfke ile baş etmek daha kolay hale gelebilir. İnsanların değişebileceği inancından vazgeçip kişinin kendini değiştirme gücüne odaklanarak kızgınlığı kontrol altına almak yapıcı bir yaklaşımdır. Bu bağlamda olası çözümleri değerlendirerek uygun çözümleri belirlemek öfke kontrolü yolunda atılan önemli bir adımdır. Öfke yönetiminde empatik iletişimle yeterli bilgi aktarımı yapmak, bireylerin kendilerini karşısındakinin yerine koyup ne hissettiğini anlamaya çalışmak, anne-baba ve yetişkin rollerini yetişkin rolünün koordinasyonunda dengeli bir şekilde kullanmak kişinin kendine olan öz saygısını arttırmakla birlikte toplumsal huzura katkıda bulunulmasına yardımcı olur.   

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün