Çocukluğundan beri sporu seven ve beş yıl boyunca Göztepe Kültür Derneği çatısında basketbol oynayan biri olarak bugün bir sporcuya ilk öğretilen kavram olan sportmenlikten bahsetmek istiyorum.
Her ne kadar ‘açın defterinize not alın’ diye kuralları tek tek yazdırılmasa da her sporcunun bilmesi gereken, kâh koçları kâh da sporcu arkadaşları tarafından öğretilen sportmenliğin kurallarına bir göz atacak olsak sanırım şunları sayabiliriz: Oyunun getirdiği kurallara uymak, oyunda şans eşitliğini sağlamak, yenilince sonuca ve kazanana saygı göstermek, kazanınca zaferi kötüye kullanmamak ve kazananı tebrik etmek. Bu kurallar spor dışındaki tüm oyunlarda da geçerli olmakla birlikte spor gibi Ata’mızın da üstünde ehemmiyetle durduğu, bir oyunda hiçe sayılmaması gereken mihenk taşlarını oluşturmaktadır.
Her ne kadar on sekiz yaşını aşmamış kişilere dünya genelinde çocuk denilse de yeni neslin her şeyi araştırma, sorgulama ve yorumlama konusunda eski nesillerden daha başarılı olduğu da su götürmez bir gerçek. Tüm bunlar ışığında 14 ve 17 Mart’ta yaşanan olayların sporcu veya sporculara yakışmadığı bir gerçek.
Bilmeyenler için olayı özetlemek gerekirse 14 Mart günü Ulus Özel Musevi Lisesi ve Üsküdar Amerikan Lisesi arasında geçen futbol maçında gol atan ÜAL öğrencileri (bazı kaynaklara göre öğrencisi) gol sevinci olarak Nazi işareti yapmıştı. Maçın bitmesiyle beraber ayyuka çıkan olay hakkında Üsküdar Amerikan Lisesi yetkililerinin yeterliliği tartışılır bir özrü internet üzerinden kamuoyuna aktarılmıştı. Bunun üzerine HDP’nin soru önergesinin de etkisiyle MEB iki okula da müfettiş gönderip olayla ilgili araştırma başlatmış ve gözler gerçekleşmesi beklenen Ulus Özel Musevi Lisesi ve Üsküdar Amerikan Lisesi arası görüşmeye çevrilmişti.
Bizler bu olayın şokunu atlatamamışken 17 Mart günü bu olayın konuşulduğu Hisar Okullarında bir öğrencinin Yahudi bir öğrenciye bu konunun fazla abartıldığını söyleyip onu rencide eden davranışlarda bulunması üzerine okul yönetiminden bir açıklama yapıldı.
Ülkenin çoğunluğu gibi futbol maçı izlemeyi seven biri olarak elbette ki futbolcuların sevinçlerine şahit oluyorum. Hatta bu sevinçler çoğu zaman kişilerin imzası halini alabiliyor. Messi’nin iki elinin işaret parmaklarıyla gökyüzünün işaret etmesinin golü büyükannesine ithaf etmesi veya Galatasaraylı Gomis’in aslan yürüyüşü yapması gibi. Fakat söz konusu sportmenlik olunca bir gol sevincinin başka birini rahatsız etmesi söz konusu bile olamaz.
Müslüman öğrencilerin ağırlıklı olduğu bir okulda okumuş olmama rağmen en karanlık dönemler denilebilecek dönemlerden geçerken bile Yahudi karşıtı hareketlere maruz kalmamıştım. Üstelik mezun olalı henüz iki yıl bile olmadı. Ne ara bu kadar değiştik sorusu aklımdan çıkmıyor.
Bu durumun nedenini kişilerin savunduğu veya karşı çıktığı şeyin ne olduğunu henüz bilmeyen çocuklar olmasına bağlıyorum. Her ne kadar yüksek puanlar alınan sınavlarından geçip bu okullara gelmiş olurlarsa olsunlar bazı kavramları öğrenmek için daha zamanları olduğu aşikâr.
Bizlere düşen ise hem gelecek nesildeki Yahudilere hem de etrafımızdaki Yahudi olmayan kişilere, Yahudiler hakkında veya yaşadıklarımız hakkında daha çok bilgi vermemiz olabilir. Sesimizi çıkarmanın ve kendimizi anlatmanın saklamaktan çok daha yararlı olacağı görüşündeyim.
Sözlerimi bitirirken elbette ki ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlâklısını severim” sözünü tekrar hatırlatmak isterim.
Daha az ayrıştığımız ve birbirimizi sevdiğimiz günler dileğiyle…