Geçtiğimiz günlerde, Genç Emekliler Derneğinde ünlü Fotoğraf Sanatçısı İzzet Keribar´ın bir slayt gösterisi oldu. Büyük beğeni toplayan gösteri sonrasında, sanatçı ile söyleşme fırsatını buldum.
Türkiye’deki önemli fotoğraf sanatçılarından birisiniz. 2012 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Büyük Sanat Ödülünü, birkaç yıl sonra da Cumhurbaşkanlığı Büyük Sanat Ödülünü aldınız. Bu ödüller sizin ve toplumumuz için büyük bir gurur kaynağı. Bu ödüller neler hissettirdi?
Bildiğiniz gibi fotoğraf dalında yaklaşık 70 yıllık bir geçmişim var. Bu zaman zarfında, özellikle 80’li ve 90’lı yıllarda, hem yurt içinde hem yurt dışında çok çeşitli ödüller kazandım, ancak yurt içinde bu kadar ses getiren ödüllerim yoktu. Hem 2012’deki Kültür ve Turizm Bakanlığı Ödülü hem de 2018’deki Cumhurbaşkanlığı Ödülü, fotoğraf dalında birilerine verilen yegâne ödüllerdir. Dolayısıyla büyük onur duydum; özellikle Cumhurbaşkanlığı Ödülü devlet çapında birçok yerde daha çok tanınmamı ve takdir edilmemi sağladı.
Askerliğinizi yaparken 1956 yılında Kore’ye tercüman olarak gittiniz. Kısaca bundan bahseder misiniz?
Ankara’da yedek subaylığımı yaparken tercümanlık imtihanını kazandım ve gönüllü olarak Kore’ye gitmeye karar verdim. Ateşkes imzalanmıştı fakat savaş her an tekrar alevlenebilirdi. Büyük bir riske girmiştim. Biraz da zor şartlarda geçen bir yıl süreli Kore askerlik serüvenim çok iyi sonuçlandı. Yeni yaşam deneyimleri, öyküleri ve bol bol fotoğraf ile geri geldim.
Bu güne kadar sayamayacağım kadar çok ödül aldınız. Sizin için en önemli olanları hangileri?
Eski ödüllerden, Jerusalem Post Birincilik ve National Geographic İkincilik Ödülleri benim için önemli ödüller. Son ödüllerden ise, yukarıda söz konusu olan iki büyük ödül. Ancak baştaki ödüller belirli fotoğraflar için verilmişti. Son iki ödül fotoğrafçılık kariyerime verildi.
1997 yılında tekstil alanındaki işinizi kapattınız ve profesyonel olarak fotoğrafçılık yapmaya başladınız. Bu dönüşüm nasıl oldu? Profesyonel olarak ne gibi işler yapıyorsunuz?
1997 yılında piyasada kısa zamanda oluşan büyük tekstil krizi sermayemizi sıfırladı ancak kırmızıya geçmedik. O sıralarda 60 yaşındaydım, emekli olamayacak kadar hırslı ve aktiftim. Profesyonel anlamda fotoğrafçılığa atıldım ve yirmi yıl boyunca çok başarılı oldum. Oldukça geniş bir müşteri portföyümüz oldu. Ancak akıllı telefonların çıkması, piyasanın değişmesi bu işin de sonunu getirdi. En çok iç-dış mimari ve alışveriş merkezlerinde fotoğraf ağırlıklı işler bizi meşgul ediyordu. Şimdi ancak sanat fotoğrafı satışı olabiliyor.
“Fotoğraf çekmeden önce bir olayın oluşmasını beklerim” dediniz, hatta bir örnek te verdiniz. Bundan söz eder misiniz?
Bir yerde fotoğraf olabileceğine inandıktan sonra bir süre beklerim… Bakarım, görürüm, kadrajımı yaparım, bazen birinin geçmesini ya da bir bulut geçmesini bile beklediğim olabilir. Bu işte sabırlı olmak şart.
“Bunun fotoğrafı çekilir” dediğinizde, buna nasıl karar veriyorsunuz? Kaçırdığınız için pişman olduğunuz durumlar oldu mu?
Aslında beynim benim için karar veriyor denebilir. Mesaj alıyorum. Kaçırdıklarım sayılamayacak kadar çoktur. Bence her fotoğrafçının başına gelmiştir. Ünlü bir fotoğrafçıya sormuşlar, “Sen nasıl bu kadar güzel fotoğraf çekmeyi beceriyorsun?” diye sormuşlar; o da “Kötüleri göstermiyorum ki” demiş. Neyse ki ses getiren, tarzımı belli eden ve hatırlanan fotoğraflardan da oldukça önemli ve de geniş bir arşiv birikimim var!
Fotoğraf çekerken tehlike atlattığınız durumlar oldu mu?
Mutlaka olmuştur. En tehlikelisi de St. Petersburg şehrinde oldu. Kanallarda üstü açık bir tekneyle fotoğraf çekerken, alçak bir köprüye son anda başımı çarpmaktan kurtardım.
Türkiye’de fotoğraf dünyasına büyük katkılarınız oldu. Fotoğrafçılık alanında ne gibi katkılarınız oldu ve olmaya devam ediyor?
Hem Türk fotoğrafı hem de Türkiye’yi en güzel yönleriyle tanıtan fotoğraflarım bazen sergilerde, bazen de turizm amaçlı kampanyalarda kullanıldı, afiş ve posterlerde çok desteğim oldu, olmaya devam ediyor.
Aralık 2022’de Tel Aviv Yafo’daki Türk Kültür Merkezinde, Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçiliği ve TGA tarafından düzenlenen ‘Türkiye Sinagogları’ serginiz açıldı ve halen sanatseverlerle buluşmaya devam ediyor. Bu sergiden bahseder misiniz?
Bu serginin hazırlanması yaklaşık altı ay sürdü. Zorluklarını burada saymayayım. Aslında elli fotoğraflık bir sergiyi salonun çok da müsait olmaması nedeniyle 26 fotoğrafa indirdik ve birçok önemli fotoğrafıma yer veremedik. Fakat yine de oldukça ses getirdi ve yeni Türkiye Büyükelçimizin Tel Aviv’deki ilk etkinliği oldu.
Avrupa’da da fotoğraflarınız var. Ancak, Avrupa ve Türkiye’nin fotoğraf zevki farklı diyorsunuz. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Avrupa’nın bir-iki müzesinde fotoğraflarım var. Bugüne kadar Avrupa’nın çeşitli kentlerinde 20-25 kadar fotoğraf sergisi açtım. Ancak her sanat dalında olduğu gibi, fotoğraf dili, görüşü, fotoğraf tarzı günümüzde yön değiştiriyor. Büyük müzelerin fotoğraf bölümleri var. Örneğin MoMa’da teşhir edilen fotoğraflara göz attığımızda, onları anlamakta güçlük çekebiliriz. Tıpkı klasik müziği çok iyi anlayan fakat modern müzikle uyum sağlamayan biri gibi. Türkiye’de de yeni akımlara ayak uydurmaya çalışan genç bir nesil var. Örneğin, onlar NF ve Metaverse’i çok iyi biliyor, bizim nesilde ise ne olduğunu bilmeyenler ya da anlayamayanlar çoğunlukta.