Çocukluğum adalarla iç içe geçti. Sadece yazları konuk olmuş olsak da o yıllarımın çocuksu duygularıyla, yeni başlangıçlarla, doğayla, yaz arkadaşlıklarıyla keyifli buluşmalarım hep Ada´da oldu. Adalı olmak ayrıcalıktı benim için; kıskanılan, özenli ve özgür bir sürecin aidiyet duygusuydu adeta. Şehirden uzaklaşıp yazlığımıza geldiğimizde Büyükada´da yeniden kurgulanan bir yaşam başlardı benim için. Yakup Barokas´ın kaleme aldığı ´Çocukluğumun Büyükadası 1951-1971´ kitabının Adalı Yayınlarından çıkan ilk baskısını hemen alıp, anlattığı yirmi yılın hatıralarını büyük bir keyifle okudum. Farkındaydım ki bu anılar, gerçek bir İstanbul beyefendisinin yaşadığı ve dantel gibi işlediği çocukluk yılları Büyükada´sının, ruhunda biriktirdiği ve içtenlikle paylaştığı anılardı.
Yakup Barokas’ı Şalom’lu yıllarımdan beri tanırım. Özellikle gazetenin genel yayın yönetmeliğini sürdürdüğü yıllarda toplantılarımızda titizliğini, idareci vasıflarını ve hümanist dünya görüşünü deneyimleyerek çalışmaktan mutluydum.
Sevgili Yakup; kitabınızdaki anılarınız 1951-1971 yıllarını kapsıyor. Sonraki yılları neden kitabın dışında tuttunuz? Sonrası da gelecek mi?
Viktor Albukrek, ‘Bir Zamanlar Büyükada’ kitabında 1931-1961 arasındaki otuz yılı kapsayan anılarını kaleme aldı. Ben ise farklı bir döneme, ağırlıklı olarak 1950-1970’li yıllara odaklanıyorum. Ancak bu tarihsel çerçeve fazla belirleyici değil, dışına taştığım da oldu. Daha geniş bir zaman dilimine yayılan gençlik, askerlik, aliya, Şalom anılarımı da kaleme aldım. Büyükada, kapsamlı ve henüz yayınlamadığım biyografik çalışmamın bir bölümü olarak Adalı Yayınlarında yayınlandı diyebiliriz.
Birçok bölümde aile ve arkadaşlarınızla hatıralarınız büyük yer tutuyor. Ortak yaşam hatıraları, bayramlar, paylaşımlar, flörtler… Bu arada birçok mekân ve insan adeta resmigeçit yapar gibi satırlarınızda canlanıyor. Ada’dan hayli uzakta sürdürdüğünüz yaşamınızda, bunca yıl sonra, bu anılar sizi nasıl etkiledi?
Çalışmamı Adalar Vakıf Başkanı Halim Bulutoğlu’na gönderdiğimde, benden tarihi açıklamalara daha az yer vermemi, kişisel anılarımın daha fazla önem taşıdığını söyledi. Kitapta anılarıma, çocukça yaptığımız muzipliklere, dönemin yaşantısına, örneğin Anadolu Kulübü’ndeki ünlü maskeli balolara yer verdim.
Hayatımın en az elli yılında Ada’ya gittim. Benimki belli bir mekâna, Ada’ya karşı bir nostalji değil. Yitip giden çocukluk, gençlik yıllarıma bir özlem mi, bilemiyorum. Ancak, İnci Pastanesinin, Golf’un veya sadece iki yıl ayakta kalabilen Koko Kulübünün yaşanmışlıklarını, bir kuşağın artık bir daha geri dönmeyecek hayat tarzını yansıttığımı sanıyorum.
O yıllarda Adalarda yaşam, şehir hayatından farklı, etkin azınlık kültürlerinin ortak alışkanlıklarıyla sürüyordu. Yıllarla değişim ne şekilde gelişti?
Ada ana karadan kopuk bir yerdi. Dört aylık bir serüven… Okullar haziranda kapanır, eylül sonu açılırdı. Bitmez tükenmez bir tatil süreci. Ada yaşamı bir çocuk için tam bir ayrıcalıktı. Bu serüven ‘göç’ denilen fasılla başlardı. Sabahın beşinde emanetçi dediğimiz taşıyıcılar gelir, denkler hazırlanırdı. Ana karadan kopukluk sadece biz çocuklar için değil, annelerimiz için de öyleydi. Çok acil bir durum olmazsa İstanbul’a inmezdik. Tabii bu yaşam tarzı Ada’da azınlık kültürlerinin ortak alışkanlıklarıyla sürüyordu.
Ne yazık ki, günümüzün Büyükada’sı dünün Büyükada’sı değil, çok değişti, mekânları, insanları, esnafı değişti, eşrafı değişti. Horoz, Mustafa Telgezer, Lefter Küçükandonyadis’ler yok artık. Dimopoulos’un bakkal dükkânı yok. Rum patronunun yanında yetişen bakkal Mustafa Yerlikaya da yok.
Kitapta eşim Nelly Barokas’ın kaleme aldığı ‘Anımsadığımız Çarşı ve Esnaf’ bölümü, çarşının etnik özelliğini çok güzel anlatıyor. Değişim iç içe yaşayan bu farklı azınlık kültürlerinin yok olması yönünde gelişti. 6-7 Eylül sonrası, 1964 tehciri ve 1974 Kıbrıs olayları sonrasında Adalar etnik zenginliğini yitirdi.
Eşinizle tanışmanız, sohbetleriniz ve onunla Ada mekânlarında gezileriniz, kitapta içten anlatımlarla paylaşılıyor. Ayrıca çocuklarınız da adaların o yıllarının tanıkları olmuş… Onların duyguları sizinkilerle örtüşüyor mu?
Çocuklarımla anılarım tabii ki tarihsel çerçevenin dışına taşıp 80’li yıllara taşınıyor. Kitabımın Tel Aviv’deki tanıtım etkinliğinde, oğlum Erol’un onu futbol oyununa almayan mahallenin diğer çocuklarını engellemek için yokuşun ortasına nasıl kakasını yaptığını anlattım. Artık elli yaşlarındaki oğlum da salondaydı. Erol Ada’yı çok sever, seyahatlerinde sık sık Büyükada’da yaşadığı evleri ziyaret eder, çocukluk anılarının geçtiği sokakları dolaşır.
Kitabınızda o yıllara ait Ada’nın kültür mirası yapılarının tanımlarına, kullanımlarına ve hatıralarınıza yer verdiniz. Bu mekânların zamanın erozyonuna uğrayıp kiminin dönüşümü, kiminin yokluğu sizde neler uyandırıyor?
Con Paşa Köşkü, Mizzi Köşkü gibi o eşsiz konaklara kitapta çok az değindim. Agasi Köşkü, 1960’lı yıllarda sonradan askerlik arkadaşım olacak olan Nadir Yelkenci’nin ailesi tarafından kiralanmıştı. Gözlü Ev’de de rahmetli dostlarım Leyla ve avukat Kemal İpeker otururdu. Anılarım çerçevesinde bu mekânlardan söz ettim. Gençken Plaj Otel’de kalmıştım; ihmal sonucu yanması beni çok üzdü. Golf Kulübü, Golf Apartmanına, Yekta Kulüp Yekta Apartmanına dönüştü. Futbol oynadığımız sahalar inşaatlara açıldı. Betonlaşmadan Ada da nasibini aldı.
Ada hatıralarınızda o yıllarda hayatınızda önemli olduğunu gözlediğim askerlik anıları da yer alıyor. Bunları o yılların kişiliğinize kattığı değerler açısından mı aldınız kitabınıza?
Askerliğimin ilk döneminde Tuzla Piyade Okulundaydım. Arkadaşlarla hafta sonu tatilinin ardından her pazar akşamı Ada’dan vapurla karşıya geçerdik. Altı aylık eğitim dönemi sonunda düzenlenen törende apoletlerimizde asteğmen rütbemizi gösteren o tek çubuk ayrı bir övünç kaynağı oluyordu. Bu defa Büyükada’ya çakma subay olarak değil, gerçekten rütbeli bir subay olarak dönüyorduk; gururluyduk. Askerliğimin subay olarak ikinci dönemi Ankara’da geçtiğinden ve Ada ile ilgisi olmadığından kitapta yer almadı.
Kitabınızda Anadolu Kulübü de bir tür Tarz-ı Hayat olarak yer almış. O yıllarda gerek yakın dostlarınız gerek gençlik arkadaşlarınızla mekânı sıkça paylaşıp bağlar kurmuşsunuz. Şimdilerde ise Anadolu Kulübü ne kadar farklı?
O yıllarda Anadolu Kulübünde genç kızlar fırfırlı jüponlar, kadınlar en iyi terzilerden seçme elbiseler giyerdi. Erkeklerin de markalı gömlekleri göze çarpar, kimi beyaz ceket giyer ve fular takardı. Kısaca kulüp nezih insanların devam ettikleri nezih bir mekândı. Yazın belli bir dönemde Kulübe Ankaralılar gelirdi. Bu kibar ve saygın bürokratların lisanları bile daha ağdalıydı. Kulübe yeni aza, bir üyenin önerisi ve mülakat sonrası alınırdı. Kıyafet baloları, Sergio Enrigo Orkestrası ise efsaneydi.
Tabii şimdi kulübün bu ‘snob’ havası kalmadı. Yaşlı nüfus arttı, yine de kulüp tarihi binaları, bahçesiyle çok güzel bir mekân olmaya devam ediyor.
Son yıllara kadar faytonlar ulaşım ve ada turları için hizmetteydi. Şimdi yerini elektrikli midibüsler ve taksiler aldı. Bu farklılaşmanın sizin gençlik nostaljisindeki yeri nedir?
Genelde Büyükada’da herkesin tanıdık bir arabacısı olurdu. Bizimkilerin de arabacısı Mahmut idi. Öylesi nostaljik takıldığımız bir sohbette can dostum Tilda Levi, Maden’in en bilinen/sevilen arabacısının Kara Murat olduğunu, atlarını her zaman temiz ve bakımlı tuttuğunu anlatmıştı. Ne yazık ki Büyükada’yı Büyükada yapan, o kendine özgü kokusunu veren dönem de kapandı. Faytonla tura çıkan Rum ahalinin şen şakrak Rumca şarkıları, zihnimde koruduğum Büyükada’da her zaman yer alacaktır.
Bugün Adalar özellikle yoğun turist akınına uğramakta, yoğunluğu arttıkça yaşam biçimi de farklılaşmakta…
Ada’nın, özellikle Çarşı’nın günümüzdeki durumu bizim gibi duyarlı kimseleri üzüyor olabilir; her taraf sağlı sollu, dönerci, lahmacuncu, mantıcı, pizzacı… Ve tabii ki marketler… Yola başlar başlamaz burnunuza lahmacun kokuları ulaşıyor, havada ızgara dumanı asılı kalmış… Belki Ada’ya günü birlik gelen turist için bir cazibesi olsa da biz eski Büyükadalılar doğalın ve eskinin yok olduğu izlenimini taşıyoruz. Beni Büyükada’nın geleceğinden çok geçmişi ilgilendiriyor, iyi ki yaşamışım diyorum. İyi ki Yörükali İskelesinden kendimi sulara atmış, Aya Nikola’da testiden şarap içmiş, laterna müziğiyle coşmuşum. Tek dileğim o güzelim tarihi köşklerin korunması… Çünkü onların her biri Büyükada’nın birer incisi…