Merve Çakır Gök
Geçtiğimiz perşembe günü Londra’da, şehrin Müslüman Belediye Başkanı Sadiq Khan’ın bizzat katıldığı bir törenle, Londra’nın en merkezi noktalarından olan Leicester Meydanı ve Coventry Sokağı’ndan Piccadilly’ye kadar olan bölüm Ramazan ayı sebebiyle kandil ve hilallerle bezeli süslemelerle enfes bir biçimde ışıklandırıldı. Belediye Başkanı bu törende yaptığı konuşmasında yaşadığımız deprem felaketi sebebiyle Türkiye ve Suriye’yi de anarak iyi dileklerde bulundu ve ay sonunda hep birlikte Ramazan Bayramı’nı kutlamak için Londralıları Trafalgar Meydanına davet etti.
Geçtiğimiz yıl da Londra Köprüsünde akşam ezanı okunmuş, Trafalgar Meydanında iki bin kişinin katıldığı bir açık iftar programı düzenlenmiş hatta bu iftara Londralı Müslümanların yanı sıra şehrin -muhtemelen gayrimüslim- evsizleri de iştirak etmiş, iftar tam anlamıyla bir yoksul dayanışması şenliğine dönüşmüştü.
26 Mart akşamı da İngiltere Premier Liginin başat figürlerinden Chelsea futbol takımının maçlarını oynadığı Stamford Bridge Stadında, Chelsea Vakfı bir iftar yemeği organize ederek stadın skor ekranlarında “Ramazanınız mübarek olsun” mesajı paylaştı.
Ülkemizde kimi zaman ayrıştırıcı haberlere yer vermeyi tercih eden bazı haber kuruluşlarının bu gelişmeleri anlık paylaşması şaşırttı açıkçası beni.
Çünkü pek çoğu, 2022 yılının Ramazan ayında Türkiye’de bir kahve mağazasının şubelerinde, üç İbrahimi dinin tesadüfen aynı aya denk gelen kutsal günleri için “Ramazan, Pesah ve Paskalya bir arada, hepimize kutlu olsun!” notuyla paylaştığı mesajını sertçe eleştirmişlerdi.
“Farklılıklarımıza rağmen birlikte olalım” mesajı, neden her zaman, ‘aynı safta durmak şartıyla birlikte olalım’ mesajı karşısında güçsüz kalıyor anlayabilmiş değilim.
Ancak bana göre bundan daha acı olan; bu yazının başında sizlerle paylaştığım haberlerin, ülke gündeminde İsveç’te Kur’an-ı Kerim yakan provokatöre gösterilen tepkinin yarısı kadar bile etkileşim almamasıdır.
Londra’da olup bitenler kolektif iyiliğin mahsulüyken, İsveç’teki hadise bireysel kötülüğün tezahürü olduğu halde hem de.
İslam dininin temel düsturlarından biri ‘iyiliğe yönelt, kötülükten alıkoy’ iken, neden biz daha çok -görece- kötülükten alıkoymakla meşgul oluruz bilmem.
Kimsenin kimseye ilişmediği, kimsenin kendi doğrularını çevresine dikte etmediği ve herkesin kendi özgürlük sınırları içerisinde mutlu mesut yaşadığı bir dünya var etmek sahi çok mu zor?
Ezanın da çanın da hazzanın da kimseyi mutsuz etmediği, her inanın kendi kutsal mabedinin abidi olabildiği bir II. Mahmud muradı inşa edebilmek…
Bu muhayyilenin fikir babası Müslüman bir Türk olmasına rağmen şu an bir diyar-ı Rum’da bu hürriyetin yaşanabiliyor olmasına imrenmedim desem yalan olur işin özü.
Son tahlilde üç İbrahimi dinin peygamberinin de yolun başında yalnız olduklarını göz önünde bulunduracak olursak, organize iyiliğe zorluklara göğüs germek pahasına olsa da ancak bireysel adımlarla varılabileceğini söylemek yanlış olmaz sanırım.
Çünkü iyi bir toplum, tümdengelim değil tümevarım inşa edilebilir ve bu yolla erişilebilir bir kavramdır. Siz, içinizdeki iyiyi beslemeyi tercih etmediğiniz sürece, içine dahil olduğunuz topluluğun sizi iyileştirmesi -zorla- mümkün olmayacaktır. İlmek ilmek, el el, bir bir, birey birey iyilik için gayret etmek ve önce kendiyle baş başayken iyiliği seçmek gerek.
Her kutsalın o değeri baştacı edenler için çok kıymetli olduğunu hiç hatırdan çıkarmadan, ve fırsat buldukça herkese, kendimize davranılmasını arzu ettiğimiz gibi davranarak… Kendimiz için istediğimizi başkaları için de isteyerek…
Ayrıştırmadan, adına iyilik denen harçla birleştirerek…
Yunus Emre’nin dizelerindeki gibi:
“Sen sana ne sanırsan / Hem ayruğa anı san / Dört kitabın manası / Budur eğer var ise…”
Bilvesile, başta deprem bölgesindeki yurttaşlarımıza olmak üzere tüm Müslümanlara huzurlu ve bereketli bir ramazan ayı geçirmelerini temenni eder, tüm Yahudilerin yaklaşmakta olan Hamursuz Bayramını ve tüm Hıristiyanların da Paskalya Bayramını kutlar herkese sağlık ve esenlik dolu günler dilerim…