Bilim insanları strese maruz kalan bitkilerin de insanlar ve hayvanlar gibi bu duruma tepki verdiklerini ortaya koydu. Bu bulgu tüm canlılar için acının evrenselliğini anlamak yolunda çok önemli bir keşif.
Tel Aviv Üniversitesi’nde çalışan bilim insanları yakın zamanlarda çok ilginç bir gözlem yaptı: Strese maruz kalan bitkiler bu durumu anlatan ses dalgaları yayıyor! Bu dalgaların başka bitikler tarafından algılanıp algılanmadığı henüz bilinmiyor, ama bu soru bilim camiasını bir süre epey heyecanlandıracak ve meşgul edecek. Daha da ilginci, insanlardan evrimsel olarak çok uzak olan bitkilerin insanlar gibi bağırırcasına içinde bulundukları zor durumu ifade edebiliyor olmaları, canlılığın ne olduğu hakkında bize önemli bir bakış açısı sunuyor. Günümüzde biyoloji (yaşam bilimleri) adlı bir bilimsel dal var ancak bu dalın mensupları hâlâ canlının ne olduğunu açıklayan bir tanım üzerinde uzlaşabilmiş değiller. Ama ümidimizi yitirmiyoruz, çünkü bu konuda da adım adım ilerleme kaydediyoruz. Öğrenme kabiliyetinin her canlıda olan bir özellik olduğu konusunda bilim camiası şu anda hemfikir.
Öğrenmek her şeyden evvel algılamayı gerektirir ve algılamak kolay bir süreç değildir. Algılayabilmek öncelikle etrafımızda olup biteni anlatan bilgiyi, onu yorumlayabilecek bir yapıya (mesela beyin veya hücrenin çekirdeği) ulaştıran bir mekanizmaya ihtiyaç duyar. Bununla beraber bu yorumu sisteme entegre edecek ayrı bir mekanizmaya da ihtiyaç vardır. İşte bu fonksiyon tek hücreli canlılardan insanlara kadar tüm canlıların sahip olduğu çok önemli bir özelliktir. Haliyle, özellikle tek hücreli canlılar dünyasına hâkim olmayanlar için, tek hücreli canlıların çevrelerini nasıl algıladıkları veya nasıl öğrendiklerini anlamak güç olabilir.
Canlılar ilk tek hücreli canlılar olarak ortaya çıktılar ve hâlâ canlıların çoğunluğu tek hücreli canlılardan meydana gelmektedir. Öyle ki bir insan vücudunda insan hücresinden daha çok bakteri ve mayalar gibi tek hücreli canlı vardır. Doğal olarak tek hücreli canlılar da diğer tüm canlılar gibi, canlı kalabilmenin getirdiği zorlukları aşmak zorundalar. Canlı kalabilmek için değişen çevrelerine uyum sağlamak zorundalar. Çevrelerindeki bazı değişiklikler zarar verici olup, canlıları stresli bir hale getirebilir. Bugün biyologlar arasında stres tepkimelerini çalışan çok sayıda bilim insanı var. Bu tepkime canlıların değişen çevre koşullarına nasıl uyum sağladıklarını anlamak için en çok araştırılan tepkimelerden biridir ve tüm canlı türlerinde görülen bir tepkimedir. Bu tepkiyi uygun bir şekilde gösteremeyen canlılar hayatta kalamazlar. Özetle hücreler etraflarındaki zorlu koşulları atlatmayı öğrenerek hayatta kalma şanslarını arttırır.
Stres tepkimesinin ilk adımı değişen koşulları algılamaktır. Ya da değişikliği hissetmek mi demeli? Hücreler bu değişikliği zamanında algılayıp hızlı bir şekilde stres tepkimesini göstermek zorundalar. Bu tepkimelerin neticesinde hücreler genellikle harici değişikliğin kendileri üzerindeki etkisi azaltır. Bu durum, acı duyduğu zaman acının azalması için elinden geleni yapan bir insanı veya hayvanı andırır. İlginçtir ama, birçok değişken veya madde tüm canlılarda benzer stres tepkimelerine yol açabiliyor. Mesela, etanol yüksek dozda hücrelere ciddi zarar veren bir kimyasaldır. Yüzde 70 oranda etanol içeren çözeltiler hücre biyolojisinde hücreleri öldürürken aynı şekilde muhafaza etmek için bir kimyasal fiksasyon sıvısı olarak kullanılır. Lakin düşük dozlarda etanol hücreleri öldürmeden de zarar verebilir. Etanol açık bir yaraya temas ettiğinde insanın canını yakar, tek hücreli canlılarda ise bölünen hücrelerin bölünmelerini durdurmalarına sebep olur, mayalarda vakuol denilen organellerin ciddi derecede büyümelerine sebep olur.
Soldaki fotoğrafta strese maruz kalmayan maya hücrelerinin içinde, şişen yuvarlak vakuoller görülmemektedir. Sağdaki fotoğrafta ise strese maruz kalan ve vakuolleri şişen maya hücreleri görülmektedir.
Peki bu tepkimelerin basit bir fiziksel engel değil de gerçek bir tepkime olduğunu nereden biliyoruz?
1. Stres koşulları sona erdiğinde verilen tepkiler yavaşça yok oluyor ve hücre eski durumuna geri dönüyor.
2. Stres devam ettikçe hücreler aktif bir şekilde tepkimeye devam ediyorlar. Bu tepkime kimyasal veya genetik yollarla engellenirse hücreler hayatta kalmakta zorlanıp daha çok ölüyorlar.
3. Hücrelerin gösterdiği stres tepkimesi onların değişen çevreye uyum sağlayarak hayatta kalma şanslarını arttırıyor. Bu durum, gösterilen tepkimenin hücreye uyum sağlama yeteneği kazandırdığını gösteriyor.
Sonuç olarak hücrelerin etraflarındaki değişikliği sezip ona göre hayatta kalma şanslarını arttıracak tepkiler verdikleri tartışılmayan bir gerçek olarak kabul görmüştür. Bu tepkiler sayesinde dış etkenlerin onlara zarar verme ihtimalini azaltırlar. Bu ise duyulan acıya verilen tepkileri andırır.
Yazının başında bahsettiğim bulgu acının evrenselliğini anlamak için, kanaatimce çok önemli bir keşiftir. Bu sayede bize benzemeyen canlıların duyduğu acı ile daha kolay empati kurabiliriz. Acı dediğimiz olgu ondan kaçınmakla iç içe bir konsepttir. Eğer bir şey acı verirse ondan kaçarız, kaçınırız. Diğer tüm canlılar da zarar verici etkenlere benzer tepkiler gösterirler. Ancak tüm canlılar hareket kabiliyetine sahip olmadığından, hepsi ondan kaçarak tepki göstermez. Çekilen acıya, bağırmak gibi, uyarıcı bir tepki vermek daha çok sosyal bir olgudur, uyarma görevini görür. Bu özelliğin bitkilerde olabilecek olma ihtimali çok heyecanlandırıcı bir durumdur. Bu sebeple benzer bir mekanizma acaba bitkilerde de var mı, önümüzdeki yıllar bu sorunun cevabına gebe olacak. Heyecanla bekliyorum.
Acının evrensel bir canlılık özelliği olduğu kanaatimce çok önemli bir düşünce. Bu görüşümü paylaşmayan biyologlar muhakkak olabilir. Ancak bu konunun tartışılması dahi çok önemli. Çünkü bugünlerde acının hangi canlılar tarafından hissedilebildiği tartışması yemek politikalarımızı etkileyebilecek bir hal aldı. Günümüzde hayvanların biz insanlar gibi acı hissedebilmesi nedeniyle onları yemeyi reddeden bir akım var, veganlık akımı. Görebildiğim kadarıyla veganlık akımının acı ile olan ilişkisi iki şekilde:
1- Hayvanlar acı çektikleri için onları öldürüp yememeliyiz.
2- Hayvanların yetiştirildikleri koşullar onlara çok fazla acı ve sıkıntı çektiriyor.
Bu görüşlerden ikisi de doğru, ancak ilki fotoğrafın tamamını dikkate almıyor. Tabii yiyerek hayatta kalmak için dahi olsa, hayvanların öldürülmesi maalesef çok acımasız bir davranıştır. Ama başka canlıların acı duymadığını ya da yaşadıkları zararı hiç hissetmediklerini saymak gerçekçi bir bakış açısı değil. Anlatmaya çalıştığım üzere, tüm canlı türleri gördükleri zararı aktif bir şekilde hisseder ve hatta onun etkilerini azaltmak için tepki gösterir. Bizler, yani insanlar, hayatta kalmak için organik (canlı tarafından üretilmiş) besin tüketmeye mecburuz. Eğer acı çekenleri yemeyeceksek, aslında aç kalırız. Sadece hayvanların acı çektiğini düşünmek fazlasıyla insan-merkezli bir bakış açısıdır ve bence gerçeği yansıtmamaktadır.
Ancak ikinci görüşe ise tamamen katılıyorum. Yüksek kâr ve belki de lüks için hayvan endüstrisinin ortalamada çok kötü koşullarda et ürettiği artık tartışılmayan bir gerçek. Bu koşulların iyileştirilmesi sadece hayvanların çektiği acıyı azaltmayacak, aynı zamanda insanlar için daha sağlıklı et ve çevre sunacak. Bu yüzden bu konuda hassas olup, devletimizden ve hatta uluslararası organizasyonlardan bu koşulları iyileştirmelerini talep etmeye devam etmeliyiz. Nefsi müdafaa için olmadıkça nasıl harp cinayetse, sağlıklı bir şekilde hayatta kalmak için öldürülmeyen her canlının ölümü de cinayettir!
Nihai olarak unutmamalıyız ki canlılığın temel özellikleri muhtemelen evrensel, yani özünde tek hücreli canlılardan insanlara kadar aynıdır. Biz insanlar zannettiğimiz kadar özel varlıklar değiliz. Doğamızla ilgili kararlar verirken bunu unutmamalıyız.