•Halihazırda Filistinliler açısından Ramazan sürerken, İsrail de Pesah Bayramını kutluyor. Bir güruh düşününki kendi dini bayramında başka insanları öldürmek için füze atıyor. Buna cevap aldığında da “Ramazan´da bizi bombaladılar” diye ağlıyor. Yahudilerden Ramazan´a saygı göstermesini bekliyor ama kendisi göstermiyor. Bu samimiyetsizlik kaya gibi önümüzde dururken, hâlâ medya Filistin´e ağlıyor. •L. Deniz Ertuğ – www.politikyol.com
Bu Haftanın “Takılanlar”ı
Siyasal İslam’ın en önemli propaganda argümanlarından birisi “Her Ramazan öncesi İsrail Filistin’i vuruyor”. Peki öyle mi? Hem evet hem hayır. Evet, İsrail’le ilgili haberleri genelde Ramazan öncesinde sık duyarız. Ama neden? İşte bu da hayır cevabının gerekçesi. Çünkü Filistin her Ramazan ayında İsrail’e füze attığından, cevap görüyor ve bunun sonucunda medya sadece bir tarafı anlattığı için İsrail’in her Ramazan Filistin’i bombaladığını sanıyoruz.
Hayır kardeşim, olayın kronolojik bir akışı var. Her Ramazan hazır Müslümanların dini duyguları yükselmişken, ver ümmet coşkusunu kafasıyla İsrail’e saldıran bir Filistin yönetimi var. Bunlardan medet umacak hâle gelmişler. İsrail de buna cevap veriyor. Füze atana gül atılamıyor doğal olarak.
Bu kadar basit bir denklemi her sene gözyaşlarıyla “Zalim İsrail” diye anlatmak için ya gerçekten çok cahil olmak lazım ya da bundan epey büyük bir kâr elde ediyor olmanız lazım. Artık kimin gerekçesi nedir onu siz düşünün.
Bir süredir İsrail’de yaşanan siyasal çalkantıları hepimiz izliyoruz. Ülkede bunlar yaşanırken terör de hız kesmiyor. Neredeyse son altı aydır aralıklı olarak sürekli terör saldırılarını, buna karşı yapılan operasyonları takip ediyoruz. Daha bir iki hafta önce yine İsrail’de birçok sivilin öldüğü saldırılar gerçekleştirildi.
Fakat basınımızda buna yer verildiğini henüz görmüş değilim. Verilse de bir iki satır sıradan adli vaka gibi yansıtılıyor. Sanki İsrail’de bir fantastik hikâye yaşanıyor. İsraillilere uzaylılar saldırıyor ama güvenlik kuvvetleri operasyonu masum Filistinlilere yapıyorlar. Teröristin evine baskın yapan güvenlik güçlerine Filistinlilere zulüm yapan İsrailli yaftası vuruluyor. Böyle bir akıl tutulmasına bir izah bulamıyorum.
İki gündür İsrail ateş altında. Hamas Lübnan’dan füze atarken, güneyden de Gazze Şeridinden benzer bir saldırı sürüyor. Bir asker bu saldırıda yaralandı. Hatta şu satırları yazarken Hizbullah İsrail’e füze atıyor. Idmit, Hanita, Avdon, Shlomi, Metzuba, Betzet, Tzuriel…Her yerde alarm sesleri…İki yaşına henüz basmış çocuklar daha koşup oynamayı öğrenmeden, siren çaldı mı sığınaklara koşmayı öğrenmiş. Bununla yaşamayı daha şimdiden biliyorlar.
Yürümeye mecali yokmuş gibi gözüken yaşlı Filistinli teyzeler yol sorma bahanesiyle yanınıza yaklaşıp ansızın sizi bıçaklayabiliyor, gecenin bir yarısı sizi kaçırıp, tecavüz edip kafanızı taşla ezip bir kenara atabiliyorlar, otobüse binmiş okula giderken otobüsünüz taş yağmuru altında kalabiliyor, yaralanabiliyor, hatta okula gidemeden ölebiliyorsunuz.
Sokakta yürürken etrafınızı sarıp sille tokat dövebiliyorlar. Dış mahallelerde yaşayan Yahudi ailelerin evlerine girip çoluk çocuk demeden koyun boğazlar gibi kesiyorlar. Pazar yerlerine, barlara yerleştirilen bombaları saymıyorum bile.
Anaokullarına oyuncaklara sarıp bomba atıyorlar. Bu gerçekleri kimse anlatmıyor size. Bunlar sanki hiç yaşanmıyor da İsrail kendi kendine bir refleks geliştirerek Filistinlilere saldırıyor gibi anlatıyorlar. Sanırsın Şirinler köyüne baskın yapan Gargamel bunlar. Sanırsın İsrail kendini savunmuyor da zevk olsun diye Filistinlilere saldırıyor.
Halihazırda Filistinliler açısından Ramazan sürerken, İsrail de Pesah Bayramını kutluyor. Bir güruh düşününki kendi dini bayramında başka insanları öldürmek için füze atıyor. Buna cevap aldığında da “Ramazan’da bizi bombaladılar” diye ağlıyor. Yahudilerden Ramazan’a saygı göstermesini bekliyor ama kendisi göstermiyor. Bu samimiyetsizlik kaya gibi önümüzde dururken, hâlâ medya Filistin’e ağlıyor.
Defalarca yazdım yine yazıyorum. O füzelere verilen paralarla Filistinli çocuklara bir gelecek inşa edilebilecekken, bu savaş sürsün diye çabalayanlar kendi çocuklarını dünyanın en güzel ülkelerinde refah içinde yaşatıyorlar.
Bu adamların Lübnan’da ve diğer Arap ülkelerinde ciddi malvarlıkları ve şirketleri var. İsviçre bankalarında bol sıfırlı hesapları var. Size bir Filistin davası anlatıyorlar ama asıl dava kendi cepleri. Bugün Filistin nutukları atan hiçbir Arap siyasetçi zerre kadar Filistinli çocukları düşünmüyor. İşlerine gelince İsrail’deki bu savaşın sürmesini isteyen radikal zihniyetle aynı değirmene su taşıyorlar.
Yine bizde sanıldığının aksine Mescid-i Aksa’da Müslümanların ibadetine izin veriliyor. Son iki gündür yüzlerce Filistinli orada toplanıp kargaşa çıkarmaya çalışıyor. Sıradan dini ibadetini yerine getirip, huzurla Ramazan’ı yaşamak isteyen Müslümanlara da engel oluyorlar. Fakat bizim medyamız bu durumu sanki Hamas yayın organıymış gibi bambaşka şekilde yansıtıyor.
Peki aslında ne oldu derseniz, şöyle: Demin bahsettiğim üzere, iki gündür Filistin’deki terör örgütleri İsrail’e durmadan füze yağdırıyorlar. Doğaldır ki, bunun üzerine güvenlik kuvvetleri Gazze’de bazı noktalara operasyon düzenledi.
Standart terörle mücadele faaliyetini Kudüs’e saldırı olarak nitelendiren Hamas, insanları El Aksa’da toplanmaya ve kutsal mekanları savunmaya çağırdı. Yine Gazze merkezli İslami Cihat da benzer bir çağrıda bulundu. Mahmud Abbas da İsrail’i uyardı. Ürdün’den de benzer bir açıklama geldi. Tam bir bozacının şahidi şıracı vakası yani.
Caminin girişinde toplanan onlarca yüzü maskeli genç, ellerinde havai fişekler, sopa ve taşlarla akşam namazından sonra barikat kurdular. Polis bunları dağıtmaya çalışınca olaylar büyüdü. Böylece ekranlarda gördüğümüz çatışmalar yaşandı. Bugün camiye ayakkabıyla girdiler, İsrail askeri camiye saygı göstermedi diye bağıran çağıranlar, Filistinlilerin Mescid-Aksa gibi İslam aleminin en kutsal, en önemli mabetlerinden birine cephanelik muamelesi yapmasına ise tek kelime edemiyor; İslam’a saygıyı öncelikli olarak Müslüman’dan değil, Müslüman olmayandan bekliyor.
Mescid-i Aksa’da top oynayanını mı dersin, taşlarını söküp İsrailli askerlere atanını mı? İçeride dans edip, yerlerde yuvarlananı mı? İslam tarihinde camilere böyle bir saygısızlığın benzerini yapan bir başka güruh gördüyseniz beri gelin. Ama hala hep Filistinliler mazlum, hep onlar haklı.
Benim şahsen siyasal İslam, Millî Görüş, liberal İslam vs. gibi görüşlere sahip muhaliflerden hiçbir beklentim yok. Filistin davası dedikleri şeyin ne olduğunu da yukarıda zaten yazdım. Ümmet anlayışını taşıyan hiçbir oluşumun da siyaseten bir işe yaracağını düşünmüyorum. Tarihin tozlu sayfalarında kalmaya mahkûm bir anlayışın son çırpınışlarından öteye gitmedikleri apaçık.
Ancak CHP gibi kendini sosyal demokrasi eksenine oturtma çabasında olan bir partinin İsrail’i kınayan bir açıklama yapması tam bir talihsizliktir. İngiliz emperyalizminin çevirdiği alavere dalaverelerle bölgeden atılan Osmanlı’nın mirasçısı olan cumhuriyetin İsrail’i ilk tanıyan ülkelerden olması bir siyasal tercihin de göstergesidir.
Bundan sonraki süreçte hiçbir zaman Türkiye İsrail’e parmak sallayan, Filistin’deki terör örgütlerinin destekçiliğini yapan bir politika izlememiştir. Burada sanki bir Filistin mağduriyeti varmış gibi yansıtılması siyasal İslam’ın görüşlerinin aynen kabul edildiğini göstermektedir. Yani Filistinli kardeşlerinize uygulanan bir zulüm söz konusu değildir. İsrail terörle mücadele etmektedir.
Öte yandan, İngiliz emperyalizmini verdiği mücadele ile bölgeyi terk etmeye zorlayan İsrail şüphesiz ki hiçbir zaman işgalci olmamıştır. Bugün Batı basınında İsrail’e karşı olan bu olumsuz tutumun arkasında İngiliz sömürgeciliğinin intikam duygusunun yattığından kimsenin şüphesi olmasın.
Buna inanmayan arkadaşlar, bu tavrın benzerini cumhuriyet ve Atatürk üzerine Batı basınında çıkan temelsiz eleştirilerde de göreceklerdir. Çünkü aynı kuyruk acısı bu konuda da mevcuttur.
Gelelim İYİ Parti’ye…İYİ Parti’nin açıklamasına geldiğimizde daha çok kutsal mabetlere gösterilen saygısızlık vurgusu öne çıkıyordu. Bunu ben de benimsemekle beraber, orada Mescid-i Aksa’yı pamuklara sarması gereken, gözü gibi bakması gereken tarafın Filistinliler olması gerektiğini düşünüyorum.
Oysa demin anlattığım üzere, orada protesto yapmak, ortalığı karıştırmak ve olay çıkarmak için yer arayan terör odakları var. Bunun karşısında İsrail’in kendisini koruma refleksini görmezden gelemeyiz. Türkiye, özellikle terör konusunda İsrail’i en rahat anlayabilecek konumda olan ülkedir. Mescid-i Aksa’nın sorumluluğu Lübnan’a aitken, Lübnan’ın olayların alevlenmesine dönük katkılarını görmezden gelmememiz gerekir.
Müslüman bir ülke olan Lübnan gerçekten böyle bir büyük mirasın üstüne oturmuş ve bu mirası hor kullanıp kendi maddi ve siyasi çıkarları öyle gerektirdiği için ortalığı karıştırmaktadır. Bunun için de bütün bir Müslüman alemini kullanmaya çalışmaktadır. Biz de bu oyunlara gelmeyelim artık. Hiç şüphe yok ki orada yaşanan hadiseler bir mazlum milletin çektiği çileler değil, karşılıklı yaşanan çok çetin bir mücadeledir. Bizim tarafsız olmamız icap eder.
Üstelik Kudüs konusunda Türklerle ilgili bir mevzu da yoktur. Osmanlı’nın Filistin’i kaybetmesinde İngiliz emperyalizminin etkisi olduğu kadar, bölgede Türklere karşı olan Arap önyargısının da çok önemli olduğu tartışılmaz bir gerçekliktir. Bu durumda kimse de çıkıp demiyor ki Kudüs’ün özgürlüğünün Türklerle ne ilgisi var?
Bize ne elin Arap’ının Kudüs davasından? Araplar bu kadar Filistin’e meraklıysa, gidip kendileri mücadele etsinler. Hâlâ ümmet diye bir politikamız olmayacağını umut ediyorum. İYİ Parti’nin evrensel değerleri benimsediğine inanıyorum ama meseleleri mutlaka Türk kimliği açısından ve Türkiye’nin çıkarları açısından bakarak ele aldıklarını da biliyorum.
Gerçeği duymak isteyenler için bir daha özetleyeyim. Bölgede İsrail ve İran kapışıyor. Filistin yönetimi İsrail’in iç gündeminin yoğunluğunu fırsat bilip ortamı terörize etmeye çalışmaktadır. Amacı hazır İsrail kendi derdine düşmüşken, üç beş füze fırlatıp oradan siyasi propaganda çıkarmak hem de “düşmanını” daha da zayıflatmaktır.
Artık Ortadoğu’nun istikrarı için bir tehdit arz eden İran’dan aldığı desteğe güvenen terör grupları da bu oyunda ön safta yer almaktadır.
Bir başka deyişle, ortada masum Filistinli ve zalim İsrailli diye bir şey yok. İsrail ve İran mücadele ediyor, biz bu durum karşısında ne yapmalıyız diye düşünmeliyiz. Muhalefet yeni dönemde Ortadoğu’da bu kapışma sürerken ne yapacağına karar vermeli. Çünkü bu iş uzun süreceğe benziyor.
Bu konuda ciddi çalışmak ve Türkiye’nin yeni yüzyılda İran tehdidine karşı kendini koruması gerekiyor. Muhalefetin artık bilindik kodlarla tepki göstermek yerine konuya daha ciddi yaklaşması gerekiyor. Ben en azından gönül verdiğim muhalefetin böyle bir tavır ortaya koymasını umuyorum. Yoksa bölgeyi yanlış okumuş oluruz.
Son söz olarak Ramazan münasebetiyle bir şeye de dikkat çekmek istiyorum. Tevhid’in ilk duası Eski Ahit’te Tesniye bölümünde geçer: “Dinle, ey İsrail! Tanrımız Rab tek Rab’tir. Tanrınız Rabbi bütün yüreğinizle, bütün canınızla, bütün gücünüzle seveceksiniz”.
Bugün hemen tüm dini mirasını, tek Allah inancından, sünnete, ibadet şartlarına kadar Yahudilik’e borçlu olan bir dinin çocukları, Yahudilere düşman hâle geldiler. Bunun sebepleri çok, büyük ölçüde de Batı kaynaklıdır. Bizim kültürümüzde Yahudilere düşmanlık yoktur. “İsrail hükümetlerini eleştiriyorum” kılıfı altında açıktan Yahudi düşmanlığı yapan bir basının hakimiyeti altındayız.
Oysa aynı Allah’ın kulları olarak bu coğrafyada barış içinde yaşamak olasılığımız her daim var. Ancak bu gözlerimizi gerçeğe açarsak mümkün olabilir. İsrail’de bir terör sorunu yaşanmaktadır ve bütün Filistinliler bir avuç teröristin esir aldığı bir halk hâline gelmiştir.
Onların özgürleşmesi ve İsrail ile denk bir ülke kurabilmeleri için bu adamların hakimiyetinden kurtulmaları gerekmektedir. Bu konunun tarafları olmayan bizler ise buna ancak olayları gerçek şekliyle görürsek ve anlatırsak katkı sunmuş oluruz yoksa gerçeği inkâr edenlerden oluruz.
L. Deniz Ertuğ
https://www.politikyol.com/dinle-ey-israil/
Doğduğumdan beri Kadıköylüyüm. Lise çağlarımda ve üniversite sonrasındaki bir iki yaz da Burgazadalı. İnsanların çok sesli, çok kültürlü, birbirlerine yaklaşımları sevgi ve anlayış odaklı olan bir çevrede büyüdüm. Hem Kadıköy'ün hem de adanın bazen orta altı, bazen de orta halli insanlarındandık. Allah'a çok şükür aç değildik, açıkta değildik. Gözümüz hep tok, gönlümüz hep zengindi. Bizim için az, çoğun her daim kanıtı idi. Bizim mahallenin mozaiği de öylesine güzel, yardımsever ve öylesine sevgi dolu, saygılı ve düşünceliydi ki...Çok şanslıydım.
İçinde büyüdüğüm mahallede Müslüman, Musevi, Hristiyan...arkadaşlarımız, komşularımız, dostlarımız oldu. İlkokul zamanlarımda her yaz istisnasız Kuran kursuna giderdim. Ramazan ayında bazı günlerde tekne orucu tutardım. O çocuk iftarlarımda en sevdiklerim sıcacık ekmek, tereyağı ve çaydı. Ortaokul zamanlarımda birkaç sınıf arkadaşımla teravih namazlarına giderdik. Teravih dönüşü bizim mahallede açık olan, çok küçük ama çok şirin bir pastaneden de ince bir dilim pasta ile limonataya bayılırdım.
Monsieur Salamon bizim mahalledeki sinagogun hahamıydı ve apartman komşumuzdu. Aynı zamanda da terziydi. O, bütün konu komşunun derdine derman olmak için didinip duran bizim mahallenin Saloman Amca'sıydı. İyilik meleğimizdi. Liseyi bitirdiğimde okulun mezuniyet törenine gidecektim. Mezuniyet töreni gündüz saatlerindeydi. Babam işini bırakıp gelememişti ama, rica edince Saloman Amca da beni annemle birlikte mezuniyetin olduğu yere bırakmış, kapıda beklemiş ve bizi eve geri getirmişti. Hatta bir gün çok hastalanmıştım, yazık öleceğim diye çok korkmuş da, benim için bolca Tevrat okumuş, dua etmişti.
Yine Musevi komşularımızdan Madam Virgini ile, onların Pesah Bayramı için mutfağa girer hamursuz pişirmesini seyrederdim. Kendisi yaşlı ve çocuksuz olduğu için hamursuzları bütün mahalleye kendi ellerimle dağıtırdım. Herkes iyi dileklerle ve dualarla kendilerine gönderilen ikramları alırdı. Madama; 'Ellerinize sağlık, herkes size teşekkür etti ve çok selam söyledi' dediğimde, ne onun yüzündeki mutluluğu anlatabilirim size, ne de benim kalbimdeki sıcaklığı...
Adada Hristiyan komşularımız da oldu. Yaşlı olup yürüyemenlere kilisiye gitmeleri için bazen yardım ederdim. Bazen de kilisenin girişinde mum yakar, dilek diler, onları beklerdim. Hepsi bana dua ederdi, ben de dua alınca o kadar çok mutlu olurdum ki. Hatta Hristiyan komşularımızdan birinin oğluna kendi kendime platonik duygularım bile olmuştu. Yazık, çocukcağızı denk gelirse sadece kapıda penceredeyken görürdüm ama, onu her gördüğümde yüzümün nasıl kızardığını o da görmüştür diye de çok çekinirdim.
İftar sofralarımıza gayri Müslüm komşularımızı da davet eder, birlikte iftar yapardık. Annem hamur işlerinde nedense çok becerikli değildi ama, gerçekten harika yemekler yapardı. Bizim mahalleli 'Hatice Hanım çorban, pirinç pilavın, cacığın harika!' dediğinde de, anacağzım çok mutlu olurdu. Ben de sevinirdim. Evet, bizim soframız Müslüman sofrasıydı ama hep birlikte avuçlarımızı açar, Allah azze ve celle'ye dua ederdik. Şükrederdik. Dualarımızın nihai cümlesi 'Allah olmayana da versin!' idi. Dün de böyledir, bugün de. Allah ömür verdiği müddetçe de böyle olacaktır Allah'ın izniyle...
Monsieur Aron, da sinagogun Salamon Amca'dan önceki hahamıydı. Gençliğinde kunduracıymış. Tabii, bizim mahalleye geldiğinde o da yaşlanmıştı. Dini konularda pek çok şey anlatır, biz çocukları iyiye, doğruya, güzele yönlendirdi. Sanata, müziğe, edebiyata da çok düşkündü. İstanbul'daki resim galerilerine, müzelere, konserlere ilk bizi o götürürdü. Anlatırdı. Bana çok temel düzeyde olsa da Fransızca öğretmişti. Bir gün de, bizi Karaköy'deki Neve Şalom Sinagogu'na götürmüştü. Oradaki dini töreni izlemiştik. Sonrasında Ayasofya'ya ve Sultan Ahmed Camii'ne gitmiştik hep birlikte.
Dr. Hülya Bulut
https://www.star.com.tr/acik-gorus/vicdan-izan-buna-nasil-elverir-haber-1777843/
Protestolara büyük katılımın altında yatan öncelikli temel gerekçe, Yüksek Mahkeme’nin bazı yaşamsal yetkilerinin elinden alınması hasebiyle İsrail’de demokrasinin büyük bir tahribata uğrayacağı endişesi. İsrail’in salt bu nedenle bile giderek otokratik bir yönetime doğru kayabileceği tartışılıyor.
Netanyahu ve koalisyon yetkilileriyse bu ‘reformun’ daha demokratik bir İsrail yaratacağını iddia ediyor.
Muhalefet ise söz konusu değişimin yıllardır bir türlü sonuçlanmayan Netanyahu’ya karşı açılmış davalardan dolayı başbakanın görevden alınmasına engel olacağını da ileri sürüyor. Nitekim protestolar devam ederken parlamentoda alınan karara göre başsavcılığın suç işlemiş ama seçilmiş bir başbakanı Temel Yasalara göre görevden alınmasına artık engel getirildi. Böylelikle yargı reformunun ilk ayağı hükümetin lehine tamamlanmış durumda.
Muhalefete göre reformun iki önemli amacı daha var.
Biri, koalisyonun aşırı sağ bölümünün Batı Şeria’daki emellerine kavuşmasına engel teşkil eden Yüksek Mahkeme’nin kararlarına fren koymak.
Diğeri ise koalisyonun dinci kesiminin Yahudi Şeriatı kanunlarının mümkün olduğunca hayata geçirilmesi ve ülkenin kuruluşundan beri elde ettikleri kimi ayrıcalıklarının ilelebet sürmesini, hatta yenilerinin eklenmesini sağlamak.
Her iki kesim için de bu tür emellere engel olan tek kurum İsrail Yüksek Mahkemesi.
Geçtiğimiz günlerde, halkın dışında işçi sendikaları, üniversitelerin yaygın protestolarına, kimi bürokrat ve muvazzaf generaller ile polis şefleri de katılmaya başladı. Netanyahu, rahatsızlıklar karşısında, yargı reformunun ertelenmesi ve müzakerelerle yeniden şekillenmesi gerektiğini söyleyen Savunma Bakanı Yoav Gallant’ı görevden alınca protestolar daha da büyüdü ve ülke çapında grevler yaygınlaştı. Baskılar karşısında ise en nihayetinde İsrail Cumhurbaşkanı Yitshak Herzog’un da arabuluculuğu sayesinde hükümet reform planını birkaç aylığına askıya aldı. Netanyahu da Gallant’ın görevden alınmasını erteledi.
Ama ilginç olan, protestocuların Netanyahu’ya güvenlerinin kalmaması nedeniyle protestoların hâlâ devam ediyor olması. Muhalefetin büyük çoğunluğu Netanyahu’nun reformu ertelemekle sadece zamana oynadığını ve özellikle koalisyon ortaklarının ısrarları nedeniyle İsrail demokrasisine büyük zarar vereceğine inandıkları düzenlemeyi er veya geç parlamentodan geçireceği kaygısında. Bu yüzden eski Başbakanlardan Ehud Barak halkı sokağa çağırarak hükümeti meşru yollarla indirmeye çağırdığı haberleri de alınıyor.
Bu arada Netanyahu’nun bir yandan düzenlemeyi dondururken diğer yandan aşırı sağcı geçmişi olan Ulusal Güvenlik Bakanı İtamar Ben-Gvir’e verdiği ödün de büyük eleştirilere uğruyor.İkilinin yaptığı anlaşmaya göre Ben Gvir bakanlığının bünyesinde terörizmle mücadele etmek üzere silahlı özel bir güvenlik gücü kurmak için onay almış durumda. Muhalefet bu yeni oluşumun, tarihte kimi faşist devletlerin kurduğu özel güvenlik birimlerine benzetip bunun illegal eylemlere yol açacağını öne sürüyor.Söz konusu paramiliter gücün polis teşkilatına bağlı olup olmayacağı ise henüz karara bağlanmış durumda değil.
İvo Molinas
https://yetkinreport.com/2023/04/06/israilde-neler-oluyor/
Normalleşme sürecinin, ülke tarihinin “en sağcı” hükümetini kuran Benjamin Netanyahu ile sekteye uğrayıp uğramayacağı tartışma konusu. Her ne kadar sürecin iç politik çekişmelere ya da hükümetlerin konjonktürel kararlarına bırakılmayacağına dair kanaat yaygın olsa da Netanyahu hükümeti ile hızını kaybedeceği açık gibi görülüyor.
Kesintiye uğramayacağına dair umut da Netanyahu’nun seçim sürecinde Erdoğan’a yönelik herhangi bir sert çıkış ya da söylemde bulunmamasına bağlanıyor.
Öte yandan İsrail kamuoyunda Netanyahu’nun yargı reformu girişimiyle, Erdoğan’ın da içinde olduğu iddia edilen “Ortadoğu’nun dışlanmışlar kulübüne” girdiği söylemi kuvvetli. Benzer bir yorum daha önce, İsrail’in Macaristan ve Türkiye’nin içinde yer aldığı “seçilmiş otokrasiler” ligine dâhil olduğuna işaret ediyordu. Bu söylem, Suudi Arabistan gibi finansal kaynağın eksikliği ile Rusya ve İran gibi ülkelerle görüşme masasında olan Türkiye karşısında Netanyahu’nun ABD’nin dostluğunu riske atmaması gerektiğine de dikkat çekiyor.
Bu risk hiç olmadığı kadar güncel. Keza ABD, “yaklaşık 75 yıldır ilk kez bir İsrail liderine en temel düzeyde güvenmiyor”. Bu durumun kaynağında da aşırı sağcı bir hükümetin kurulması yatıyor.
Dolayısıyla Türkiye’nin ön ayak olduğu bu süreçte beklediği reaksiyonu alamaması gibi bir tehlike hâlâ varlığını koruyor. Bir kere ABD ile ilişkilerinde İsrail’in desteğini alması, mevcut hükümetin ideolojik perspektifi gereği pek de sonuç verecek bir olgu gibi görünmüyor. İkincisi Türkiye, Netanyahu’nun karşıtları tarafından otoriter liderler grubunda konumlandırılıyor. İran ve Rusya ile olan görüşmeler de bu konumlandırmanın referansı olarak sunuluyor.
Kaldı ki ABD’nin dostluğunu riske atamayacak bir ülke olarak İsrail’in, onun hegemonik söyleminde, yani demokrasiler ve otoriter rejimler ayrımında ikinci grupta konumlanması neredeyse imkânsız.
Harold Rhode, Jewish Policy Center’da yer alan analizini “Erdoğan bize, bizim ona duyduğumuz ihtiyaçtan çok daha fazla ihtiyaç duyuyor” diyerek tamamlıyor. Yaşadığı iktisadi kriz nedeniyle Türkiye’nin “İsrail’e bile” el uzatmak zorunda olduğuna işaret ediyor. Türkiye bu doğrultuda, “düşman gördüğü ülkelere bile el uzatan” bir ülke olarak tasvir ediliyor.
Bu noktada temel parametre hem Erdoğan’ın hem de Netanyahu’nun “demokrasiler – otoriter rejimler” ayrımında nerede konumlanmak istediği oluyor. Normalleşmenin niteliğini her iki liderin kararı belirleyecek. Erdoğan, kendisini “otoriter rejimler” liginde konumlandıran yaygın kanaati kırmak için hem iç hem de dış politikada radikal kararlar vermek zorunda kalacak. Dolayısıyla Rusya ile liderler diplomasisini terk edip etmeme ve İran ile diyaloğu hususunda net kararlar verip bunları kamuoyuna ilan etme fikri, her ne kadar bugüne çok uzakmış gibi gelse de, başlatılan normalleşme sürecinin ABD’yi de içerecek şekilde amacına ulaşması için elzem görünüyor.
Aynı husus İsrail’in Netanyahu’su için de geçerli. Her iki lider de ABD ile ABD’nin jargonunda konuşmak zorunda. Keza demokrasiler – otoriter liderler ayrımı, onun bölgeye ve dünyaya bakışının temel parametresi olmuş durumda. Türkiye’nin hem bölgesel hem de küresel ölçekte yeni düzendeki yerini bu parametreyi işlevsel kılıp kılamayacağı belirleyecek.
Dr. Adem Yılmaz
https://masastratejiler.com/israil-turkiyenin-daimi-muttefiki-olmali/
Şu İsrailliler diyorum, anlaşılması zor bir toplum… Yargının yetkileri sınırlandı diye haftalardır sokaklardalar. Başbakan Netanyahu ertelendiğini duyurmasına rağmen "İsrail'in demokratik bir devlet olduğunu garanti edene kadar sokaklarda olmaya devam edeceğiz" diyorlar.
Ayıp değil, biz pek alışık değiliz, bir toplumun yargıya karşı gösterdiği hassasiyeti anlamakta zorlanıyor insan.
Ve düşünmeden olmuyor, acaba İsrail, genel anlamda hukukun toplumsallaşması konusunda ne tür bir alt yapı hazırladı da, halkı, yargının bağımsızlığı konusunda bu kadar duyarlı hale gelebildi?
Bunları düşünürken, ister istemez kendi ülkenle mukayese yapma ihtiyacı doğuyor.
Bizde yargı, hep yükseklerden seslenen ve devletin koynunda beslenen huma kuşu kadar uzak bir duruşu olmuştur. Hiç ayakları yere basmaz, sürekli uçar, uçar, uçar… Öyle ki, an gelir varlığından bile şüphe duyulmaya başlar. Huma Kuşu da efsanevi bir kuş zaten.
Zaten yargı kelime olarak, bizim günlük konuşma dili içinde pek kullanılmaz. Bu alanda bir şey söylenecekse, daha çok ‘mahkeme’ genellemesi üzerinden dillendirilir.
Demek ki İsrail toplumu, 5 Ocak'ta açıklanan 'yargı reformu'nu sadece mahkeme dünyasını ilgilendiren bir işlem olarak görmüyor. Yargının, tıpkı yasama ve yürütme gibi devletin ana omurgasını oluşturduğunun fevkalade bilincindeler. Bu nedenle olsa gerek, Yüksek Mahkeme'nin yetkilerini sınırlandıran ve iktidarın yargı atamalarında söz sahibi olmasını sağlayan düzenlemeyi kabullenemiyorlar.
Adnan Ekinci
https://t24.com.tr/yazarlar/adnan-ekinci/israil-de-sokak-protestolari-yargima-dokundurtmam-abi,39432
Yargı reformunun ayrıntılarına bakıldığında planın Netanyahu ve koalisyon ortaklarına yargıçları atamada son sözü söyleme yetkisi verirken çoğunluğu aşırı sağcı partilerin oluşturduğu parlamentoya Yüksek Mahkeme kararlarını bozma ve mahkemenin yasaları gözden geçirme yetkisini sınırlama hakkı veriyor.
İşin biraz da kimlik boyutu var tabii; İsrail’de yargı kurumu büyük ölçüde iyi eğitim görmüş liberal ve seküler yargıçlardan oluşuyor. Bu konu her zaman, içinde ultra dindar Yahudilerin de bulunduğu İsrail aşırı sağının hoşuna gitmediği ve bir şekilde el atmak istediği bir konu olageldi.
İsrail sağı, farklı gözle baktığı yargı kurumunu ülkede yaşayan dindarlara ve Ortadoğu Yahudileri olan Mizrahi nüfusuna karşı önyargılı olmakla suçlamakta. Listeye İsrail’in 2005’te Gazze Şeridi’nden tek taraflı çekilmesiyle ilgili mahkeme kararlarını asla affetmemesini de eklemeli elbet.
Ancak aşırı sağcı partiler yargı paketinin bir şekilde yasalaşmasında oldukça kararlı görünüyor. Paketin bir an önce geçmesi için bastıran aşırı milliyetçi Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, ertelemeye saygı duyacağını söylese de bu onun uzlaşma niyetinin bir göstergesi olarak okunmamalı. Zira hemen ardından “Reform geçecek,” diye tweet attı ve “Kimse bizi korkutamayacak” dedi.
İsrail vatandaşı Arapların gösterilere katılmaması da dikkat çekici bir başka gelişme. İsrail vatandaşı Araplar, Batı Şeria’daki Filistinlilere hayatı zindan eden askeri yönetim ve maruz kaldığı ayrımcılık ortada olduğu sürece İsrail’de bir demokrasiden bahsedilemeyeceğini düşünüyorlar. Her ne kadar yargı revizyonu bir şekilde yasalaşırsa bundan en büyük zararı kendileri görecek olmasına rağmen olan biteni, kenardan seyretmeyi yeğliyorlar.
Bu arada terörü desteklemek ve kışkırtmaktan geçmişte mahkûmiyet almış Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, ülkedeki karmaşa ve gürültüyü fırsat bilip sadece Filistinlilerle mücadele edecek, kimin üzerinde doğrudan yetki sahibi olacağının belli olmadığı ulusal muhafız birliği kurma planlarını hayata geçirmek için ilk adımını attı.
“Ordusu, polisi, askeri istihbaratı, Shin Bet, Mossad, Ulusal Güvenlik Konseyi, hapishaneler, çevik kuvvet polisi, SWAT ekibi varken, İsrail Devleti neden başka bir ulusal muhafıza ihtiyaç duysun?” diye tweet atan Knesset’in Arap milletvekili Ayman Odeh, doymak bilmez bir iştahla sürekli güvenlik ve sürekli şiddet arayışı içerisindeki sistemi gayet güzel bir şekilde ifşa etmiş oldu aslında.
Her konuda ikiye bölünen ülkede sular durulacak mı, ülke istikrara kavuşacak mı önümüzdeki aylarda göreceğiz.
İslam Özkan
https://www.politikyol.com/israildeki-protestolar-ve-aciga-cikardigi-fay-hatlari/
Yahudi bir arkadaşım, incelik yaptı, Pesah yemeğine davet etti. "En yakınlarımız olacak, ama lütfen gel" dedi. Gittim.
Masada yirmi kişiydik. Üç Müslüman, iki Hristiyan, on beş Yahudi. Önce tanışmayanlar tanışıp kaynaştık, sonra da pesahın ne olduğunu, neden toplandığımızı anlattılar kısaca, sıkmadan; dinledik.
Asıl yemek servisi başlamamıştı, ama iftar oldu. Oruç tutan iki arkadaşımıza, birazdan masada yerini alacak tüm yemeklerin teaser'ı tadında hazırlanan kocaman tabaklar geldi. Onlar oruçlarını açtılar. Kutlamalar, iyi dilekler havada uçuştu.
Pesah, veya hamursuz olarak da biliniyor, Yahudilerin Mısır'da kölelikten kaçarak kurtulmalarının bayramı. Uzun yemek boyunca sırayla dualar okunuyor ve göç yolculuğunu hatırlatan yemekler yeniyor. Hamursuz olarak yapılmış olan Matza ekmekleri, veya kıtırları diyeyim, masadaki baş köşede yerlerini alıyor.
Dua seremonisi bittikten sonra da asıl yemek başlıyor. Tevrat'ta yer alan bu zorlu göç süreci, dualarla baştan sona hatırlanıyor. Antik Mısır'dan kaçma olayı son bulunca da yemeğe geçiliyor.
İstanbul Yahudilerinin Pesah sofralarında geleneksel olarak pırasa köftesi, ıspanak ve kabak böreği, beyaz soslu levrek masada mutlaka bulunuyor. Ana yemekler de kuzu, patlıcan beğendi ve fırında patates. Etli ve sütlü karışmıyor. Tatlı olarak kabak tatlısı, ayva tatlısı ve tezpişti denen Sefarad revanisi, herkesi şenlendiriyor.
,
Masaya baktım, masanın çevresinde oturan yirmi kişiyi inceledim. Hepimiz kendi hayatlarımızda, kendi içsel yolculuklarımızdaydık. Hangi üç kişi Müslüman, hangi iki kişi hristiyandı; birkaç saat sonra şaşırdım. Yahudi arkadaşlarımın bir söze hayret ettiklerinde söyledikleri "valla"lar havada çınlıyordu. Beşiktaş'a can-ı gönülden bağlı Lazar Abim, heyecanla takımını anlatıyordu. Karşımda iki hanım, döndüğü için rahatsız eden kolyeleri konuşuyordu. Tabii ki binaları depreme karşı güçlendirmek gerekliydi. Evet, hayat çok pahalılaşmıştı…
Güzel bir gelecek hayal ettim. Bu masa, ve masadaki 20 Türk, hepimiz güzel insanlardık. Aslında hepimiz, bir yerlere gitmekte olan, yol boyu da didinen, çabalayan, öğrenen, öğretenlerdik.
Tüm bayramlar, herkes için.
Fatih Türkmenoğlu
https://t24.com.tr/yazarlar/fatih-turkmenoglu/uc-din-uc-yolculuk-bir-masa,39493
Takılan tweetler
Dario Moreno’yu saygıyla anıyoruz…
https://twitter.com/izdenizmir/status/1642783413324136450
#Kudüs'le ilgili basın çalışanlarının ve siyasilerin yazdıklarına bakıyorum. Mescid-i Aksa'yı terör yuvası haline getiren Filistinlileri eleştiren yok. Orası önce Müslüman olmaları hasebiyle Filistinlilerin saygı göstermesi gereken bir yer, İsraillileri çıkan olayları bastırdıkları için eleştirmek için gerçekten olaya çok yanlı bakıyor olmak lazım. Muhalefetten ricam lütfen siyasal İslamcıların dümen suyuna gitmeyin. Bir tane de mi İsrail uzmanı bulup soramadınız mı n'oluyor orada diye? İnanamıyorum hakikaten. Yıllardır yazıyorum, hep aynı senaryo. Filistin yönetimi Ramazan öncesi kışkırtmaya başlıyor, terör eylemlerine tam gaz devam ediyor, sonra karşıdan cevap gelince #israil müdahale etmesin" deniyor. Arkadaşım biz sağa sola saldırıp ortamı terörize edenlere müdahale etmiyor muyuz? Biz edince haklıyız, onlar edince haksız mı? Gerçekten artık muhalefet 21. yy'a göre bir yönetim kuracaksa, bir zahmet İsrail konusunda bilen birine iki satır sorsun ya. Hadi ben kendimi demeyeyim, dünya kadar pırıl pırıl siyasal İslamcı olmayan İsrail uzmanımız var. Hiç mi bulup soramadınız? PES!
https://twitter.com/DLeilaErtug/status/1643631482441719810
#İsrail'de gerçekten ne yaşıyorlar? Yazıda yazdım ama şuraya bu kısmı yazayım da belki bir tek bunu gören olur. Duyun bilin öğrenin istiyorum.
İki yaşına henüz basmış çocuklar daha koşup oynamayı öğrenmeden, siren çaldı mı sığınaklara koşmayı öğrenmiş. Bununla yaşamayı daha şimdiden biliyorlar.
Yürümeye mecali yokmuş gibi gözüken yaşlı Filistinli teyzeler yol sorma bahanesiyle yanınıza yaklaşıp ansızın sizi bıçaklayabiliyor, gecenin bir yarısı sizi kaçırıp, tecavüz edip kafanızı taşla ezip bir kenara atabiliyorlar, otobüse binmiş okula giderken otobüsünüz taş yağmuru altında kalabiliyor, yaralanabiliyor, hatta okula gidemeden ölebiliyorsunuz.
Sokakta yürürken etrafınızı sarıp sille tokat dövebiliyorlar. Dış mahallelerde yaşayan Yahudi ailelerin evlerine girip çoluk çocuk demeden koyun boğazlar gibi kesiyorlar. Pazar yerlerine, barlara yerleştirilen bombaları saymıyorum bile.
Anaokullarına oyuncaklara sarıp bomba atıyorlar. Bu gerçekleri kimse anlatmıyor size. Bunlar sanki hiç yaşanmıyor da İsrail kendi kendine bir refleks geliştirerek Filistinlilere saldırıyor gibi anlatıyorlar. Sanırsın Şirinler köyüne baskın yapan Gargamel bunlar. Sanırsın İsrail kendini savunmuyor da zevk olsun diye Filistinlilere saldırıyor.
https://twitter.com/DLeilaErtug/status/1644641796213882880
Yargı reformu protestoları karşısında kısmi geri adım attı. Uzlaşı sürecini başlattı. İsrailliler sokaklardan göreceli olarak çekilmeye başladı. Tam o esnada, Lübnan ve Gazze yönünde gerilim arttı. Şu sıralar, üzerindeki iç dinamikler kaynaklı baskıları hafifletti.
Ancak… İstişare sürecinde uzlaşı sağlanmazsa; İsrail halkı kaldığı yerden devam eder. İsrailliler, demokrasilerini de korumayı bilir, zor günlerde kenetlenmeyi de…
İsrail’in sosyolojik gerçeği bu.
https://twitter.com/remzzicetin/status/1644402166638018566
“Vergi kaçırmanız, sahtecilik yapmanız önemli değil, sizi milli irade seçti çünkü…”
Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, “İsrail’in 12 Temmuz Beyannamesi Süreci”nde, iktidar ve muhalefet temsilcileriyle görüşmeye devam ederken; bugün, Netanyahu kabinesinin aşırı sağcı profillerinden Şas Partisi lideri Aryeh Deri, Cumhurbaşkanının liderliğindeki görüşmeler eğer başarılı olamazsa, ‘yargı reformunda’ kaldıkları yerden devam edecekleri ve ‘istedikleri zaman’ söz konusu yasayı Knesset’ten geçireceklerini ifade etti.
Bunu söyleyen adam, geçen yıl ‘vergi kaçırdığını’ kabul etmişti. 50 bin dolarlık ceza da ödemişti. Kendisinin, ‘sahtecilikten’ hapis yattığını da hatırlatayım.
Koalisyon kurulduğunda, İsrail Yüksek Mahkemesi, Aryeh Deri’nin bakanlığının -bu berbat sicilinden ötürü- mümkün olamayacağına kanaat getirmişti. Hani o, yetkileri törpülenmek istenen Yüksek Mahkeme… Ve Netanyahu da ‘üzülerek’ bakanlık verilemeyeceğini Deri’ye belirtmişti.
Aşırı sağcı bu hükûmetin diğer ortaklarının CV’sini yazmama gerek yok sanırım değil mi?..
İsrail’de bugün, böyle sicili bozuk ve kendinden meçhul bir iktidar var işte… Sorsanız, ‘milli irade bizi seçti’ diyorlar. Vergi kaçırmanız, sahtecilik yapmanız önemli değil, milli irade seçti…
Tüm bu salvolar, Yüksek Mahkeme’den dönünce de mahkemenin yetkilerini budamaya kalkıyorlar. Mahkeme, ‘yetki aşımında bulunuyor’ tezini öne sürüyorlar…
https://twitter.com/remzzicetin/status/1642991131116879872
“Son 3 yıldır Türkiye-İsrail ilişkileri, yeni bir enerji kazandı. İki ülkenin ilişkilerindeki kazanımların kısa vadede zarar göreceğine ihtimal vermiyorum; ancak TR-IL ilişkilerinin seyri, seçimlerden sonra Meclisin yeni aritmetiğine de bağlı olacak.”
https://twitter.com/remzzicetin/status/1642836498377523200
Turkey government organization Büyükelçi @HmuratMercan , bugün Georgetown
Üniversitesi’ni ziyaret etti. Emekli Büyükelçi @AlonLiel ’le birlikte, Türk dış politikası ve Türkiye, ABD ve İsrail ilişkileri hakkında bir derste konuşma yaptı. Prof. Evrony Zion ve öğrencilerine davetleri için teşekkür ediyoruz.
https://twitter.com/TurkishEmbassy/status/1643383989544075265
Ağa Takılanlar Öneriyor
https://bianet.org/biamag/yasam/276954-yinon-muallem-umuyorum-muzigim-mutluluk-verir
https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/guneri-civaoglu/portre-6928657
https://www.bbc.com/turkce/articles/c16zk1yxnzzo
https://www.aa.com.tr/tr/podcast/israil-de-sular-duruldu-mu/2863113
Böyle durumlarda her şey raydan çıkabilir. Birincisi bu... İkincisi, hükümet destekçilerinin muhalefetin meydanlarda oluşturduğu kalabalığı sağlamasının neredeyse hiçbir yolu yok. Çünkü muhalefeti de destekleyen çok sayıda sağ görüşlü insan var ülkede. İktidardaki merkez-sağ görüşteki Likud Partisi'ne oy verenler, Likud'un "protez partiler" dediğimiz ultra-Ortodoks, Aşkenaz partileriyle bir koalisyon içinde olduğunu biliyor. Likud'a oy verenlerin çoğu merkez sağda yer alıyor. Dindar olmayan liberallerden oluşuyor. İsrail'in iktidar koltuğuna oturan yalnızca bir dini Başbakanı olduğunu unutmayın. İşin garibi dindar siyonist Yahudi Yurdu (Habayit Hayehudi) siyasi partisinin liderliğini yapmış olan eski başbakan (13 Haziran 2021-30 Haziran 2022 tarihle arası görev yapmıştı) Naftali Bennett, yerleşimci yanlısı olsa bile Netanyahu'dan nefret ediyor.
Muhalefeti birleştiren şey, sol partiler ve Likud'dan ayrılanlar. Görmediğiniz çok sayıda liberal var. Liberal oldukları için merkez sol partilere geçen, Likud'dan ayrılan kilit isimler söz konusu. Bu bir tür yarı-faşist, aşırı milliyetçi, otoriter sistem yaratma fikri, bahsettiğim kesimin ideolojisine, inancına veya İsrail'in neye benzemesi gerektiğine dair dünya görüşüne pek uymuyor. Yani İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Hasidik partiler yüzünden (günümüz Hasidizmi ya da Haredizmi ultra-Ortodoks Yahudiliğin bir alt grubu. Dini-sosyal muhafazakarlığı, sosyal inzivasıyla biliniyor. Koalisyonda yer alan Birleşik Tevrat Yahudiliği yani "Yahadut Hatora Hameuhedet" partisi ve Tevrat Muhafızları Partisi yani "Şas" bu görüşün temsilcileri) sokaklardaki eylemlerde muhalefetin oluşturduğu gibi bir kalabalık asla yakalayamayacak. Ayrıca bu tip partilerin kendi gündemleri olduğunu unutmamalıyız. Kitlesel bir protesto yapamazlar zira her grubun farklı çıkarları var.
https://www.diken.com.tr/netanyahu-ve-siyasetcinin-el-kitabi/
https://ocakmedya.com/bugun-pesah-kutlu-olsun/
Lisya Bahar-Manoah