Rusya, İran, Katar, ABD, Suudi Arabistan, Türkmenistan, BAE, Venezuela, Nijerya ve Çin dünyanın en büyük doğal gaz üreticileri. Bu listenin dışında bulunan Azerbaycan, Kazakistan, 51 Afrika ülkesi, Norveç ve Hollanda da önemli üreticiler. Tabii kaya gazı üretiminde Kanada’yı da unutmamak gerekir. Doğu Akdeniz son 20 yılda önemli bir doğal gaz bölgesi haline geldi. İsrail uzun yıllar aradıktan sonra 2000’li yılların başında Doğu Akdeniz’de zengin doğal gaz yatakları buldu. Bu Mısır ve Güney Kıbrıs’ın, İsrail ile imzaladıkları Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşmalarına (MEB) dayanarak arama ve çıkarma faaliyetlerine hız verdi. Mısır da İsrail gibi zengin yataklar bulup, kuyular açtı. Güney Kıbrıs aynı derecede şanslı olmasa bile kendine yetecek doğal gazı çıkarma potansiyeline sahip. Keşke bulduğunu veya bulacağını KKTC ile paylaşabilseydi. O zaman Akdeniz’de bir sorun çözülmüş olurdu. Ama yılan hikâyesine dönen Kıbrıs sorununun bu sadece bir yüzü. Öte yandan hem kendi başına hem de KKTC ile ortak olarak yürüttüğü sismik araştırmalarda aradığını bulamayan Türkiye, enerjide dışa bağımlılığını azaltmanın çaresini, 2010’dan itibaren Karadeniz’de sondaj yapmakta buldu. Bu Akdeniz’deki gerilimi ve Türkiye ile KKTC’nin Akdeniz’deki hak arayışlarını sonlandırmayacak. Ama şimdilik hafifletecek. Karadeniz hevesi de semeresini vermeye başladı.
Türkiye’nin Karadeniz Kuyuları
Karadeniz, Türkiye’nin hemen hemen hiçbir Deniz Yetki Alanı (DYA) sorunu ile karşılaşmadan arama yapabileceği bir deniz olduğu için, bölgede başlatılan arama kararı yerinde oldu. Anlaşmalarda ortaklıklar, faaliyetin maliyetindeki büyüklük göz önüne alınırsa normaldir. Mevcut kuyulara gelince: Batı, Orta ve Doğu Karadeniz’de 2010 sonrası açılmış 8-10 civarı derin kuyu olduğu biliniyor. Uzun süre nema elde edilemediği de bir gerçek. Sonunda 2019’dan bu yana sondajlar daha çok Batı Karadeniz’de, Bulgar ve Romanya DYA’na yakın yapılınca Türkali kuyuları yerinde sayarken, Tuna kuyularından ilk müjde 2021’de Tuna-1 kuyusundaki 320 milyar metreküplük doğalgaz rezervi ile gelmesi tercihin iyi olduğunu göstermekte. Yine Tuna-1 kuyusunda 85 milyar metreküplük ilave doğalgaz keşfinin yapılmasıyla rezervin 405 milyar metreküpü bulduğu açıklandı. Kuzey Sakarya Gaz Alanındaki Amasra-1 kuyusunda, 4000 metre derinlikte bulunduğu söylenen 135 milyar metreküplük gaz ise Türkiye için abartılmayacak, ama küçümsenmemesi gereken bir kazanım kabul edilmeli. İş ki verilen rakamlar doğru olsun. Zaten Amasra-1 kuyusunda bulunan gazla birlikte Tuna-1 gazının ivedilikle Filyos sanayi bölgesine aktarılması planları yürürlüğe konmuştu. İlk açıklamaların siyasi yönü, kuyulardaki rezerv hesaplarının nasıl yapıldığını düşündürürken en son iyi haber, Çaycuma-1 kuyusundan yine kulaklara siyasi yönü ağır basarak geldi. Evet, son verilere göre Çaycuma kuyusu ile Türkiye’nin yaz aylarında yaklaşık yüzde 10, kış aylarında ise yüzde 5 ihtiyacı karşılayacak kadar gazın bulunduğu ve tamamlanacak boru hattı ile Filyos’ta kurulan doğal gaz işleme tesisine 20 Nisan itibaren aktarılacağı müjdelendi. Bu küçümsenmeyecek kadar önemli, abartılmayacak kadar küçük bir katkı olacak. İşin siyasi yanı ise arife günü verilecek haberde.
Doğanın Nimetini Siyasete Alet Etmek
Yakında halka açıklanacak müjde için akıllarda veya hesapta dört alternatif olduğu konuşuluyor. Bunlardan ilki her aboneye bir defalık ve 600 TL’lik doğal gaz hediyesi vermek. İkincisi, Türkiye çapında konut tüketiminde yüzde 15’lik fiyat indirimi uygulamak. Üçüncüsü yılsonuna kadar yani 8 aylık ve 1200 TL karşılığı olarak 25 metreküplük harcama tahsisi ve nihayet Nisan ayında doğal gaz abonelerine, fatura olarak ne gelirse gelsin, fatura gönderilmemesi. Bu şimdi ister bayram hediyesi, ister seçim rüşveti olsun, aklıma bir atasözünü getiriyor: “Kel yağı bol bulunca başına sürermiş.” Bu alternatiflerden hangisi benimsenirse benimsensin, bir algı yaratma var. Asıl düşünmemiz gereken Karadeniz’de bol gaz rezervleri olduğu bilinmekle birlikte, Türkiye için sadece 12 yıllık bir talebe karşılık geleceğinin açıklanmaması.
Türkiye’nin böyle bir olanağa Cumhuriyetin 100. yılında kavuşması elbette sevindirici. Bu olanak, elbette taraf olduğumuz Akdeniz anlaşmazlıklarına çözüm olmaz. Ama o sorunlar üzerinde düşünmeyi ertelettirir. Zaten hiç olmazsa açılan iki kuyudan semere alınmış olması, Türkiye’nin İran, Rusya, Azerbaycan, ABD ve Katar gibi doğal gaz ihracatçıları karşısındaki pazarlık gücünü arttıran olumlu bir etken. 2024 yılında 800-900 milyar metreküp rezerve ulaşılabileceği haberlerinin kesinliğini anlamak için ise biraz beklemek ve balon olmadığına emin olmak gerekiyor. Doğal gaz açısından yüzde 99 oranında dışa bağlı olan Türkiye için her haber iyi. İş ki doğanın sunduğu nimet şahsi bir halka ihsan-ı şahane gibi sunulmasın ve karşılığında oy devşirilmeye çalışılmasın.
Tüm Türkali kuyularının fizibilite etüdü yapılmadan açıldığı iddia edilmekte. Ortaklarla da yapılsa, bunun ulusal bütçeye ve vergi mükellefine yüklediği maliyet hatırlanarak, bundan sonraki sondajlar ve açılacak kuyular için ön fizibilite etüdü yapılması önemli. Yüksek bedelli ihalelerle gemi üstüne gemi edindikten sonra boru, kordon, deniz tabanı ve akış hatları döşemenin ihalesini yine yabancı firmalara vermenin anlamını ve faydasını anlamak kolay değil. İhale şartnameleri kadar, ortaklık anlaşmalarını ayrıntılarından ne sıkıntılar çıkacağını zaman gösterecek. Maliyet şişkinlikleri de açıklamayı gerektirecektir.
Kuyuların Çevre Etkisi ve Bilindik bir Hastalık
Karadeniz Türkiye için mevsimi sınırlı bir deniz turizmi, ama önemli bir balıkçılık bölgesi. Mevsiminde en lezzetli balıkların Ankara’ya bile Zonguldak’tan gittiği unutulmamalı. Doğal gaz aramalarının rasyonalitesi ne olursa olsun, belli bir çevre etkisi olacaktır. Bu nedenle aramaların ve açılan kuyuların titiz bir çevre ve doğa koruma bilinci ile yapılması gerekir. Şimdi 2023’te Tuna-1 kuyusundan da gaz akışının sağlanacağı açıklandığında, daha önce açılan ve batısından doğusuna Karadeniz boyunca açılması planlanan yeni kuyulara bu bilinçle bakılmalıdır.
Zonguldak, Bartın, Filyos ve Çaycuma’nın aynı zamanda tarla tarımı ve ormancılık yapılan yerler olduğu unutulmamalı. Yeni bulunan nimetin, kadim tarımsal faaliyete yükleyeceği külfetin ne olacağı iyi hesaplanmalı. Türkiye için çok önemli bir ithalat bağımlılığı unsuru olan doğal gazın bulunması elbette dış ticaret dengesine olumlu bir katkı. Ancak çeşitlenmiş üretim faaliyetleri olan bölgede, birdenbire doğal gaz (veya petrol) bulunması, başka ülke örneklerinde olduğu gibi mevcut faaliyetlerin durmasına, çalışanların yüksek ücretler nedeni ile yeni bulunan kaynak alanına kaymasına neden olabilir. Bu ilk Hollanda’da doğal gaz bulunduğu zaman karşılaşılan bir sorun olduğu için adına “Hollanda Hastalığı / Dutch Disease” denmiştir. İşte şimdi Batı Karadeniz’de bir “Filyos Hastalığı” çıkabileceğini de düşünelim.
Ve nihayet, Türkiye'de halen Fatih, Yavuz, Kanuni ve Sultan Abdülhamid Han olmak üzere dört derin deniz sondaj, ayrıca Barbaros Hayreddin Paşa ve MTA Oruç Reis adında da iki sismik araştırma gemisi var. Bu gemilerden hiç olmazsa birkaçına ve özellikle denizle pek ilgisi olmayan isim yerine deniz bilimlerinde isim yapmış bir iki bilim insanımızın ismini vermek daha iyi olmaz mı?