Günümüzde sıkça kullanılan bazı kavramlardan yola çıkarak İsrail´deki “Adalet Reformu”nu anlamaya çalışalım; Adalet Reformu mu, Yönetim Darbesi veya Kaos mu? İsrail Baharı pek çok ülkeyi saracağa benziyor…
Kavramlar:
DEMOKRASİ: Antik Yunanistan’da ortaya çıkan “Demokrasi” kavramı en basit tanımıyla çoğunluğun yönetimi demektir. Demokrasilerde halkın kendi kendini yönetmesi dolaylı yoldan, halkın kendi adına karar alacak kişileri seçmesiyle sağlanır.
LİBERALİZM: Her ne kadar “Liberal demokrasi” tanımında genellikle iki kavram birlikte kullanıla gelmekte ise de “liberalizm” devlete karşı temel insan haklarını en geniş şekilde koruyan bir rejimdir. Kadın haklarını, azınlık haklarını, farklı cinsel tercihte olanları, LGBT topluluğunu vs.
İnsan haklarının ayaklar altına alındığı, gazetecilerin, özgür düşünce sahiplerinin hapislerde çürüdüğü liberalizmin geçerli olmadığı demokrasiler mevcut olabileceği gibi liberal otokratik rejimler de mevcuttur.
ÇAĞDAŞ DEMOKRASİ’lerde özellikle Demokrasi ve Liberalizm sözcükleri yan yana telafuz edilmekte ve anlam kaymaları yaşanmaktadır.
Demokrat bir insan din, dil, ırk ayırımı yapmayan, her türlü ayırımcılığa karşı çıkan kişi olarak tanımlanır. Oysa bu kişi demokrat değil liberal biridir. Yine de bu kişi aynı zamanda demokrattır. Çünkü halkın kendini dolaylı yoldan da olsa yönettiği rejimin en doğru yönetim şekli olduğuna inanır.
Günümüzde yaşadığımız “gerçek-ötesi” (post-truth) çağda yalan haberler yayılmakta ve bilinçli olarak kavramların anlamları değiştirilmekte, genişletilmekte ve algı operasyonları düzenlenerek belli kişi veya görüşteki grupların dışlanması sağlanmaktadır.
Örneğin ülke sırlarını düşmana satan kişi “hain”dir. Oysa günümüzde belli bir yolsuzluğu, suistimali suyu yüzüne çıkaran gazeteci de hain olarak damgalanabilmekte veya belli bir hakkı savunmak adına gösteri yapan topluluk “anarşist” olarak suçlanabilmektedir.
Maalesef sadece İsrail’de değil tüm dünyada genel akım çağdaş demokrasinin iki temel ilkesi olan demokrasi ile liberalizm kavramlarının ayrıştırılması yönündedir.
ANAYASAL DEMOKRASİ: Anayasal demokrasi hakların anayasa aracılığıyla tespit edildiği ve sınırlarının belirlendiği yönetim biçimidir. Anayasal demokrasilerde oyunun kurallarını tüm kanunların üstünde olan Anayasa metinleri düzenler.
Platon, “Devlet” adlı kitabında, “ideal devleti” yöneticilerin -aristokratların- halkın irade ve istekleriyle bir çatışmaya girmeksizin yönettiği sistem olarak öngörür. Ne var ki yöneticiler her zaman basiretli ve iyiniyetli olmayabileceği gibi halkın özgürlüklerine de her zaman saygı gösterilmeyebilir.
KUVVETLER AYRILIĞI: Oysa İngiliz filozof Locke ve Fransız düşünür Montesquieu Platon’dan farklı olarak yürütme, yasama ve yargı erklerinden birinin fazla güçlenmesinin önüne geçilmesi ve insan haklarının korunması için bu güçlerin farklı organlar tarafından yürütülmesini öngörmüşlerdir.
ABD’de1809-1817 arasında Devlet Başkanlığı yapan James Madison Amerika Birleşik Devletleri Anayasası ve Haklar Bildirgesi taslağının hazırlanmasında en önde yer aldı. ABD’de, Federe Devletlerin Federal Devleti, Başkanın Yargıyı, Senatonun Başkanı ve Temsilciler Meclisini, her erkin bir diğerini kontrol ettiği bir sistem mevcuttur. Kuvvetler ayrılığı sistemi bu ülkede erkler arasında tam bir denge mekanizmasını öngörmektedir.
Kuvvetler Ayrılığında vatandaşın dokunulmaz nitelikteki hakları Anayasa’da yer alır. Anayasalar genellikle devletlerin kuruluş aşamasında veya önemli iç savaş veya ayaklanmalar sonrasında ortaya çıkarlar.
İSRAİL’DE DURUM: İsrail dünyada demokrasi ile yönetilen ve Anayasası bulunmayan üç ülkeden biridir. Megilat Atsmaut (Bağımsızlık Bildirgesi)’nde kurucu bir meclisin bir “Huka” (Anayasa) hazırlamakla görevli olacağı ve sonrasında bu meclisin dağılacağına ilişkin hüküm yer almaktadır. Ne var ki bu amaçla 1949’da seçilen komisyonda uzlaşmanın sağlanamaması ve David Ben Gurion’un Menahem Begin’in itirazına karşın; “şimdi sırası değil, şartlar oluşunca bir anayasa hazırlanır” demesiyle kurucu meclis dağılmadı, sıradan bir parlamento olarak görevine devam etti. Süreç içinde Anayasa’nın gelecekte yapısını oluşturacağı varsayılan 13 adet “Temel Yasa” kanunlaştırıldı.
1992 yılında Knesset iki Temel Yasa daha kabul etti; “İnsan Onuru ve Hürriyeti” (Kvod Adam ve Heruto) ile “Çalışma Hürriyeti” (Hofeş Haİsuk) temel yasaları. Bu iki kanun Bağımsızlık Bildirgesi’nde yer alan insan hakları özgürlüklerini düzenleyen maddenin bir ifadesiydi. Ancak bu Temel Yasaların 120 kişilik mecliste 32’ye karşı 21 oyla ve sabaha karşı saat 4.00’de kabul edilmiş olmaları çokça eleştirildi.
Knesset bu iki yasanın diğer yasalara üstün olmasına gerekçe olarak, meclisin 1949 yılında seçilen Kurucu Meclis olma özelliğini yitirmediği gösterildi. Böylece bu iki temel yasanın kanunlaşmasıyla yasa erki güçlendirilmiş oldu. Ancak Yüksek Mahkeme Başkanı Aharon Barak döneminde (1995-2006) “Bagatz” -Türkiye’deki Danıştay olarak düşünülebilir- Knesset’in bazı yasalarını söz konusu iki Temel Yasaya dayandırarak iptal etti ve güç ibresini Yargı erkinden yana çevirdi. Meclis tarafından kabul edilen kişinin hak ve özgürlüklerini koruyan iki Temel Yasa bir yandan Yasa erkini güçlendirirken, aynı zamanda onun zayıflamasına ve diğer yandan Yargı erkinin güçlenmesine yol açıyordu.
1995 yılında görülen tarihi “Mizrahi Bankası” davasında yargıçlar heyetinden Michael Heskin (1936-2015) temel yasaların anayasal gücü olduğu görüşüne karşı çıkacak ve bu yasalara dayanılarak sıradan bir kanun hükmünün iptal edilmesine muhalefet şerhi koyacaktı. Heskin’in ileri sürdüğü gerekçeler bugünkü sağ koalisyon tarafından da savunulmakta ve Adalet Reformunun hukuki altyapısını oluşturmaktadır.
DİRENİŞ: 64 sandalyelik mecis çoğunluğuna dayanılarak Binyamin Netanyahu’nun Adalet Bakanı Yair Levin’in öncülüğünde yasalaştırılmaya çalışılan Reform Tasarısı yasama erkinin otuz yıldır yitirdiği gücünü geri almaya çalışmaktadır. Ve bunu demokrasi adına, “halk bizi seçti” argümanına dayanarak yapmak istemektedir.
Oysa güçler dengesinin bozulmasından ve yargının denge unsuru olma özelliğini yitirmesinden endişe eden yüzbinlerce gösterici ve her kesimden halk özgürlükler adına direnmektedir. Ayaklanan halk “demokrasi”yi şiar edinerek liberal bir anlayışın savunuculuğunu üstlenmektedir.
İktidardaki koalisyon hakimleri seçmek, 61 oyla yargı denetimini ortadan kaldırmak, kuvvetler ayrılığı sistemini zayıflatarak neredeyse Platon’un öngördüğü bir devlet anlayışını egemen kılmak istemekte ve bunu koalisyon ortağı partilerin farklı çıkarlarını karşılamak adına savunmaktadır.
Niye otuz yıllık bir gecikme ile ve niye şimdi diye soracak olursak, otuz değil 75 yıllık bir gecikmeden de söz edebiliriz. Yukarıda da değindiğimiz gibi anayasal düzenlemeler genellikle devletlerin kuruluş aşamalarında veya önemli iç savaş veya ayaklanmalar sonrasında ortaya çıkarlar. İsrail devletinin kuruluş aşaması çok gerilerde kaldı. ABD’de olduğu gibi bir iç savaşı kimse arzu etmemektedir.
Ancak ülkede gerçek bir ayaklanma boyutuna ulaşan gösteriler dinmek bilmiyor. İsrail’in içinde bulunduğu durum belki gecikmeli de olsa halkın büyük bir kesimi tarafından benimsenecek ve Anayasal demokrasiye geçiş yolunu aralayacak bir zeminin oluşmasına yol açabilir.
Kaynak: Düşünür Micah Goodman’ın beş farklı podcast’ından