Bir kendilik öyküsü: NAİLE AKINCI

5 Nisan´da Kadıköy Müze Gazhane´de açılan ´Bir Kendilik Öyküsü: Naile Akıncı (1953-2013) Retrospektif´ sergisi vesilesiyle, Türk kadın ressamların duayeni Naile Akıncı´ya dair oğlu Cengiz Akıncı ile sohbet ettik.

Tamara PUR Söyleşi
26 Nisan 2023 Çarşamba

Atatürk devrimlerinin sağladığı olanaklarla yetişen, Cumhuriyet ile yaşıt anneniz sevgili Naile Akıncı’nın onurlandırıldığı, Cumhuriyet’in yüzüncü yıl kutlamaları kapsamında düzenlenen Bir Kendilik Öyküsü - Naile Akıncı’ sergisi nasıl oluştu, ne kadar zamanda gerçekleşti?

2022 yılı ocak ayı sonlarında İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu adına, kültür-sanat alanındaki tüm projeleri yürüten Genel Sekreter Yardımcısı Sayın Dr. Mahir POLAT ve ekibi, serginin danışmanlarından Eda Kehale Argun’un tavassutu (aracılığı) ile bu sergiyi önerdiler. Ekibin donanımından, serginin küratörü ve kitabının yazarı Doç. Dr. Ebru Nalan Sülün’ün yaklaşımlarından da etkilenerek öneriyi kabul ettik. Annemin 1953-2013 yılları arasında Eyüp ve Haliç yöresinden oluşturduğu yapıtların sergilendiği tematik retrospektif sergi, 15 aylık bir hazırlık süresinin sonucunda oluşturuldu.

Bu süreçte tarafımdan oluşturulan seksen yıllık özel arşivin, küratör tarafından değerlendirilmesi sonucunda; kırk adedi müzelerde yer alan, resim ve özel koleksiyonlarda bulunan 340 civarında yapıttan (yağlıboya, gravür, sır üstü – porselen, desen ve karışık teknik) oluşan bir Naile Akıncı koleksiyonu saptandı. Küratör tarafından, yurt içinde bulunan tüm yapıtların sergilenerek sergi kitabında yer alması, yurt dışındaki yapıtların ise sadece görsellerinin kitapta yer alması öngörüldü. 200 yapıt sergilendi, ayrıca 230 civarındaki yapıtın görselleri sergi kitabında yer aldı.

Anneniz akademik hayatı boyunca bazı hocalardan etkilenmiş. Bunlardan biri olan Leopold Levy’nin Türkiye’ye getirilmesi hakkında neler söylemişti? Akademi döneminden ve Bene Berit’de öğretmen olduğu yıllarından bir anı paylaşır mısınız?

Annem Cumhuriyet ile yaşıt bir sanatçıydı. Atatürk’ün direktifiyle başlatılan üniversite reformu kapsamında İstanbul Güzel Sanatlar Akademisini yeniden yapılandırmak ve resim bölümüne yeni bir yön vermek üzere getirtilen Yahudi asıllı ünlü Fransız ressam Leopold Levy’nin önerisi doğrultusunda Akademi’ye kabul edilen ve bilahare onun yaptığı özel seçimle atölyesine seçtiği ilk kuşağa mensuptu. Levy’yi büyük bir usta ve muhteşem bir hoca olarak nitelendiren annem, Akademi’deki ‘Levy Dönemi’ni her zaman buruk bir özlemle anardı. Ayrıca, öngördüğü reform doğrultusunda bir nesli yetiştiren ve yetiştirdiği öğrencileri ile Türk Resim Sanatında ‘Üçüncü Yeni’yi gerçekleştiren Leopold Levy’nin, ülkemize getirtilmiş olmasının; gerek dâhil olduğu genç sanatçı kuşağı, gerekse aralarında Zeki Kocamemi, Ali Çelebi, Sabri Berkel, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nurullah Berk ve Cemal Tollu gibi sonraki yılların akademi hocaları açısından büyük bir şans olduğunu belirtirdi. Levy’nin, Akademi’de daha önce geçerli olan kuru ve akademik anlayışa son verdiğini, Türk resminde çağdaş heyecanı hâkim kılarak resmin özüne varmak gerektiğini öğrencilerine aşıladığını, onların doğal eğilim ve psikolojilerine önem verdiğini ve asla kendi anlayışını dayatmadığını vurgulardı.

Annem, 1948 yılı mayıs ayında, Levy Atölyesinden arkadaşı, o dönem Bene Berit müdürü olan Mark Bilen’in eşi Clara Bilen ile yakın dostu ünlü kontrbas sanatçısı Remzi Dölensoy’un tavassutu ile göreve başladığı Beyoğlu Özel Musevi Lisesi’nde resim ve sanat tarihi hocalığı yaptığı, 1948 – 1980 arasındaki 32 yıllık süreci daima büyük bir özlemle anardı. Bu süreçte gerek cemaat, gerekse Milli Eğitim tarafından atanan idarecilerden, meslektaşlarından büyük bir anlayış ve sanatsal destek gördüğünü belirtirdi. Aynı ilgi ve sevgiyi öğrencilerinden de gördüğünü belirterek, geriye dönüp, kırk yıllık hocalık sürecini değerlendirdiğinde Bene Berit’teki 32 yıllık süreç kadar onu mutlu kılan bir dönem yaşamadığının altını çizerdi. Nitekim, 4 Nisan 2014’te Zincirlikuyu Mezarlığı Camiinde yapılan cenaze töreninde bunu bizzat gördük. Aradan 34 yıl geçmesine karşın, “Onları asla evlatlarımdan ayırmadım” dediği, dört kuşağa mensup öğrencileri, onu sergilerinde olduğu gibi, son yolculuğunda da yalnız bırakmamışlardı. Bene Berit mezunu bir evlat için, bundan daha anlamlı bir anı olabilir mi? 

 

Naile Akıncı’nın etkilendiği sanatçılar arasında öğrencisi olduğu Zeki Kocamemi’nin yeri ayrı gibi duruyor. Çıkmaza girdiğim zamanlarda ondan öğrendiğim yöntemlerle yolumu bulmaya çalıştım’’ demiş. Aldığı birçok ödülden daha çok içine işleyen armağandan söz eder misiniz?

Annem öğrencilik sürecinde Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nurullah Berk ve Şefik Bursalının da öğrencisi olmasına karşın, onu en çok etkileyen hocaları Leopold Levy ve Zeki Kocamemi’dir. Özellikle annemin anlayışını farklı bulan, hatta atölyede asılı öğrenci desenleri arasından anneme ait olanları hemen ayırt eden Levy, annemin sanatına yönelik ilgisini Fransa’ya döndükten sonra da sürdürmüştür. Levy’nin yaşamını paylaştığı ve atölyesini kendisine bıraktığı ressam Tiraje Dikmen, Levy’nin “Benim atölyeme yetenekli birçok kız öğrenci geldi. Ama, bunların arasında doğuştan ressam olan bir kişi vardı, Naile; ona asla müdahale etmedim, etmek isteyenleri engelledim ve sadece onun doğal yeteneğini geliştirmesini sağladım” dediğini, her vesile ile açıklamıştır.

Annem, 1943 yılında yeni açılan Yüksek Resim Bölümüne kaydolmuş, ancak rahatsızlığı tekrarladığından, bu kez altı yıl öğrenimine ara vermek zorunda kalmış. 1949 yılında, tekrar Akademi’ye döndüğünde, Bedri Rahmi Eyüboğlu Atölyesinde resim eğitimini tamamlamak arzusundayken; kaydını yenilemeye gittiği gün, Fransa’ya dönmek üzere olan Leopold Levy ile karşılaşmış ve Levy ısrarla annemi Zeki Kocamemi atölyesine yönlendirmişti. Annem, bu olay hakkında “Hocamın sözünü dinledim ve bundan dolayı hiç pişman olmadım” der ve her vesileyle, 1940 yılında tanıdığı hocası Zeki Kocamemi’ye sevgi, saygı ve minnet duygularını ifade ederdi.

Annem, 14 yıllık bir mücadele sonucunda 1952 yılında Akademi’yi bitirdikten sonra da hocası Zeki Kocamemi ile ilişkisini hiç kesmemiş, her fırsatta Akademi’deki atölyesini ziyaret ederek, yapıtlarını onun eleştirisine sunmayı sürdürmüştür. Bu süreçte kendisinde “Akademi’den uzaklaşmanın sanatında gerilemeye neden olacağı” endişesinin oluştuğunu söylerdi. Bu ziyaretlerden birinde, hocasının “Naile, uzun bir mücadele verdin ve sonuçta Akademi’yi büyük bir başarıyla bitirdin. Sana bu mücadelenin anısı olarak Münih’te yaptığım desenlerin olduğu defteri hediye ediyorum. Büyüyünce Cengiz’e verirsin” diyerek, ona 72 parçadan oluşan ‘Münih Dönemi Desen Albümü’nü hediye etmesini hiç unutmamış ve hocasının armağanının kendisini, sanat yaşamında kazandığı tüm ödüllerden daha fazla etkilediğini belirtmiştir.

Sergide dört adedi yer alan bu albümün tamamı, 1979 yılında, vefatının 20. yıldönümü nedeniyle Akademi’de açılan ‘Zeki Kocamemi Retrospektif Sergisi’nde ilk kez sergilenmiş ve 2014’te annemin sonsuzluğa intikalinden sonra, tarafımdan onun anısına İstanbul Modern Sanat Müzesi’ne bağışlandı.

Naile Akıncı’nın gençliğinde ona âşık olmuş, portresini yapan ünlü bir ressam var. Bu tatlı anıdan söz etmek ister misiniz?

Naile Akıncı’nın gençlik sürecinde çok güzel bir kadın olduğu, fiziki yapısıyla birçok sanatçıyı etkilediği hep söylenmiştir. Bu sanatçılardan biri olan ressam Avni Arbaş, annemin karşılıksız’ bıraktığı ilgisinden ötürü çok mustarip olmuş ve duygularını bu sergide sergilenen 1941 tarihli Naile Akıncı Portresi’ne yansıtmış. Arbaş, kırıcı olmamakla birlikte, annemle aralarında geçen, “Avni bu portre bitti imzala, hayır Naile bitmedi imzalamam” şeklindeki tartışma sonucunda ‘imzalamadığı’ yapıtı; kırk yıl sonra 1981’de İzmir/Foça’da imzalarken, tabloyu kendisine imzaya getiren merhum şair-eleştirmen Turgay Gönenç’e, “Bu portre bende 15 gün misafir kalsın, sonra sana teslim ederim” demiş, ona gençlik sürecindeki anılarını aktarmıştır.    

1967’de, 16 yaşınızda, annenizin hak ettiği yerde olmadığını düşünüp o günden itibaren hamisi olmaya karar vermişsiniz. Bu kadar sorumluluk alma duygusunu nasıl yaşadığınızı ve bugün annenizin yüzüncü yıl kutlamaları kapsamında gerçekleştirilen bu sergi için canı gönülden çalışan oğlu olarak dünden bugüne neler söylemek istersiniz?

Annem eğitimci olmasının da etkisiyle çocukları hatta öğrencileriyle arkadaş gibi olan, onların sorunlarıyla ilgilenen, ideal bir hoca ve anneydi. 56 yıl geriye giderek, 1967 senesinin sanatsal- sosyal koşullarını düşünerek; annemin yaşarken hatta sonsuzluğa göçtükten sonra elde ettiği başarıları anımsadığımda, kısmen de olsa buruk bir mutluluk yaşadığımı söyleyebilirim. Geriye dönüp annemin sanat yaşamını objektif bir gözle değerlendirdiğimde; ülkemizde hiçbir güç odağına dayanmayan ve herhangi bir sanat oluşumundan güç almayan, yetenekli bir kadın sanatçının tanınmasının ve sübjektif koşullarla mücadele ederek kişiliğini kabul ettirmesinin çok zor olduğunu belirtmem gerekir.     

Müze Gazhane’deki sergi, 16 Temmuz tarihine kadar devam edecek.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün